Pages

15 Ekim 2018 Pazartesi

MARCHÉ AUX ESCLAVES ET LE CAMP ADVERSE


J'ai annoncé la semaine dernière que je parlerais des dessous du commerce d'animaux vivants dans une réunion en France. Aujourd’hui je voudrais parler de cette réunion.

L'invitation à Clermont-Ferrand était intéressante. La Foire Internationale de l'Elevage se tenait là-bas et on m’a indiqué que la Turquie serait l'invité d'honneur pour cette année.

Ceux qui m'ont invité n'étaient évidemment pas des éleveurs de bétail. C’est le groupe de militants anti-spécistes Earth Resistance (https://www.earthresistance.org) qui organisait un camp anti-foire qui m'avait invité. On m'a demandé de parler du commerce du bétail de la Turquie est l'un des principaux protagonistes à l’échelle mondiale de ce genre de commerce. 

Parce qu'en France, les gens ont commencé à consommer moins de ces produits animaliers à mesure qu'ils prenaient conscience des dommages causés à la santé humaine et à l'environnement par les produits d'origine animale. En conséquence l’industrie de l'élevage s'est davantage tournée vers les marchés étrangers.

Nous sommes arrivés au camp la nuit. Ils nous ont offert de la nourriture à partir des pertes qu'ils avaient ramassées sur les marchés. Nous nous sommes vus pour la première fois, mais nous avions un objectif commun: la liberté des animaux.

Avez-vous dit la démocratie?


Le jour de mon arrivée au camp, les forces de sécurité se sont vigoureusement intervenues contre les militants anti-spécistes lors d’une manifestation à l’occasion d'une rencontre entre la France et la Turquie au Centre des Congrès gigantesque. Bien que les militants aient voulu protester contre le commerce des animaux sans recourir à la violence, ils ont tous été identifiés, sortis manu militari de la salle et référés devant la justice.

                                      

D’après la presse locale le vice-ministre turc de l’Agriculture et Forêts Mustafa Aksu aurait dit : « la protestation des militants des droits des animaux n’est pas dirigée contre la Turquie mais contre la maltraitance à l’envers des animaux et que son pays reste très sensible à la question ». N’empêche la Turquie est en matière des droits des animaux est depuis longtemps  dans une attitude honteuse. Et la cruauté dans le commerce des animaux vivants est connue par tout le monde sauf le pouvoir. 

Lorsqu’un responsable turc lors de la manifestation à Clermont-Ferrand a crié : « Que-ce que les droits des animaux ont à voir avec la démocratie? » nous nous sommes persuadés que les militants et les participants à la Foire représentaient deux mondes totalement opposés. Bien que nous ressemblions aux humains qui ne veulent pas accepter que les animaux sont des créatures sensibles et conscientes, nos pensées et nos âmes restent très différentes.

Paysage effrayant


Le fait que ma visite à la Foire tombait le jour de la Journée Mondiale de la Protection des Animaux a été une autre tragédie. Lorsque vous faites physiquement face à une réalité que vous connaissez déjà, cela frappe plus fort. C’est ce que j’ai senti lorsque j’ai vu les animaux enchaînés.


Ils indiquent le poids, la race et le nom de chaque animal exposé. Les vendeurs offrent des produits fabriqués avec la viande des animaux qui sont à la vente. Une vache nommée Lucy avait au pied son veau. Un peu plus loin la carcasse d’un animal était exposée comme dans   boucherie était exposé à l'avenir et les gens visionnaient la vidéo de l'abattoir au même moment.

L'observation la plus frappante pour moi a été que des milliers de personnes étaient venus visiter la foire avec leurs enfants. Il était effrayant et absurde à la fois de voir ces visiteurs s’empresser pour se rendre au marché aux esclaves comme s'il y avait une nouvelle attraction en ville. Quand j'ai vu cette scène, je me suis sentie impuissante, mais comme tout militant, j’en suis sortie renforcée dans mes convictions.

Où sont la liberté, l’égalité et la fraternité?


Les forces de sécurité qui apparemment trouvaient les quelques 75 militants pacifiques dans le camp tentaient de les intimider par leur présence et les hélicoptères qui faisaient  des rondes dans le ciel.  

Le plus bizarre était l’imposition par la justice d’une amende de 10.000 euros par militant pour une manifestation non violente à la Foire…dans un pays dont la devise est « Liberté, Egalité, Fraternité ». Cela montre que le mouvement antispéciste se renforce contre et malgré toutes sortes de pressions!





16 Ağustos 2018 Perşembe

ULUSLARARASI İSTANBUL VEGAN FESTİVALİ HAKKINDA AÇIKLAMA...

16.08.2018

Yaklaşık 25 yıldır Türkiye’de hayvan hakları ve veganizm mücadelesinin içinde yer alıyorum. Veganlığın son birkaç yıldır moda olmaya başlamasından çok önce bu ülkede “uzaylı” gibi görülen birkaç kişiydik. O zamanlar özel vegan ürünler yoktu; veganlık da ticari bir faaliyet alanının konusu değildi, tüketim toplumunun yarattığı bir "trend" gibi algılanmıyordu. Hayvanlar için vegan olmuştuk; bizler için tüm mesele, insanın etik devrimi ile politik bilincinin kesiştiği noktada insan olmayan duyarlı canlıların da yaşam hakkı olduğunu savunmak ve sömürü karşıtlığına dair bilinci toplumda geliştirmek ile ilgiliydi. 

Hayvan özgürlüğü aktivistleri olarak, bu doğrultuda birçok farklı eylem yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Kimi zaman sokaktayız, kimi zaman üniversite kampüslerinde, kimi zaman da barınaklarda ve mahkeme salonlarında... Ben, bugüne kadar içinde yer aldığım her platformu, her oluşumu aktivizm için en etkili şekilde kullanmaya çalıştım; bazen konferanslarda konuştum, bazen de protestolarda yürüdüm ya da kampanyalar için imza toplayıp megafonla slogan attım... ve çoğunlukla da yazı yazarak bu alandaki yazılı kaynakların çoğalmasına katkıda bulundum. 

2013’te Can Başkent ile ilk Türkçe veganizm kitabını yazdığımızda herkesin bu konuda aklına gelen soruları yanıtlamaya çalışırken temel amacımız, veganlığın sadece bir diyet şeklinde gösterilip içinin boşaltılmasını önlemek ve etik yanını öne çıkarmaktı. Bu yıl yayınlanan Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü, kendi alanında ilk Türkçe telifli eser oldu. Kitapta temel olarak, veganizmin Aydınlanma’nın son aşaması olarak gördüğüm hayvan özgürlüğü ile birlikte anılmasının altını çizdim ve hayvan hakları aktivizminin geliştirilmesinin önemine vurgu yaptım. 

Şimdi tüm bunları niye anlatıyorum? Gelecek ay ülkemde ilk uluslararası vegan festivali düzenleniyor. Ancak festivalde aktivizm ve etik veganizm konusunda Türkiye’den bir katılımcının da görüşlerini paylaşması olanağı sağlanmamış durumda. Bu ülkede zorlu koşullara rağmen hayvan özgürlüğü mücadelesine hayatlarını adayan aktivistler var ama onların yeterince medyatik bulunmadıkları için görmezden gelinmesi çok üzücü ve onur kırıcı... Uluslararası etkinliklerde kendi neferlerini, yerli aktivistlerini desteklemeyen hiçbir hareket başarılı olamaz. Bu yüzden festivalde gerçekleştirmeyi planladığım imza günümü iptal etmemin yerinde olduğunu düşünüyorum.



Zülâl Kalkandelen

MİKROP YAZILARI 1: UCUZ ET, UCUZ HAYATLAR...

16.8.2018

(Bu yazı, Mikrop Dergi'nin Mayıs - Haziran 2018 tarihli dergisinde yayınlandı.)



Bu bir gerçek yaşam öyküsüdür...

Gezegenin bir ucundaki ülkede dünyaya gelen ve doğduğu andan itibaren mal olarak görülüp zulüm gören sığırlar, bir kamyona üst üste doldurulur. Sıcağa, soğuğa, rüzgara, her türlü hava koşuluna maruz kalarak, bacaklarında derman kalmadığında uzanacak yerleri bile olmadan, kendi dışkılarına bulanarak günlerce seyahat ederler. Yorgunluktan ağızlarından köpükler gelir. Bazısı hastalanır, bazısı yaşamını kaybeder.

Günler sonra bir limana varırlar. On binlerce hayvan dev bir gemiye zorla yüklenir. Aralarında direnen olursa onlara elektroşok uygulanır. Geminin metalden yapılma zemini kaygandır, hayvanlar yine daracık alanlara tıkıştırılır. Bir süre sonra gemide biriken dışkı ve idrar nedeniyle keskin bir amonyak kokusu gözleri ve genizleri yakar. Gemide yükselen sıcaklık yüzünden biriken atıklar bakteri ve mikrop dolu bir karışıma dönüşür.

İtiş tepiş gemide seyahat eden hayvanların bir kısmı suya ve yeme ulaşamaz. Hastalananlar diğerlerine mikrop bulaştırmasın diye yeme antibiyotik katılır ama bu koşullara dayanamayanlar can verir. Birkaç görevli, ölen hayvanları tutup gemideki bir düzeneğin içine atar. Bu şekilde rendelenen ölü bedenler, okyanusa savrulur... 

Gemi okyanusları geçip kıtalararası yolculuğunu tamamladığında farklı bir ülkede limana yanaşır. Hayvanların kamyonlarla yaptığı ilk yolculuğun başlamasından itibaren en az üç hafta geçmiştir. Yolculuğun son etabında Akdeniz’de atık bırakmak yasak olduğundan gemi, varış limanına dayanılmaz bir dışkı ve idrar kokusuyla gelir.

Liman kentinde yaşayanlar günlerce geçmeyen kokudan şikayet ederken, yorgunluktan bitap düşmüş hayvanlar tekrar kamyonlara yüklenip ülkenin farklı kentlerindeki mezbahalara gönderilir...

Sürekli tekrarlanan bu vahşet, 21. yüzyılın köle ticaretidir. Başta Brezilya olmak üzere farklı ülkelerle yapılan canlı hayvan ticareti, son aylarda Türkiye’nin “ucuz et” politikası yüzünden iyice yoğunlaştı. Öyle ki, bu yılın ilk üç ayında sadece Brezilya’dan 70.735 canlı hayvan Türkiye’nin farklı limanlarına geldi.

Ben, şubat ayında Mersin’e 28 bin büyükbaş hayvan getiren NADA gemisi ile ilgili skandalı başından beri izledim. Canlı hayvan ticaretinin boyutlarını medyada duyurmaya ve bu konuda kamuoyu yaratmaya çalışıyorum. Brezilya’da aktivistlerin kamyonların önüne yatarak engellemek istediği bu zulüm, çok çetin bir hukuki ve siyasi mücadeleye konu oluyor. Orada hayvan hakları hareketi çok örgütlü ve dernekler, hem hayvanlara yapılan eziyet hem de çevreye verilen zarar nedeniyle birçok dava açmış durumda. 

Şubat ayında Brezilya’daki bir mahkeme, içinde veteriner ve biyologların da olduğu teknik bir ekibin raporuna dayanarak NADA gemisinin limandan ayrılmaması kararını verdi ama siyaset ve ticaret yine el ele verip hukuku yendi! Sürece müdahalede bulunanlar, kendi de hayvancılık yapan Brezilya Tarım Bakanı, kongre üyeleri ve lobilerdi. Sonuçta Brezilya’nın limanlarını işleten şirketlere ayrıcalık sağladığı ve rüşvet aldığı gerekçesiyle soruşturma geçiren Brezilya Cumhurbaşkanı’nın da onayıyla yeni bir mahkeme kararı çıkarıldı ve NADA yola çıktı. 

Gemi Mersin’e geldiğinde HAKİM (Hayvan Hakları İzleme Komitesi) Koordinatörü Burak Özgüner ile oradaydık. Bu ticaretin hayvanlar, insanlar ve çevre açısından yarattığı vahim sonuçlar hakkında halkı bilgilendirmeye çalıştık. Limana girmemize izin yoktu. Elimizde hayvanların gemideki koşullardan nasıl etkilendiğine dair teknik rapor olmasına karşın, hiçbir sivil toplum kuruluşu ve hayvan hakları derneği harekete geçmedi. Mersin Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’nun ısrarlarım üzerine son anda gerçekleştirdiği suç duyurusunun da gereği yapılmadı.

Hayvanlar kamyonlara yüklenip mezbahalara gönderilirken şehirlerarası bir yolun üzerindeki köprüye çıktık. Burak, köprünün bir tarafında durup kamyon yaklaşırken bağırarak bana haber verdi; ben de elimde fotoğraf makinesiyle hazır bir pozisyonda bekleyip hayvanları görüntüledim. Hayvan özgürlüğünü savunan iki veganın o anda neler hissettiğini yaşam hakkına saygı duymayan kitlelere anlatabilir miyim bilmiyorum. İsyan, öfke, insanlıktan utanç ve derin bir üzüntü ile karışık bir ruh haliydi... 

Hadi siyasetçiler ve devletler ne insanların sağlığını ne de hayvanların yaşam hakkını düşünüyor, tek ilgilendikleri kâr ve rant diyelim... İnsanlar, niye kendileri gibi duyarlı canlı olan hayvanlara bu zulmün yapılmasını umursamıyor?

Daha önce bu konuda yazdığım bir yazıda sorduğum soruları yinelemek istiyorum. Lütfen bu iki soruyu kendinize sorup yanıtları arayın:

21. yüzyılda insan olmak bu kadar aşağı bir seviyeye inmek midir?

Ben bu vahşeti desteklemek istiyor muyum?


LAHEY'DE HAYVAN HAKLARI BULUŞMASI: İDEALİZM, YENİ REALİZM!

16.8.2018

Haziran ayında Hollanda’nın Lahey kentinde 22 ülkeden hayvan hakları aktivistlerinin bir araya geldiği, “Hayvancılık ve Gezegenimizde Değişim Yapmak” başlıklı uluslararası bir konferans gerçekleşti. Hollanda Hayvan Partisi’ne bağlı olarak çalışan Hayvan Politikaları Vakfı’nın (Animal Politics Foundation) düzenlediği toplantıya Türkiye’den Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) ve Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu adına ben katıldım. Üç gün boyunca basının davet edilmediği, toplantı yerinin gizli tutulduğu bir mekanda salona kapanan yaklaşık 40 kişi, hayvanlar için uluslararası alanda neler yapabileceğimizi, nasıl bir işbirliği yaratabileceğimizi konuştuk. 

Hayvan hakları, toplumsal adaleti geliştirmeyi hedefleyen Batı ülkelerinde 21. yüzyılda politikanın temel ilgi alanlarından biri haline gelmiş durumda. Konferansta temsil edilen 22 ülkenin 13‘ünde hayvan haklarını korumak amacıyla kurulan aktif hayvan partileri varken, diğerlerinde sadece sivil toplum örgütleri ve dernekler aracılığıyla faaliyet gösteriliyor. Bu nedenle Lahey toplantısı, hayvan haklarını programlarının ana mücadele alanı olarak belirleyen siyasi partiler ile STK’lar arasındaki işbirliğini güçlendirmek açısından yararlı bir buluşmaydı. Hollanda Hayvan Partisi’nden Niko Koffeman’ın belirttiği gibi, hayvanlar için kurulan siyasi partide siyasetin doğası gereği oy alabilmek için partiyi odak noktası yapmanız gerekiyor ama gerçekte yaptığınız tüm çalışmalar hayvanlar için. Hayvan Partisi Milletvekili Esther Ouwehand’in sivil toplum örgütleri ile siyasi partilerin çalışma yöntemlerindeki farkları ortaya koyan sunumu da aynı doğrultuda oldukça bilgilendiriciydi. 

Konferans boyunca dinlediğimiz konuşmacıların bir kısmı oldukça yararlı bilgiler paylaşırken; bir bölümü, toplantıya katılan herkesin bildiklerini tekrarlamaktan öteye geçmedi. Hollanda Hayvan Partisi Milletvekili Christine Teunissen, et endüstrisinin son 30 yılda üç katı büyüklüğe ulaştığını vurgulayıp, bununla mücadele için hem vergi sistemlerini değiştirmek gerektiğini hem de orta sınıf radikalizmi üzerine teoriler geliştiren İngiliz sosyolog Frank Parkin’in görüşlerinden hareketle, adaletsizlikle mücadelenin altını çizmek gerektiğini belirtti. 

1913 yılında vejetaryen otel olarak hizmete giren ama sonradan bu özelliğini yitiren Park Hotel’de bu konuşmaların yapılması da ilginçti. Teunissen’i dinlerken, bir politikacının hem hayvanlar için çırpınışını, hem de yılda 8 milyar insanın açlıktan öldüğü, Amerika gibi bir ülkede çiftçiden çok mahkum bulunduğu bir dünyada, iklim değişikliğinin verdiği sinyalleri görmezden gelen insanoğlunu uyarmak için çabalayışını görüyorsunuz.

Compassion in World Farming’in kurucusu Geert Laugs’un konuşması, benim için hayal kırıklığı oldu. Çünkü hayvanların çektiği zulmü anlatıp bunu azaltmak için “insani kesim” önerme noktasına geldi. Refahçı bir yaklaşımı yansıtan başka konuşmacılar da vardı. Hayvan hakları ile hayvan refahı kavramlarının farkını, Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü adlı kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. Acıyı azaltma odaklı bir hayvan hakları mücadelesi olmaz. Nitekim gördüm ki, hayvan partileri, yasalarda istedikleri değişiklikleri sağlamak ve karşı tarafla diyaloğu sürdürebilmek için hayvanların yaşam hakkını temel alan kampanyalara ağırlık vermiyor. “Önce hayvanların içinde bulunduğu koşulları iyileştirelim, bu arada insanlar belki daha az et tüketir, hem de hayvanlar daha az acı çeker” anlayışının çözüm getireceği düşüncesinde değilim; aksine bu yöntemle “böylece hayvanlar daha az acı çekiyor, o zaman vicdanımız rahatsız olmadan onları yemeye devam edebililiriz” diyenlerin sayısının artması muhtemeldir. Konferans boyunca konuşmacılar iklim değişikliği, sağlık, insanlara bulaşan hastalıklar, enerji dönüşümü, çevre sorunları vb. insan odaklı sorunlara değinirken, hiçbir konuşmacının hayvanların yaşam hakkına açık vurgu yapmaması, bu alandaki yasal çalışmaların hayvan refahı ile sınırlı kaldığını bir kez daha ortaya serdi.

Hollanda’da bitkisel protein alanındaki çalışmalarıyla tanınan girişimci Jeroen Willemsen’in hedefini toplumların % 50 bitkisel proteine geçmesi olarak açıklaması da, konferanstaki yaklaşımla uyumluydu. Tüketiciyi etkilemek ve algı değişimi için izlenecek kampanyalar hakkında bilgi verirken kâr maksimizasyonunun altını çizdi; hükümetlerin bitkisel proteindeki kârı görmesi gerektiğini, talep ve tüketim yaratmanın önemli olduğunu anlattı. 

