31 Temmuz 2012 Salı

Şiddet, küreselleşme, grunge ve elektronika

46 dergisinin 90'lı Yıllar Özel Sayısı dünden beri raflarda yerini aldı. Bu sayı için benden de katkı istendiğinde aşağıdaki yazıyı yazdım. Dergide o dönemi anlatan birçok güzel yazı var. Şimdi bir daha bakınca fark ettim; ben her zamanki gibi politika ve müzik çevresinde yaşamışım o yılları da...

***

“1990’lı yıllar sana neyi hatırlatıyor?” diye sorulsa, yanıtım başlıktaki gibi olurdu. Soğuk Savaş’ın sona erdiği, Amerika’nın daha da güçlendiği tek kutuplu dünya, 2000’e kadar olan dönemde tarihinin en kaotik evrelerinden birini yaşadı.

Uluslararası alanda sarsıcı gelişmeler olurken, Türkiye de bundan nasibini alıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Doğu Bloku’nun parçalandığı ve Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan ettiği günlerdi. Küreselleşme adı altında Yeni Dünya Düzeni kuruluyor; kapitalist sistem, sömürüsüne engelsiz devam edebilmek için yeni pazarlar arıyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve yandaşları, sadece ekonomik ve siyasal alanda değil, kültürel olarak da topyekün saldırıya geçtiler. Kotalar ve çeşitli baskılarla ulusal üretimler engellenip neoliberal kapitalizmi derinleştiren politikalar uygulamaya konulurken, yerel olan her şey eziliyordu.

Aynı dönemde Türkiye de bu küreselleşme dalgasından payını aldı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmadan imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması, istihdam, dış ticaret açığı ve ihracatta rekabet gücünün azalması gibi birçok olumsuz etkiye neden oldu. 1995’te % 51 oranında yaşanan devalüasyonla çok ciddi bir ekonomik krize girildi.

KÖRFEZ SAVAŞI

Amerika’nın Ortadoğu’daki uydusu konumunda olan Türkiye, Irak’ın Kuveyt’e saldırmasıyla başlayan Körfez Savaşı’nda taraf durumuna geldi. O günlerde dünya bir kentin bombalanışını ilk kez televizyondan naklen izledi. İncirlik’ten kalkan ABD uçakları, Irak’taki hedefleri vuruyor, CNN dünyaya bu kanlı şovu izletiyordu...

Hiç unutmuyorum o günleri; çok kanallı televizyon hayatının başlamasından sonra kimse ekranın başından ayrılamamıştı, herkes gelmiş geçmiş en heyecanlı macera filmini izliyor gibiydi...

Saddam’ın Irak’ta uyguladığı şiddetten kaçan yüzbinlerce peşmerge Türkiye’ye sığınmış, yaşanan trajedi uzun zaman gazetelerin birinci sayfa haberi olmuştu. Güneydoğu sınırımızdaki yığınak artırılıp, patriot füzeleri yeleştirilince, olası bir Irak saldırısından endişelenen Güneydoğu halkı batı illerine göç etmeye başlamıştı. Türkiye savaşın ortasında kalmış, huzur tamamen yok olmuştu. Olağanüstü Hal uygulaması birçok ilde devam ederken, bölgedeki esnaf da PKK baskıları sonucu kepenk açamaz hale gelmişti.

SERİ SUİKASTLER DÖNEMİ

Terörle Mücadele Yasası çıkarılmış, ifade özgürlüğü iyice sınırlanmıştı. Gazete ve dergilerin toplatıldığını, üniversitede türbanı protesto için öğretim üyelerinin eylem yaptığını hatırlıyorum. Gün geçmiyordu ki bir yerden suikast haberi gelmesin...

