© Zülal Kalkandelen /Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 4 Eylül 2011
Amerika’da gelecek yıl başkanlık seçimi var. 2008’de büyük umutlarla “kurtarıcı” olarak seçilen Obama, hem Amerika’da hem de dünyada hayal kırıklığı yarattı.
Ben, Obama'nın yıldızının parladığı kongreyi Türkiye'de ilk yazan ve yükselişine dikkat çeken yazarım. Ancak Amerika’da siyahi bir başkanın seçilmesini ne kadar önemsesem de, Obama’nın Amerikan politikalarında temel değişikliklere gidebileceğine hiç inanmadım; dolayısıyla büyük beklentilerim yoktu.
Üç yıldır devam eden Obama döneminin ABD iç politikası açısından elbette Bush döneminden farkları oldu. Fakat Obama, yapmak istediklerinin bir kısmını Kongre’deki Cumhuriyetçilerin direnişi yüzünden tam yapamadı.
Örneğin sosyal sağlık sigortasını düzenlemek istedi, önemli bir gelişme sağladı ama bütün vatandaşları kapsayan bir sigorta sistemini getiremedi.
Demokratlar Bush’un savaş politikalarını eleştirirken, kendileri iktidara gelince savaşı genişlettiler. Obama’nın farkı, Bush gibi tek başına hareket etmeyip, uluslararası toplumu da işin içine sokarak hareket etmesiydi. Ama Libya operasyonu için Kongre’den onay almadan emir verdi. Sonuçta o da, ağzından barış kelimesini hiç düşürmese de savaş dönemi Başkan’ı oldu.
Çünkü o da Wall Street ile göbek bağı bulunan bir partiye mensup. Korporatokrasinin (ticari şirketlerin açık ya da gizli şekilde devlet yönetimine hakim olduğu sistem) hüküm sürdüğü Amerika’da, sistemin baş aktörlerine karşı gelerek Başkan seçilmek olanaklı değil. Ayrıca Obama siyahi olduğu için farklı algılansa bile, o da ABD’de kurulu düzenin içinden çıkan seçkinlerden birisi.
Bütün bunlara Amerika’daki işsizlik sorununun tırmanması, bütçe açığının büyümesi, Amerika’nın kredi notunun tarihte ilk kez düşürülmesi de eklenince, halkın Obama’ya desteği giderek azaldı. Son kamuoyu araştırmalarına göre, bu oran % 40’a kadar düştü. Obama’nın başkanlığını beğenmeyenlerin oranı ise % 50’yi aştı.
Şimdi gelecek yılki seçimlerde neler olabileceği üzerine çeşitli tahminler yapılıyor. Demokratlar’ın adayı Obama olacağına göre, onun karşısına çıkacak Cumhuriyetçi adaylara bakmak gerek.
Şu ana kadar aday olan dört isim var: İşadamı ve eski Massachusetts Valisi Mitt Romney, Temsilciler Meclisi Üyesi Ron Paul, Teksas Valisi Rick Perry ve Çay Partisi Hareketi’nin kurucularından, Temsilciler Meclisi Üyesi Michele Bachmann. 2008’de John McCain’in Başkan Yardımcısı adayı olarak seçime katılan eski Alaska Valisi Sarah Palin’in de adı geçiyor ama henüz adaylığı netlik kazanmadı.
Bunların içinde muhafazakar görüşlere daha yakın olanı da var, bazı konularda Demokratlara yaklaşanı da. Ancak bu aşamada bu yazıyı ilgilendiren kısmı Obama karşısındaki güçleri.
Gallup’un 17-18 Ağustos’ta yaptığı araştırmaya göre, Obama ile Mitt Romney seçime girecek olursa, kayıtlı seçmenler arasında Obama % 46, Romney % 48 oy alıyor. Cumhuriyetçi Parti adayı Rick Perry olursa, Obama ile ikisi de % 47 alırken; Obama Ron Paul’ü 2 puan farkla, Michele Bachmann’ı 4 puan farkla geçiyor.
Görüldüğü gibi seçime bir yıl kala Obama’nın durumu parlak değil. Ancak buradan yola çıkarak seçimi kaybedeceğini söylemek de olanaklı değil. 1995’te olanı hatırlayalım. Kansas Senatörü Bob Dole, yine bir Gallup araştırmasında Bill Clinton karşısında % 48’e % 46 öndeydi. 1996’da Clinton, Bob Dole’a 8 puan fark atarak seçildi.
Ama bunun tersi bir durum da var. 1979’da Başkan Jimmy Carter, Kaliforniya Valisi Ronald Reagan’la % 45 oy oranıyla eşit görünüyordu. Sonunda Reagan, Carter’ı 10 puan farkla yendi. Bu olduğunda işsizlik yükselişteydi.
Belli ki Obama, gelecek bir yıl içinde en büyük mücadeleyi ekonomide verecek.
-
Jimmy Carter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jimmy Carter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Eylül 2011 Pazar
17 Ağustos 2009 Pazartesi
Geçmişle Yüzleşme Sırası Amerika'da...
© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 16 Ağustos 2009
Kimi okurlar soruyor; “Neden pazar günleri siyaset dışında yazmıyorsun?” diyorlar...
Doğrudur; pazar günleri yazarlar, genellikle daha renkli konularda yazmayı tercih eder. Fakat haftada bir kere yazınca, böyle bir tercih yapma olanağınız pek olmuyor.
O nedenle, bu hafta da yine ciddi bir konuya değineceğim.
***
6 Ağustos, ilk atom bombasının atılışının 64. yıldönümüydü. Amerika’nın 2. Dünya Savaşı sırasında, 1945 yılında, Japonya’nın Hiroşima kentine attığı bomba, 140 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Ama bu yetmedi...
Üç gün sonra Nagazaki’ye atılan atom bombasıyla da yaklaşık 80 bin kişi öldü...
Ve sonunda Japonya teslim olunca savaş sona erdi...
O bombaların ardından çevreye yayılan radyasyon yüzünden, yıllar içinde on binlerce insan hayatını kaybetti, sakat kaldı...
Bu korkunç olaylar, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarına dev puntolarla yazıldı.
Geçenlerde belki bunun kadar korkunç olabilecek bir haber okudum internette. Quinnipac Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan halkının çoğunluğunun, ABD’nin atom bombası atmasını doğru bulduğunu ortaya koymuş...
Katılımcıların yüzde 61’i bunu “doğru bir iş” olarak görürken, yüzde 22’si yanlış buluyor, yüzde 16’sı da kararsız...
İnsanın kanını donduran bir katliamı “doğru” olarak tanımlamanın ardındaki neden nedir?
Bu sorunun yanıtı önemlidir. Çünkü o nedeni bulup yok etmedikçe, emperyal güçler, her türlü savaş için halk desteğini bulmakta bugün de zorlanmayacaktır...
Irak savaşı da bunun son kanıtı olmuştur...
***
Bugün Beyaz Saray’da başka ülkelere “geçmişinizle yüzleşin” şeklinde tavsiyede bulunan bir Başkan oturuyor. Ankara’yı ziyaretinde de, Meclis’te milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada bu sözleri yinelemişti.
Ama şimdi geçmişle yüzleşme sırası Amerika’da...
Çünkü Obama, kasım ayında Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü zirve toplantısı için Singapur’a gidiyor. Programına göre, bu sırada Japonya’yı da ziyaret edecek.
Obama, oralara kadar gitmişken daha önce yapılmayanı yapmalı ve Hiroşima Barış Anıt Parkı’nı ziyaret etmeli. Çünkü nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya, sadece lafla olmaz; tarihin en dehşet verici nükleer saldırısına uğrayan kentlere gidip, kurbanların anısına çelenk koyması gerekir.
Atom bombasının atıldığı tarihten bu yana, hiçbir ABD başkanı ya da başkan yardımcısı, görevde olduğu süre içinde Hiroşima’yı ziyaret edip kurbanların anısı önünde saygı duruşunda bulunmadı...
Jimmy Carter ve Richard Nixon, Hiroşima’ya gittiklerinde başkan değillerdi. Bu nedenle yaptıkları ziyaret, kişisel bir anlam ifade etmenin ötesine geçmedi.
Bugüne kadar bu anıta çelenk koyan en üst düzey Amerikalı yetkili, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi oldu.
Bakalım Obama, kendi tavsiyesine uyup geçmişle yüzleşecek mi?
Yoksa, “ziyaret kısaydı, vakit olmadı” türünden bahanelere mi sığınacak?
Bu noktada Obama’ya kendisinin söylediği bir sözü hatırlatmakta yarar var:
“Bir yandan dost ülkelerle birlikte nükleer silahlarımızı artırdığımız ve Rusların nükleer silahlarını geliştirdiği bir ortamda, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere nükleer silah edinmemeleri konusunda baskı yapabileceğimizi düşünmek saflık olur.”
Tek kutuplu dünyanın emperyal gücü Amerika’nın kendi geçmişiyle barışmadığı bir ortamda, dönüp diğer ülkelere bunu tavsiye etmesi de saflık olur...
Tweet
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 16 Ağustos 2009
Kimi okurlar soruyor; “Neden pazar günleri siyaset dışında yazmıyorsun?” diyorlar...
Doğrudur; pazar günleri yazarlar, genellikle daha renkli konularda yazmayı tercih eder. Fakat haftada bir kere yazınca, böyle bir tercih yapma olanağınız pek olmuyor.
O nedenle, bu hafta da yine ciddi bir konuya değineceğim.
***
6 Ağustos, ilk atom bombasının atılışının 64. yıldönümüydü. Amerika’nın 2. Dünya Savaşı sırasında, 1945 yılında, Japonya’nın Hiroşima kentine attığı bomba, 140 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Ama bu yetmedi...
Üç gün sonra Nagazaki’ye atılan atom bombasıyla da yaklaşık 80 bin kişi öldü...
Ve sonunda Japonya teslim olunca savaş sona erdi...
O bombaların ardından çevreye yayılan radyasyon yüzünden, yıllar içinde on binlerce insan hayatını kaybetti, sakat kaldı...
Bu korkunç olaylar, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarına dev puntolarla yazıldı.
Geçenlerde belki bunun kadar korkunç olabilecek bir haber okudum internette. Quinnipac Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan halkının çoğunluğunun, ABD’nin atom bombası atmasını doğru bulduğunu ortaya koymuş...
Katılımcıların yüzde 61’i bunu “doğru bir iş” olarak görürken, yüzde 22’si yanlış buluyor, yüzde 16’sı da kararsız...
İnsanın kanını donduran bir katliamı “doğru” olarak tanımlamanın ardındaki neden nedir?
Bu sorunun yanıtı önemlidir. Çünkü o nedeni bulup yok etmedikçe, emperyal güçler, her türlü savaş için halk desteğini bulmakta bugün de zorlanmayacaktır...
Irak savaşı da bunun son kanıtı olmuştur...
***
Bugün Beyaz Saray’da başka ülkelere “geçmişinizle yüzleşin” şeklinde tavsiyede bulunan bir Başkan oturuyor. Ankara’yı ziyaretinde de, Meclis’te milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada bu sözleri yinelemişti.
Ama şimdi geçmişle yüzleşme sırası Amerika’da...
Çünkü Obama, kasım ayında Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü zirve toplantısı için Singapur’a gidiyor. Programına göre, bu sırada Japonya’yı da ziyaret edecek.
Obama, oralara kadar gitmişken daha önce yapılmayanı yapmalı ve Hiroşima Barış Anıt Parkı’nı ziyaret etmeli. Çünkü nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya, sadece lafla olmaz; tarihin en dehşet verici nükleer saldırısına uğrayan kentlere gidip, kurbanların anısına çelenk koyması gerekir.
Atom bombasının atıldığı tarihten bu yana, hiçbir ABD başkanı ya da başkan yardımcısı, görevde olduğu süre içinde Hiroşima’yı ziyaret edip kurbanların anısı önünde saygı duruşunda bulunmadı...
Jimmy Carter ve Richard Nixon, Hiroşima’ya gittiklerinde başkan değillerdi. Bu nedenle yaptıkları ziyaret, kişisel bir anlam ifade etmenin ötesine geçmedi.
Bugüne kadar bu anıta çelenk koyan en üst düzey Amerikalı yetkili, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi oldu.
Bakalım Obama, kendi tavsiyesine uyup geçmişle yüzleşecek mi?
Yoksa, “ziyaret kısaydı, vakit olmadı” türünden bahanelere mi sığınacak?
Bu noktada Obama’ya kendisinin söylediği bir sözü hatırlatmakta yarar var:
“Bir yandan dost ülkelerle birlikte nükleer silahlarımızı artırdığımız ve Rusların nükleer silahlarını geliştirdiği bir ortamda, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere nükleer silah edinmemeleri konusunda baskı yapabileceğimizi düşünmek saflık olur.”
Tek kutuplu dünyanın emperyal gücü Amerika’nın kendi geçmişiyle barışmadığı bir ortamda, dönüp diğer ülkelere bunu tavsiye etmesi de saflık olur...
Etiketler:
2. Dünya Savaşı,
Amerika,
atom bombası,
Barack Obama,
emperyalizm,
Japonya,
Jimmy Carter,
nükleer savaş,
Richard Nixon