Avrupa Parlamentosu’nda Hayvan Hakları Mücadelesi

Hollanda Hayvan Partisi’nden Avrupa Parlamentosu’na seçilen milletvekili Anja Hazekamp, konferans boyunca bize eşlik ederek hem çok bilgilendirici bir konuşma yaptı hem de özel olarak ikili konuşmalarda herkese içtenlikle yol gösterdi. Hazekamp, AP’de diğer senatörlere sürekli daha çok üretmeye devam edilemeyeceğini, bunun bir halüsinasyon olduğunu anlattıklarını, AB bütçesinin yarısının tarıma ayrıldığını ve bu bütçenin % 80‘inin en tepede yer alan az sayıdaki çiftçiye gittiğini (% 20), insanların gıda seçimlerinin Avrupa Birliği politikalarının etkisinde kaldığını, tütün ve hayvancılık endüstrisinin büyük destekler aldığını, sistemin şeffaf olmadığını, lobicilerin parlamentoda baskın olduğunu, görüş alınan uzman kurumların da lobiciler tarafından etkilendiğini, büyük paralar verilerek üretilen yanlı çalışmaların medyaya servis edildiğini ve bu hastalıklı sistemin mutlaka değişmesi gerektiğini söyledi. Anlaşılıyor ki, Avrupa Parlamentosu’nun cam ve aynadan oluşan şeffaf görüntüsü epey yanıltıcı...

Hazekamp, ayrıca Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin bağlı olduğu yasalara göre, hayvanların duyarlı canlı olarak kabul edildiğini, üye ülkelerin hayvan refahının korunması için belirlenen kurallara uymak zorunda olduğunu ama bununla birlikte dini törenler, gelenekler ve kültürel mirasa da saygı gösterildiğini anlattı ve bu istisnaların kaldırılması gerektiğini söyledi. 

Hayvan Partisi Başkanı Marianne Thieme’in Etkileyici Konuşması

Konferans kapsamında otelden çıkarak Leiden Üniversitesi kampüsünde dinlediğimiz tek kişi Hayvan Partisi Başkanı Marianne Thieme oldu. 2006’da tarihte ilk kez hayvanlar için kurulan bir parti, ulusal bir parlamentoya girdi; parlamentoya iki milletvekili sokan Hollanda Hayvan Partisi’nin bugün senatoda 5 milletvekili, bölgesel yönetimlerde 18 temsilcisi, yerel yönetimlerde 33 temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu’nda 1 temsilcisi var. Hayvan hakları, Avrupa’daki siyasi hareketler içinde en hızlı büyüyenler arasında. 

Thieme, şu anda dünyada toplam 19 siyasi parti olduğunu söyleyerek, amaçlarının evrendeki tüm duyarlı canlılar için mücadele etmek olduğunu, daha iyi bir gezegen yaratmak istediklerini anlattı. İdealizmin yeni realizm olduğunu söylerek parlamento bütçesinde hayvanlara daha fazla kaynak sağlanması için çalıştıklarını vurguladı. Bugüne kadar birçok politikacının konuşmasını dinledim ama şunu hiç kuşkusuz söylemek isterim ki, hepsinin içinde diğerlerinden tamamen farklı bir toplum hayali olan tek siyasetçi Marianne Thieme’di. “Dalga geçilmek, çoğunluk tarafından hafife alınmak, bu siyaset oyununun bir parçası ama biz buna boyun eğmiyoruz” dedi. Her siyasetçi, kitlelere hitap edip iktidarı ele geçirmeyi hedefler ama Thieme gibi yürekli siyasetçiler, insan türü dışındaki duyarlı canlılar için azınlığın desteğiyle de yol alabiliyor! Buna ancak saygı duyulur. 