90’lı yıllarda kimleri kaybettiğimizi hatırlarsak, yaşadığımız şiddet ortamını o dönemi bilmeyenlere daha iyi anlatabiliriz. Türk Hukuk Kurumu Başkanı ve öğretim üyesi Prof. Dr. Muammer Aksoy, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, öğretim üyesi, eski senatör ve milletvekili Doç. Dr. Bahriye Üçok, Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Uğur Mumcu, eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, yazar ve din bilgini Turan Dursun, Emekli MİT yöneticisi Hiram Abas, MİT Eski Başkanı Adnan Ersöz, Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, Gazeteci Halit Güngen, HEP kurucularından şair ve yazar Musa Anter, Jandarma istihbarat subayı emekli binbaşı Cem Ersever, Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday, işadamı Özdemir Sabancı, İslamcı feminist yazar Konca Kuriş, Türk-İş Genel Sekreteri ve Maden İş Genel Başkanı Şemsi Denizer, Cumhuriyet gazetesi yazarı ve öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı...

Bu yürek yakan listeye gözaltındayken polislerce dövülerek öldürülen Metin Göktepe’yi ve Sivas’ta yobazlarca yakılarak katledilen aydınlarımızı da ekleyince, 1990-1999 arasında Türkiye’nin nasıl dehşet verici bir ülke olduğu görülüyor...

28 ŞUBAT'A GİDEN SÜREÇ

Bir bölümü DYP-SHP koalisyonuyla geçen bu dönemde, Yıldırım Akbulut, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Erdal İnönü, ana aktörler olarak siyasete yön veriyordu. Özal’ın hayatını kaybetmesiyle dengeler de değişti. Erbakan’ın Çiller ile anlaşıp Refahyol hükümetini kurması, 28 Şubat’a giden süreci de başlattı.

90’lar Türkiyesi’nde yaşayan genç bir insan olarak, böylesine umutsuz bir tablonun içindeydim ben de. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yüksek lisansımı yaparken bir yandan da çalışıyordum. Bir süre önce yayınlanan “İkinci Cumhuriyetçiliğin Kökenleri” adlı kitabımla ilgili çalışmalara o sırada başladım. 1991’de kendilerine “liberal” diyen bir grup aydın tarafından ortaya atılan ve temellerini 1960’ların ünlü iktisatçılarından Prof. Dr. İdris Küçükömer’in tezlerinden alan bir ideolojiydi İkinci Cumhuriyetçilik. Bugün de hâlâ ülke siyasetinde etkin olan bu görüşler, 1990’larda da siyasetin gündemindeydi.

Aynı yıllarda kültür, sanat ve yazın dünyamızdan çok önemli isimlere veda ettik. Cemal Süreya, Aziz Nesin, Onno Tunç ve Zeki Müren öldüğünde toplumdaki derin üzüntüyü bugün gibi hatırlıyorum...

GRUNGE VE ELEKTRONİKA'NIN YÜKSELİŞİ

Bütün bu kaos içinde bana nefes alma olanağı yaratan en önemli kaynak, her zamanki gibi müzikti. Ama müzik sahnesinde de çok acı kayıplar vardı. Freddie Mercury ve Kurt Cobain gibi yeri doldurulması mümkün olmayan iki dehanın ölümü, herkes gibi beni de çok sarsmıştı.

Yine de iyi şeyler de oluyordu müzikte. Grunge akımı tüm dünyayı sarmış, Seattle’dan çıkan Pearl Jam “10” adlı albümüyle büyük heyecan yaratmıştı. Trip-hop’un efsane grubu Massive Attack, “Blue Lines”, “Protection” ve “Mezzanine” albümleriyle birçok kişinin hayatına bir daha çıkmamak üzere o dönemde girdi.

90’lar benim kişisel tarihimde post-punk sevdamın yanına Blur, Portishead, Björk gibi isimleri ekleyip, elektronik müziğe daha yoğun ilgi duyduğum yıllar oldu. Aphex Twin, Autechre, The Prodigy, The Chemical Brothers ve Moby çalıyordu her yerde. Nirvana isyanımıza sözcü olurken, kulüplerde dinlediğimiz elektronik müziğin titreşimleriyle başka bir dünyaya ışınlanmaya çalışıyorduk sanki. Her şey o kadar hızla ve şiddetle yıkılıp dönüşüyordu ki, o müzikleri yaşadığımız sarsıntıya soundtrack yapmaya çalışıyorduk belki de...

-

Hiç yorum yok: