Anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2010 Pazar

Geleceği Düşlemek

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 8 Ağustos 2010

Ne yazık ki, gelecek artık eskiden olduğu gibi değil.”

Bu cümlede mantıksal bir hata olduğunu düşünebilirsiniz ama yok. İngilizcesi “Sadly, The Future Is No Longer What It Was”... James Leyland Kirby adlı müzisyenin bir albümünün adı bu.

Geçenlerde hüznü sarsıcı bir güzellikte anlatan bu albümü dinlerken birçok konuda düşünür buldum kendimi. Bu ülkenin geleceğine ilişkin hayallerim geldi aklıma.

Hep denir ya; “Türkiye, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diye...

Hep söylenir ama gerçekte bir türlü ulaşılamayan bir hedeftir o bizim için. Ne demokrasimiz tamdır; ne de laik ve sosyal hukuk devletimiz...

Jose Saramago’nun dediği gibi, demokratik bir sistemle yönetilmeyiz biz. Halkın belli aralıklarla oy verişi demokrasi diye yutturulur; bir aldatmacadır bizimkisi. Siyasetçilerin, ağaların, büyük sermaye sahiplerinin elindedir her şey...

Biliriz böyle olduğunu ama yaşadığımız topraklarda bir gün ekonomik paylaşımda ve adaletin sağlanmasında daha hakça bir düzenin hüküm süreceğini düşlemekten de vazgeçmeyiz.

Alınteriyle yaşamını kazanan dar gelirlinin itilip kakılmayacağı, insanca bir hayatın toplumun geneline yayılacağı bir düzenin özlemini çekeriz. Darbeler olmasın, polis hakkını arayan işçiyi, memuru dövmesin isteriz.

Etnik siyasetin prim yapmadığı, başbakanların kadın-erkek eşitliğine inandığı, insanların din, dil, etnik köken, cinsiyet ve cinsel tercihleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmadığı bir ülkenin düşünü kurarız.

Aslında bütün insanların benzer hayalleri vardır. Gelişmiş ülkelerin bizdeki bu sorunların çoğunu hallettiği söylenebilir. Ama kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde sömürü devam ettiğinden, oralarda da benzer düşleri paylaşır insanlar...

***

İnsanoğlunun karşılaştığı ekonomik ve sosyal sorunların temel kaynağı adaletsizlik...

Gelir dağılımında adaletsizlik...

Hukukta adaletsizlik...

Toplumsal rollerde adaletsizlik...

Fırsat eşitliğinde adaletsizlik...

Peki toplumda adaleti sağlayacak güç ne? Yargı...

Yargı gücünü nasıl kullanır? Hukuk kuralları aracılığıyla.

Bu gücü kullananların bağımsız olmadığı, tarafsızlığını yitirdiği bir ülkede adalet sağlanabilir mi? Hayır...

Bugünkü iktidar ve yandaşları, bu en basit mantığı bile anlamamış gözüküyor. 12 Eylül’de yapılmak istenen anayasa değişikliği, esasen bu ülkede iktidarın, yüksek yargı organlarının elini kolunu tutup kendine bağlama operasyonudur.

Bunu görmek için değişiklik metnini dikkatle okumak yeterli. Ancak iktidar, halkın en azından önemli bir kısmının, dikkatle okumayı bırakın, metne göz bile atmayacağını hesaplıyor. Birkaç maddeyle göz boyamaya çalışmalarının, ağlayıp duygu sömürüsü yapmalarının nedeni de bu.

***

Gelecekle ilgili düşlerden yola çıkıp referanduma varmamın bir nedeni var. Çünkü iktidarın oyununa gelip 12 Eylül’de “Evet” oyu vermek, gelecekle ilgili düşlerimize ihanettir...

Elbette bugünkü anayasa değiştirilmeli ve toplumun geniş kesimlerinin onayı ile tam anlamıyla demokratik bir anayasa yapılmalıdır.

Ancak şu anda yapılmak istenen bu değil. Yargı organları iktidarın emir eri konumuna getirilirse, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti katledilmiş demektir!

Oysa ben gelecekle ilgili düşlerimi yaşatmak ve onların bir gün gerçekleşebileceğine dair ümidimi korumak istiyorum.

Burada Rus yazar Pisarev’in Lenin’in “What Is to Be Done?” (Ne Yapmalı?) adlı eserinde de geçen bir sözünü yinelemekte fayda var:

Hayallerle gerçek arasında bir bağlantı varsa, o zaman her şey yolundadır.

Bu nedenle, 12 Eylül'ün özünü koruyan bu anayasa paketine “Hayır” diyorum!

-

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Temiz Hava İnsanlık Hakkıdır

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/20 Temmuz 2008

Sigara yasakları başladığından beri bir tartışmadır gidiyor. Yasa çıktı çıkmasına, ama hala uygulamaya aykırı davranışlara ve buna göz yumanlara rastlamak mümkün. İlginç olansa, sürekli olarak “Türk insanı bu yasaya zor uyar,” türünden görüşlerin dile getirilmesi.

Neden acaba?

Türkiye’nin giderek yasalara uymamanın normal karşılandığı bir ülkeye dönüşmesinden mi?

Birkaç gün önce, bunu düşündürtecek bir olayın içinde buldum kendimi.

Yasaya rağmen, Üsküdar-Beşiktaş deniz motorunda sigara yaktı birisi.

Birkaç kişi tarafından uyarılınca da verdiği yanıt aynen şöyle oldu: “Ne yapalım yasa varsa? Devletin en yetkili makamlarında oturanlar anayasa, hak, hukuk tanımıyorsa, ben ne diye uyacağım?

Tabii bu tavırdan sonra tartışma iyice alevlendi.

Dağ başı mı burası?” dedi birisi.

Diğeri, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz diyenlerin ülkeyi getirdikleri nokta işte bu...” diyerek Özal’ı andı.

Özal’a kadar gitme, sen şimdikine bak!” dedi bir başkası.

Herkesin aynı anda konuşup kimsenin birbirini dinlemediği tartışma beş dakika kadar sürdü. Sigarasını söndüren vatandaş, Beşiktaş’a vardığımızda söyledi son sözünü: “Tamam kardeşim, geldik zaten. Susun artık!

Ve sigarasını içmiş olmanın rahatlığıyla indi motordan...

***

Bu olay hakkında aklıma takılan asıl mesele, neden Türkiye’de insanların yasalara uymamakta direndiği...

Uygar ve demokratik bir toplumda birlikte yaşayabilmek için herkesin uyması gereken kurallar bütünüdür hukuk. Nasıl hükümet, Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki 2. maddesi uyarınca laikliğe uygun bir yönetim sergilemek durumundaysa, vatandaşlar da yasalara uymak zorundadır. Yasalar beğenilmeyebilir, eleştirilebilir, ama yürürlükte olduğu sürece herkesi bağlar.

İşin aslı bu kadar basit aslında. Fakat yasaları uygulamakla görevli yargıçların uyarılarını “Y-Muhtıra” olarak niteleyen bir medya olduğu sürece ne bekliyoruz ki?

Yasaları daha demokratik ve daha uygar hale getirmeyi tartışacağımıza, onlara uyup uymamayı konuşuyoruz... Tehlikeli olan ve ilerlemeyi engelleyen de bu zaten.

***

Oysa sigara yasağına uymamak yerine, onu düzenleyen yasadaki eksikliklerin nasıl giderilebileceğine odaklansak daha doğru olmaz mı?

Neden yasağın lokanta ve barlarda bir yıl sonra uygulanmaya başlayacağını sormuyoruz da, taksilerde içilememesine takılıyoruz? Taksinin içinde ortalama 15-20 dakika kalıyorsak, restoranda daha fazla zaman geçiriyoruz. Üstelik orada bir değil, çok sayıda kişi aynı anda içince, mekan tam bir gaz odasına dönüşüyor.

Bir yandan da, yasak kapsamına giren alışveriş merkezlerindeki lokantaların sahipleri, yasanın müstakil lokantalarda gelecek yıl uygulamaya girmesinin haksız rekabet yaratmasından şikayetçi. Meclis Sağlık Komisyonu Başkanı, bu durumda müstakil lokantalar için de yasağın öne alınabileceğini söylemiş.

Haksız ticaret varsa elbette önlenmesi gerekir; buna bir itiraz yok. Ama merak ettiğim şu: Sigaranın hem içenin hem de çevresindekilerin sağlığına zararlı olduğu, bütün dünyada bilim insanlarınca kanıtlanmış bir gerçektir. Öyleyse, neden lokanta ve barların bir yıl daha insanları zehirlemeye devam etmesi uygun bulunmuştur?

Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, “Temiz hava da temiz su gibi insanlık hakkıdır. Kimsenin başkasının havasını kirletmeye hakkı yoktur. Başkasını kanser yapmak insan hakkı değildir," diyor.

Kimileri de hala kamuya açık mekanlarda sigara içmeyi savunuyor!