Canlı Hayvan Ticaretini Sonlandırmak İçin Ortak Mücadele

Uluslararası canlı hayvan ticareti, konferansın en önemli başlıklarından biriydi. Türkiye’nin de özellikle bu konu nedeniyle konferansa davet edildiği anlaşılıyordu. Farklı ülkelerin temsilcilerinden oluşan 4-5 kişilik atölye gruplarında canlı hayvan ticaretinin sonlandırılması için yapılabilecek işbirlikleri konuşuldu. Düşünülen yöntemleri burada yazmam doğru olmaz ama şu açık ki, bu işkencenin ortadan kaldırılması için dünyanın birçok ülkesinde ciddi çalışmalar yapılıyor ve yakın gelecekte önemli adımlar atılacak. 

Özellikle Avustralya’da canlı hayvan ticaretinin yasaklanması için çarpıcı gelişmeler yaşanıyor. Animals Australia adlı sivil toplum örgütünün kısa bir süre önce tüm dünyaya yaydığı gizli çekim videosu, büyük yankı uyandırdı. Ülkede önemli politik meselelerden biri haline gelen bu ticaret, Avustralya Parlamentosu’nun gündeminde. Animal Justice Party’nin Başkanı Bruce Poon, konferansta yaptığı sunumda canlı hayvan ticaretinin yasaklanması için parlamentoda yaptıkları girişimleri anlattı ve gelecek yıl bu konuda başarı elde edeceklerini umduğunu söyledi. 

Sonuç olarak, konferanstan daha çok işbirliği için temenninin ötesinde somut kararlar alarak ayrıldık. Hayvan hakları, herhangi bir ülke ile sınırlanamayacak evrensel bir mücadele ve aktivistlerin, STK temsilcilerinin, hayvan partisi üyelerinin birbirleriyle teması güçlendirip her alanda birbirlerine destek olması gerekiyor. Bu açıdan konferansın yararlı olduğu kuşku götürmez. Dünyanın her yerinde hayvanlar için mücadele eden insanların olduğunu bilmek çok güzel. 


Etkinlik boyunca yemeklerin vegan olması ise, elbette benim için önemli bir noktaydı. Aslında insan, hayvan hakları ile ilgili böyle bir toplantıya katılan herkesin vegan olmasını bekliyor ama ne yazık ki, sabah oteldeki açık büfe kahvaltılarda bazı katılımcıların hayvan sömürüsüne devam ettiğine tanık olduk. Et, süt ve yumurta endüstrisinin hayvanları nasıl katlettiğini bileceksiniz ve hayvan hakları için çalıştığınızı iddia edip sonra o endüstrileri destekleyeceksiniz... İşte tam kopuşun başladığı yer burası. Hayvan haklarından söz ediyorsanız ilk önce kendiniz hayvan sömürüsünü sonlandırmalısınız. Bu kadar basit ve net. Değişim istiyorsanız önce kendinizle başlayın!

(Bu yazı ilk olarak Gaia Dergi'de yayınlandı.)




RÖPORTAJ @ ÖZGÜRÜZ.ORG

5.8.2018

Özgürüz platformundan Zübeyde Sarı'nın hayvan hakları konusunda benimle yaptığı ve Periscope üzerinden canlı yayınlanan röportajın linki.

https://www.pscp.tv/Ozguruz_org/1rmxPNbyoLqGN?t=2s

EKOLOJİK ODAK @ ARTI TV

11.7.2018

Artı TV'de canlı yayınlanan Pelin Cengiz'in hazırladığı programa konuk olarak hayvanlara yönelik şiddet, yasal durum, canlı hayvan ticareti, aktivizm, veganlık, Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü adlı kitabım ve Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu hakkında konuştum.



22 Mart 2018 Perşembe

YEŞİL BÜLTEN @ AÇIK RADYO - 22.3.2018

22.3.2018

Bugün Açık Radyo'da yayınlanan Yeşil Bülten programını hazırlayıp sunan Utku Zırığ'ın stüdyo konuğu oldum. "Ucuz Et" gerekçesiyle yapılan canlı hayvan ticareti ve Brezilya'dan Mersin'e gelen NADA Gemisi vakasını konuştuk. Podcast linkinden dinlenebilir: acikradyo.com.tr/podcast/202766ilir: