Ron Paul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ron Paul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2011 Pazar

İnsanlıktan Utandıran Bir An

© Zülal Kalkandelen /Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 25 Eylül 2011

Amerika, 2012’de başkanlık ve Kongre seçimlerine hazırlanıyor. Oradaki seçim süreci, birçok noktada bizdekinden farklı seyrediyor. Öncelikle adayların kamusal politikalara ilişkin görüşleri seçim tarihinden çok önce çeşitli panellerde ve toplantılarda tartışılmaya başlanıyor. Televizyon kanallarında adayların toplu olarak katılıp, doğrudan halkın sorularını yanıtladıkları oturumlar düzenleniyor. Seçim günü geldiğinde, herkes, hangi adayın hangi konuda nasıl bir tavır aldığını net bir şekilde biliyor.

“Net bir şekilde biliyor da ne oluyor, seçilen kişi o verdiği sözlerde duruyor mu ki?” diyebilirsiniz. Durmayanın bir sonraki seçimde alacağı oyların oranında, “sözünde durup durmama kriteri” de rol oynuyor tabii. Örneğin Obama’nın gelecek seçimde bu kriterden geçer not almakta epey zorluk yaşayacağını şimdiden söylemek olanaklı.

***

Aslında sözü, girişte anlattığım bu bilgilendirme toplantılarından birine getirmek istiyorum. Geçenlerde Tampa/Florida’da Cumhuriyetçi Parti başkan adaylarının katıldığı bir oturum yapıldı.

Eski Utah Valisi John Huntsman, İşadamı Herman Cain, Çay Partisi Hareketi’nin kurucularından Temsilciler Meclisi Üyesi Michele Bachmann, İşadamı ve eski Massachusetts Valisi Mitt Romney, Teksas Valisi Rick Perry, Temsilciler Meclisi Üyesi Ron Paul, Eski Kongre Üyesi Newt Gingrich ve Eski Senatör Rick Santorum’un yer aldığı toplantının sponsorluğunu CNN ve Amerikan sağının içinde yer alan Tea Party (Çay Partisi) hareketinin üstlenmesi de ilginçti.

İnternet üzerinden de izlenebilen yayın sırasında birçok sosyal ve siyasi konuda görüşler paylaşıldı; büyük çoğunu hayretle karşıladığım sözler ifade edildi. Ancak hiçbirisi Ron Paul’ün (RP) CNN Moderatörü Wolf Blitzer (WB) ile girdiği şu diyalog kadar dehşete düşürmedi beni.

WB: Size varsayımsal bir soru sorayım. İyi bir iş sahibi olan, iyi bir hayat süren, 30 yaşında sağlıklı bir adam şöyle bir karara varıyor: “Sağlık sigortası için ayda 200 ya da 300 dolar ödemeyeceğim; buna ihtiyacım yok, çünkü sağlıklıyım.” Fakat başına çok kötü bir kaza geliyor ve birden buna ihtiyacı oluyor. Diyelim ki komaya girdi. Bu durumda masrafları kim karşılayacak?

RP: Sosyal yardımlaşma ve sosyalizmin kabul edildiği bir toplumda, devletin bunu karşılamasını bekleyecektir.

WB: Peki siz nasıl olmasını istiyorsunuz?

RP: Ne istiyorsa onu yapmalı ve kendi sorumluluğunu üstlenmeli. Ben kendisine temel sağlık sigortalarından birisine sahip olmayı tavsiye ederdim, ama zorlamazdım.

WB: Ama başına o kötü olay geldiğinde o sigortaya sahip değil ve 6 ay boyunca yoğun bakıma ihtiyacı var. Kim ödeyecek?

RP: Özgürlük bu zaten. Kendinizle ilgili riskler almak.

WB: Ama toplumun o adamın öylece ölmesine göz yummasını gerektiğini mi söylüyorsunuz?

Stüdyodaki kalabalıktan sesler: Evet! Evet! (Kahkahalar)

RP: Ben bu ülkede sağlık sigortası sistemi (Medicare) yokken 1960’ların başında tıp eğitimi aldım. San Antonio’da Santa Rosa Hastanesi’nde çalışırken bize başvuran kimseye kapımızı kapamadık. Onlarla kilise ilgilenirdi. Herkesin yükünü kendisinin, komşularının ya da kilisenin yüklenmesi fikrinden vazgeçtiğimiz için şu anda masraflar çok arttı. Tıpta rekabet yok. Herkes lisanslama ile korunuyor.

***

Ron Paul, bir tıp doktoru. Sigortası olmayan bir adamın başına kaza gelir ve komaya girerse, kendi kararlarının riskini almalı ve sonuca razı olmalı diyor. Daha da fenası, stüdyoda oturanlardan bir kısmının Blitzer’in “Ölüme terk mi edilsin?” sorusuna Ron Paul’den önce kahkahalar eşliğinde “Evet! Evet!” çığlıklarıyla yanıt vermesi!

O an, insanı insanlığından utandıran unutulmayacak bir an olarak tarihe geçti.

-

4 Eylül 2011 Pazar

Obama'nın Geleceği

© Zülal Kalkandelen /Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 4 Eylül 2011

Amerika’da gelecek yıl başkanlık seçimi var. 2008’de büyük umutlarla “kurtarıcı” olarak seçilen Obama, hem Amerika’da hem de dünyada hayal kırıklığı yarattı.

Ben, Obama'nın yıldızının parladığı kongreyi Türkiye'de ilk yazan ve yükselişine dikkat çeken yazarım. Ancak Amerika’da siyahi bir başkanın seçilmesini ne kadar önemsesem de, Obama’nın Amerikan politikalarında temel değişikliklere gidebileceğine hiç inanmadım; dolayısıyla büyük beklentilerim yoktu.

Üç yıldır devam eden Obama döneminin ABD iç politikası açısından elbette Bush döneminden farkları oldu. Fakat Obama, yapmak istediklerinin bir kısmını Kongre’deki Cumhuriyetçilerin direnişi yüzünden tam yapamadı.

Örneğin sosyal sağlık sigortasını düzenlemek istedi, önemli bir gelişme sağladı ama bütün vatandaşları kapsayan bir sigorta sistemini getiremedi.

Demokratlar Bush’un savaş politikalarını eleştirirken, kendileri iktidara gelince savaşı genişlettiler. Obama’nın farkı, Bush gibi tek başına hareket etmeyip, uluslararası toplumu da işin içine sokarak hareket etmesiydi. Ama Libya operasyonu için Kongre’den onay almadan emir verdi. Sonuçta o da, ağzından barış kelimesini hiç düşürmese de savaş dönemi Başkan’ı oldu.

Çünkü o da Wall Street ile göbek bağı bulunan bir partiye mensup. Korporatokrasinin (ticari şirketlerin açık ya da gizli şekilde devlet yönetimine hakim olduğu sistem) hüküm sürdüğü Amerika’da, sistemin baş aktörlerine karşı gelerek Başkan seçilmek olanaklı değil. Ayrıca Obama siyahi olduğu için farklı algılansa bile, o da ABD’de kurulu düzenin içinden çıkan seçkinlerden birisi.

Bütün bunlara Amerika’daki işsizlik sorununun tırmanması, bütçe açığının büyümesi, Amerika’nın kredi notunun tarihte ilk kez düşürülmesi de eklenince, halkın Obama’ya desteği giderek azaldı. Son kamuoyu araştırmalarına göre, bu oran % 40’a kadar düştü. Obama’nın başkanlığını beğenmeyenlerin oranı ise % 50’yi aştı.

Şimdi gelecek yılki seçimlerde neler olabileceği üzerine çeşitli tahminler yapılıyor. Demokratlar’ın adayı Obama olacağına göre, onun karşısına çıkacak Cumhuriyetçi adaylara bakmak gerek.

Şu ana kadar aday olan dört isim var: İşadamı ve eski Massachusetts Valisi Mitt Romney, Temsilciler Meclisi Üyesi Ron Paul, Teksas Valisi Rick Perry ve Çay Partisi Hareketi’nin kurucularından, Temsilciler Meclisi Üyesi Michele Bachmann. 2008’de John McCain’in Başkan Yardımcısı adayı olarak seçime katılan eski Alaska Valisi Sarah Palin’in de adı geçiyor ama henüz adaylığı netlik kazanmadı.

Bunların içinde muhafazakar görüşlere daha yakın olanı da var, bazı konularda Demokratlara yaklaşanı da. Ancak bu aşamada bu yazıyı ilgilendiren kısmı Obama karşısındaki güçleri.

Gallup’un 17-18 Ağustos’ta yaptığı araştırmaya göre, Obama ile Mitt Romney seçime girecek olursa, kayıtlı seçmenler arasında Obama % 46, Romney % 48 oy alıyor. Cumhuriyetçi Parti adayı Rick Perry olursa, Obama ile ikisi de % 47 alırken; Obama Ron Paul’ü 2 puan farkla, Michele Bachmann’ı 4 puan farkla geçiyor.

Görüldüğü gibi seçime bir yıl kala Obama’nın durumu parlak değil. Ancak buradan yola çıkarak seçimi kaybedeceğini söylemek de olanaklı değil. 1995’te olanı hatırlayalım. Kansas Senatörü Bob Dole, yine bir Gallup araştırmasında Bill Clinton karşısında % 48’e % 46 öndeydi. 1996’da Clinton, Bob Dole’a 8 puan fark atarak seçildi.

Ama bunun tersi bir durum da var. 1979’da Başkan Jimmy Carter, Kaliforniya Valisi Ronald Reagan’la % 45 oy oranıyla eşit görünüyordu. Sonunda Reagan, Carter’ı 10 puan farkla yendi. Bu olduğunda işsizlik yükselişteydi.

Belli ki Obama, gelecek bir yıl içinde en büyük mücadeleyi ekonomide verecek.

-