5 Ağustos 2012 Pazar

Sarı Gazetecilik

© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 5 Ağustos 2012

Son 10 yıldır medyanın yaşadığı çöküşü gün be gün izledik bu ülkede. Yalan yazanlar, dönekler, iftira atanlar, kavga edenler, iktidara yaranmak için takla üstüne takla atanlar köşe kapmaca oynuyor her yerde. Diğer yanda iktidara karşı duruşları nedeniyle sorgulanıp tutuklananlar var. Bir anda el konulup hükümete yakın işadamlarına satılan gazeteler, bir gecede tamamen farklı yayın yapmaya başlayan televizyon kanalları gördük.

Türkiye’de basın tarihi incelenirse, daha önceki yıllarda da buna benzer durumların yaşandığı ortada ama sanırım hemen herkes mesleğin en fazla itibar kaybettiği dönemin 2002’den bu yana geçen süre olduğu konusunda hemfikir.

Ben bu mesleğin eğitimini almış ve ona gönül vermiş bir gazeteci olarak, 2000’lerin şimdiye kadar olan kısmını hep derin bir üzüntüyle anacağım. Çünkü hem iktidar basın özgürlüğünü tamamen yok etti, hem de bizzat bu mesleği yaptığını iddia eden bazı kişiler meslek etiğini ayaklar altına alıp ezdi.

Az da olsa ana akım medyada hâlâ vicdanının sesini dinleyip onuruyla yazanlar da var. Ancak genel olarak baktığımızda durum gerçekten içler acısı. Cumhuriyet’in bu son 10 yıllık dönemde AKP’nin BOP endeksli neoliberal politikaları karşısında izlediği yayın politikası, hiç zikzaklamadı; hep emekçiden, aydınlanmadan, uygar bir yaşamdan yana olan kesimlerin sesi oldu. Dileyen arşivlere bakabilir.

Arşive girmişken diğer gazetelere de bakarlarsa, görecekleri karşısında şaşırmasınlar. Mesela ÖSYM skandalı karşısında “Şifre Palavra, ÖSYM Haklı” diye başlık atan Taraf’ı, Obama’yı “Welcome Mr. President” diye karşılayan Hürriyet’i, Başbakan’ı photoshopla sol kolunu kaldırmış Che tişörtü içinde göstererek, “Bir sosyalist parti lideri gibi konuştu” diye sürmanşet atan Radikal’i ve daha nicelerini görebilirler.

18 Aralık 2004 tarihli gazetelere bakarlarsa, 16-17 Aralık 2004’te Brüksel’de yapılan Avrupa Birliği zirve toplantısında Türkiye’ye dayatılan şartları kabul edip bunu “Hedef tam üyelikti, o da alındı!” diyerek yansıtan Başbakan’ın sözlerinin manşetlere şöyle yansıdığına tanık olabilirler: “Avrupa’nın Ay Yıldızı” (Sabah), “İşte Bu Kadar” (Takvim), “Dik Durduk Kazandık” (Akşam).

O manşetlerin atıldığı tarihten bu yana 8 yıl geçti ve hiç de “işte bu kadar” denilenecek bir durum yaşanmadığı, o dönemde dik durup kazanmadığımız, Avrupa’nın ay yıldızı olmadığımız ortaya çıktı.

İletişim fakültelerinde gazeteciliği meslek olarak seçecek gençlere öğretilen ilk kural, “Gerçeğin izinden ayrılmama” ilkesidir. Ama ben Türkiye'deki medyaya baktığımda bu ilkeyi sahiplenen, yani mesleği etik değerlerine uygun olarak yapan çok az gazeteci görüyorum. Sözünü ettiğim, farklı bakış açılarından kaynaklanan yorum farkları değil; doğrudan gerçeklerin çarpıtılması.

Gazetecilik artık herkesin her konuda, yeterli deneyime sahip olmadan atıp tuttuğu bir alan haline geldi. Birçok olayda gerçeklerin, çıkarlar, donanımsızlık ya da araştırmama yüzünden çarpıtılmasıyla bugünkü sarı gazetecilik ortaya çıkıyor.

Oysa hiçbir gazetecinin olanı farklı gösterip kamuoyunu yanıltmaya hakkı yok; gazeteciliğin özü, olanı halka olduğu gibi iletmektir. Köşe yazarları köşelerinde yorum yapabilir ama onlar da o yorumu yaparken gerçekleri değiştirme hakkına sahip değildir. Yine de yapıyorlarsa, önce kendi itibarları, sonra da çalıştıkları medya kurumunun itibarı iki paralık olur.

Bir gazetenin güvenilirliği kolay kazanılmıyor; ancak aksi görüşte okuyucuların bile “O gazete yalan yazmaz” dediği an, güvenilirlik onayı alınmış demektir.

_

Hiç yorum yok: