CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2011 Pazar

Sahte Solcu

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 9 Ocak 2011

2011, Türkiye’de genel seçim yılı. Herkesin aklında aynı sorular dolaşıyor.

İktidar değişecek mi?

AKP’nin oyları düşecek mi?

Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında ilk kez genel seçime girecek olan CHP’nin oy grafiği nasıl değişecek?

Demokratik özerklik projesi” BDP’nin oylarına nasıl yansıyacak?

Gelecek dört yıl boyunca görev yapacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin partilere göre dağılımı nasıl olacak?

Türkiye’nin siyaset sahnesini izleyip bütün bu soruların yanıtlarına dair işaretler arıyorum. Aynı zamanda son sekiz yıldır iktidarda olan AKP’nin hukuku hiçe sayarak gerçekleştirdiği onca adaletsizliğe karşın neden hâlâ destek bulduğunu anlamaya çalışıyorum.

İleri demokrasi” getireceğini iddia ederek ülkeyi The Economist’in “melez rejimler” diye nitelediği üçüncü sınıf demokrasiler arasına yerleştiren bir partinin neden Avrupa Birliği ve Amerika tarafından onaylandığını sorguluyorum...

AB ve Amerika’nın AKP’ye verdiği desteğin nedenini anlamak zor değil. Emperyalizm, her zaman çıkarlarıyla çatışmayacak iktidarları gözetir...

***

Benim için asıl ilginç olan, AKP yıpransa da halk desteğinin bir şekilde sürmesi... Onca skandal, onca yolsuzluk ve işsizlik ortadayken bu nasıl oluyor?

Sakın Amerikalılar gibi, “It’s the economy, stupid!” (Önce ekonomi, aptal!) demeyin. Çünkü krizin yükünü emekçilere yıkmaya çalışan iktidar, günlük bir simit parası kadar zam yaptığı ücretliyi perişan etmiş, hakkını arayan işçileri biber gazıyla susturmuş, insanca yaşam isteyen emekçiyi küresel kapitalizmin çarkında ezmiştir.

Öyleyse neden ekonomi değilse nedir? Sadece sandıklarda yapılan usulsüzlükler, seçim öncesi dağıtılan kömür, erzak vs. ve para ile satın alınan oylar mı AKP’yi iktidarda tutuyor?

Dini siyasette kullandığı için dindar kesimlerin ve cemaatin doğal desteğini aldığını kabul edelim. Peki yazarıyla, gazetecisiyle, sanatçısıyla, kendini solda gören “liberal solcular” neden AKP’ye taraftar?

***

Bu konu üzerinde düşünürken Amerika’da gerçekleştirilen bilişsel bir çalışmaya rastladım. Michigan Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, gerçeklerin mutlaka insanların önceden sahip oldukları fikirlerin değiştirmesine yol açmadığı; üstelik ters yönde bir etki yarattığı ortaya çıkmış.

Özellikle siyasi partilerin yandaşları söz konusu olduğunda, yanlış bilgiye sahip kişiler, doğruları ortaya koyan haberlerle karşılaştıklarında görüşlerini çok ender olarak değiştiriyor; ayrıca o zamana kadar inandıkları düşünceler de daha çok bileniyor.

Araştırma ekibinin başındaki siyaset bilimci Brendan Nyhan, “yanıldığını itiraf etme düşüncesinin insanlar için ürkütücü olduğunu” söylüyor. Bu durumda da, “bilişsel uyumsuzluktan kaçınmak için ‘geri tepme’ denilen savunma mekanizmasının devreye girdiğini” belirtiyor.

Nyhan’ın bilimsel ifadelerle anlattığı bu durum şudur basitçe: Yanıldığını kabul etmemek için kendi kendini kandırma! Düşünceleri gerçekler doğrultusunda değil, inançlar doğrultusunda oluşturmanın sonucudur bu.

Bu bilgiler özellikle “liberal sol” denilen kesimin davranışını açıklamaya yarayabilir. Sonuçta, bir zamanlar ülkeye demokrasi getireceğine inandıkları iktidar giderek ceberrut bir hal aldı. “İleri demokrasi” vaat ederken muhalif olan herkesi tehdit eden bu iktidarı destekleyerek yanlış yaptıklarını itiraf etmemek için bir tür savunma mekanizması geliştirmiş olmalılar...

Ancak bilişsel uyumsuzluktan kaçalım derken ideolojik uyumsuzlukla karşı karşıyalar...

Çünkü hiçbir gerçek solcu bu iktidara destek vermez! Verdiğini söylüyorsa, sahte solcudur o...

-

7 Aralık 2008 Pazar

İlkesizlik Siyaseti...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/7 Aralık 2008

Değişim”, yaşadığımız çağı anlatan sözcüklerden birisi. Obama, tüm seçim stratejisini bu vaat üzerine kurarak, Amerika’nın seçilmiş başkanı oldu. Irak Savaşı’na en başından beri karşı çıkmıştı ve bunu kendisini diğer adaylardan ayıran en belirgin farklardan biri olarak ortaya koydu.

Afganistan ve Irak savaşlarından bunalan Amerikan halkının, Obama’nın değişim umuduna kapılmasını kolaylaştıran önemli bir etkendi bu. Obama, rakibi Hillary Clinton’ı seçim süreci boyunca savaşa onay vermekle suçladı. Doğruydu; Clinton, Bush’un Irak’ı işgal planına "evet" oyu vermişti.

Ne var ki, Obama başkanlık seçiminden zaferle çıkınca iş değişti... Senatör Clinton, Obama tarafından dışişleri bakanlığına aday gösterildi...

Tuhaf doğrusu... Clinton değil miydi Obama’nın İran, Küba ve Kuzey Kore ile koşulsuz görüşme planına karşı çıkan? Clinton değil miydi Obama’nın deneyimsiz olduğunu söyleyerek, onun seçilmesi halinde Amerika'nın güvenlik içinde olamayacağını ima eden? Peki, Obama değil miydi bir insanın Beyaz Saray’da başkan eşi olarak yaşamış olmasının, dış politikada deneyimli olduğu anlamına gelmeyeceğini söyleyen?

Öyleyse, ne oldu da durum değişti? İşte bu noktada, kimileri, ideolojilerin buharlaştığı bir çağda, çözümün pragmatist politikalarda görüldüğünü söylüyor.

***

Kapitalizmin felsefi temellerinden doğan pragmatizm (yararcılık), bu kavramı geliştiren felsefecilerden William James’e göre, felsefe olmaktan çok bir metot, düşünceyi doğurduğu sonuca ve başarısına göre ölçen bir yöntemdir.

Burada pragmatizmi anlatacak değilim. Benim dikkat çekmek istediğim, bu kavramın siyasetteki çarpık kullanımı. Ne zaman bir politikacı, anlaşılmaz bir biçimde dönüşüp, eskiden savunduklarının tersini yapsa, derhal pragmatizme sığınarak tutarsızlığına geçerlilik kazandırmaya çalışıyor.

Elbette değişime karşı değiliz. İnsan, zamanla yanlışlarının farkına varıp değişebilir. Yerine göre pragmatist çözümlere de başvurulabilir. Ama bir politikacının varoluşunun temelini oluşturan ilkelerin tam tersi davranışlarda bulunuşu, ne değişim ile ne de pragmatizm ile açıklanabilir. Bu, olsa olsa fırsatçılıktır.

Obama’nın yaptığı da budur. Sihirli bir değnek birden Clinton'a dokunup onu dış politika uzmanı yapmış değildir. Obama, rakibini gelecek seçimde saf dışı bırakmak için kabineye alıyor. Savaş destekçisi Cumhuriyetçiler'e de yer verdiği ekibini bir Rakipler Takımı olarak kuruyor. Böylece şahinlerin övgüsünü kazanıyor ama kendisine değişim için oy verenleri hayal kırıklığına uğratıyor...

***

Fırsatçı siyasetin ilginç bir örneği ise, son günlerde ülkemizde yaşandı... CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yerel seçimlere dört ay kala, aniden kara çarşaflı kadınlara partinin rozetini takarak şov yaptı. AKP’nin seçmen kitlesinden oy kapma amacıyla yapıldığı belli olan bu girişim, CHP için ciddi bir değişimdir.

CHP, Türk kadınının özgür, eşit ve çağdaş bir birey olarak sosyal hayata katılımını savunurken, bunun tam tersi bir dünya görüşünün temsilcilerini partisine çağırmıştır. “Başörtüsü ile sorunumuz yok; sorun, dini siyasallaştıran türban ve kara çarşafta,” noktasından, CHP rozetli kara çarşaflılara gelinmiştir. Bir de, “Laiklik anlayışımızda değişiklik yok; kara çarşaflıları aday yapacak değiliz,” şeklinde savunmalar var ki, tutarsızlığın bu kadarına pes...

Solun değerlerini savunup, hakça bir düzeni kurmak için politikalar üreteceklerine, hep yaptıkları gibi sağı taklit ederek oy toplamaya çalışıyorlar. Baykal ve ekibi bunu hep yapıyor... Bunun adı, ideolojisizlik ideolojisi ya da ilkesiz siyasettir...