3 Nisan 2007 Salı

Amerika'nın 44. Başkanı Kim Olabilir? (II. Bölüm)

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Strateji Eki/ 2 Nisan 2007 Yıl:3 Sayı:144

Geçen hafta bu konuyu ele aldığımız ilk yazıda, Amerika’da 4 Kasım 2008 tarihinde yapılacak Başkanlık seçimine katılacak adaylardan öne çıkanları tanıtmış ve seçilebilirliği etkileyecek temek faktörleri sıralamaya başlamıştık. Birinci bölümde, A) Karakter, B) Seçim Kampanyası İçin Yardım Toplama Kapasitesi C) Sosyal Konulardaki Tutumlar: Eşcinsel Evliliği, Kök Hücre Araştırmaları, Kürtaj, Silah Kontrolü olarak belirlenen bu faktörlere, yazının bugünkü ikinci bölümünde devam ediyoruz.

D- Irk ya da Etnik Köke

Seçmenlerin partilerden daha çok adaylara göre oy kullandığı iki partili Amerikan sisteminde, oyların, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti arasında birbirine çok yakın bir oranda dağıldığı göze alınırsa, “kararsız kalan seçmeni de yakalayabilecek ve toplumun geneline hitap edebilecek aday” faktörü çok önem kazanıyor.

Bu faktör, her iki partiyi de en çok düşündüren konu. Demokratlar geçen yıl Kongre seçimlerinde yakaladıkları rüzgarı arkalarına alıp, Bush sonrası dönemde Beyaz Saray’ı da ele geçirmek istiyorlar. Bu nedenle, “Amerikan halkı tarafından seçilebilirliği en yüksek olanı” kendi başkan adayları olarak belirlemeleri gerekiyor. USA Today-Gallup tarafından 2-4 Mart tarihleri arasında yapılan bir araştırmaya göre, Demokratlar arasında Hillary Clinton % 36, Barack Obama % 22, Al Gore % 18 (aday olmayacağını açıklamasına karşın Demokratlar arasında popülerliğini koruyor), John Edwards % 9, Joseph Biden % 3 (Delaware Senatörü-Demokrat), Wesley Clark % 2 (henüz aday değil), Bill Richardson ise % 1 oranında tercih
ediliyor. Bu sıralama karşısında sorulan soru şu: Amerikan halkı bir kadını ya da siyah ırktan bir politikacıyı başkan seçmeye hazır mı? Hillary Clinton ya da Barack Obama önseçimleri kazanıp Demokrat Parti adayı olarak seçime girerse, buna Amerikan halkının tepkisi nasıl olur?

Bir Afrikalı-Amerikalı ya da Hispanik Amerikan Başkanı Olabilir mi?

Cumhuriyet gazetesinin 1 Ağustos 2004 tarihli sayısında çıkan yazımda şu satırlar yer alıyordu: “Kör bir iyimserlikten ya da hakkında konuşmazsak işsizliğin yok olup gideceğini, sağlık sorunlarının kendi kendine çözüleceğini sanan bir boş vermişlikten bahsetmiyorum. Daha temel bir şeyden söz ediyorum. Bu, ateşin etrafında oturup özgürlük şarkıları söyleyen kölelerin umudu; uzak kıyılara kaçan göçmenlerin umudu; Mekong Deltası’nda devriye gezen genç askerlerin umudu; bir işçinin zorluklara göğüs geren oğlunun umudu; Amerika’da kendisine de yer olduğuna inanan garip isimli çelimsiz çocuğun umudu! Bu umudun azmi!”

Bu sözlerin sahibi, 26-29 Temmuz 2004 tarihlerinde Boston’da yapılan Demokrat Parti Kurultayı’nda muhteşem bir konuşma yapan Barack Obama’ydı. Son derece etkileyici üslubuyla, ben dahil salonda bulunan binlerce kişiyi ayağa kaldıran Obama, tartışmasız kurultayın yıldızıydı. Dört gün süren kurultay boyunca, Bill Clinton, James Carter, Hillary Clinton, Al Gore, John Kerry, John Edwards, Nancy Pelosi ve Wesley Clark başta olmak üzere Demokratların önde gelen birçok ismi konuşmuştu ama en büyük alkışı Barack Obama almıştı. Öyle ki, bugün 45 yaşında olan bu genç politikacı, aynı yıl yapılan seçimlerde, Illinois eyaletinden Senato’ya seçilmeyi başardı. Bu, Amerikan tarihinde daha önce yalnızca 4 kez yaşanmış ender bir durumdu. Obama şu anda, Amerikan Senatosu’nda görev yapan tek Afrikalı-Amerikalı senatör.

“Amerika’da kendisine de yer olduğuna inanan garip isimli bu çocuk”, 10 Şubat 2007’de Washington’da başkanlık seçimi için yarışacağını duyurdu. Açıklamayı yaptığı nokta, 1858’de Abraham Lincoln’ün köleliğe karşı savaşını başlattığı ünlü konuşmasını yaptığı yerdi.

Obama’yı 2004’te medyada adeta bir rock yıldızı haline getiren şey, o günlerde Amerikan halkının gerçekten ihtiyaç duyduğu “yeniliği” yansıtması ve parti tabanında heyecan yaratmasıydı. Nitekim, bugünkü stratejisini de aynı temele oturtuyor ve “Artık değişim vakti” diyor. Gençliği ve deneyimsizliği kimilerince eleştirilse de, “Washington’a özgü yöntemleri öğrenecek kadar zamanım olmadı belki ama Washington’un değişmesi gerektiğini anlayacak kadar bulundum orada” diye yanıt veriyor. Afrikalı-Amerikalılar arasında yüksek bir popülariteye sahip olan Obama, aynı zamanda bu kesimin hayallerindeki imajı da destekliyor. “Bizden birisinin başkan olduğu gün, çocuklarımıza bu ülke özgürdür” diyebileceğiz şeklinde konuşanların sayısı az değil. “Rosa Parks, zamanında otobüsteki koltuğundan kalmadığı için bugün Obama aday olabiliyor” diyorlar. Yani Barack Obama’nın adaylığı, Amerika’daki siyah ırkın gösterdiği gelişmenin kanıtı olarak görülüyor. Nitekim, Dışişleri Bakanı Condeleeza Rice da, bu görüşe destek verip, onu politikacı olarak beğendiğini söylüyor. Fakat asıl soru şu: Amerikan halkı, siyah ırktan Kenyalı bir baba ile Kansaslı beyaz bir annenin Barack Hussein Obama adlı oğlunu gerçekten başkan seçer mi? Orta-Batı’daki muhafazakar beyaz Amerikalılar böyle bir adaya oy verir mi? Herkesi düşündüren soru bu. Obama ise, insanların sağlık, eğitim, iş, terörizm konusundaki endişelerine yanıt verdiği sürece, ırk konusunun belirleyici olmayacağına inanıyor.

Bana kalırsa, Barack Obama’nın seçimlerde büyük rol oynayacak siyah nüfusun oylarını garanti göremeyeceğini de göz önünde tutmak gerekir. Bu kesimin ağırlıklı bir şekilde Demokrat adaylara oy verdiği bir gerçek. 2004 seçimlerinde, John Kerry siyah nüfusun oylarının % 89’unu almıştı. Fakat sorun şu ki, siyahlar arasında Obama’yı “yeterince siyah” bulmayanlar da var. Annesi beyaz olduğundan değil, yıllar içinde bu grupla olan bağlarını güçlendirmediğini düşünüyorlar. Bu nedenle de, bu yönde düşünenler sadece siyah olduğu için onu değil, Hillary Clinton’ı tercih ediyorlar. Ne de olsa Hillary Clinton, eşinin başkanlığı sırasında bu kesimle iyi ilişkiler geliştirmeyi ihmal etmemişti. Bill Clinton’a olan bağlılıkları aynen eşine de yansır mı, bunun da değerlendirmesini iyi yapmak gerekir.

2008 başkanlık seçiminin en renkli simalarından bir diğeri de, 59 yaşındaki New Mexico Valisi Bill Richardson. Amerika’nın Birleşmiş Milletler nezdindeki eski büyükelçilerinden olan Richardson, Bill Clinton’ın başkanlığı sırasında Enerji Bakanlığı da yaptı. Bill Richardson seçilirse, ilk Hispanik kökenli Amerikan Başkanı olacak. Enerji bağımlılığını azaltma, iş olanakları yaratma ve okulları daha iyileştirme konularına önem vereceğini bildiren Richardson, merkezci politikalarının Amerikan seçmenlerinden oy alacağını savunuyor. Fakat Richarson’ın Demokrat Parti kongrelerinde Hillary Clinton ve Obama karşısında fazla şansı bulunmuyor ve bu nedenle medya kendisine fazla yer vermiyor.

E- Irak Savaşı Konusunda Aldıkları Tutumlar

1- 2002 Yılında Irak’a Asker Gönderilmesi İçin Kongre’de Yapılan Oylama

Amerika’da siyasi arenaya Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti olmak üzere iki büyük partinin tamamen egemen olması nedeniyle, seçimlerde oylar da genellikle birbirine oldukça yakın bir oranda ikiye bölünüyor. Geçtiğimiz yıl yapılan Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçilerin ağır bir yenilgi almasının temel nedenlerinden birisi, Irak Savaşı ve terörle mücadelede hükümetin izlediği politikaların halktan onay görmemesi olarak ortaya çıkmıştı.

Irak’ta şiddetin her gün yüzlerce can aldığı ve hala herhangi bir çıkış stratejisinin geliştirilemediği bir ortamda, bu konunun 2008 başkanlık seçimlerine de damgasını vuracağı anlaşılıyor.

Başkanlık yarışı için adaylıklarını açıklayanlar arasında, Irak’a askeri güç gönderilmesi için 2002 yılında Amerikan Kongresi’nde yapılan oylamaya karşı o dönemde olumsuz tavır almış olan sadece birkaç isim var. Ve bu politikacılar, işgalin, başından beri büyük bir hata olduğunu ve olumlu oy kullanarak Bush’un politikasına o gün destek vermiş olanların bugün gelinen durumdan sorumlu olduklarını sürekli olarak hatırlatıyorlar. Aslında, her iki partinin de adayları arasında oylamada karşı yönde oy kullanan tek kişi Demokrat Temsilciler Meclisi Üyesi Dennis Kucinich. Fakat Kucinich’in partinin başkan adaylığını kazanmasına pek ihtimal verilmiyor. Irak’ın işgaline en başından beri karşı çıkan bir diğer aday ise, o dönemde Kongre üyesi olmadığı için oylamaya katılamayan Barack Obama. Obama, seçim kampanyasını başlattığından bu yana, özellikle bu oylama konusunda rakipleri Clinton ve Edwards’ın üzerine gidiyor. Sonunda Edwards, 2002’de hata yaptığını ve asla Irak’a asker göndermeye onay vermemesi gerektiğini kabul ederek özür diledi. Aynı şeyi yapması konusunda baskılarla karşılaşan Hillary Clinton ise, bugün bildiklerini o gün bilseydi onay vermeyeceğini, o dönemde sadece Birleşmiş Milletler’in araştırma yapması için olumlu yönde oy kullandığını, fakat Bush’un onlar işlerini tamamlamadan aceleyle savaşı başlattığını söyleyerek özür dilemeyi reddetti.

2- Irak’ta Asker Sayısını Artırma ve Tamamen Çekilme Sorununa Yaklaşım

Diğer yandan, Bush’un Irak’taki asker sayısını çoğaltma önerisine hep birlikte karşı
çıkan Demokrat Parti adayları, Irak’tan çekilmenin nasıl olacağı konusunda anlaşmazlık içinde. Edwards, 18 ay içinde çekilmeyi ve Kongre’nin Irak için verdiği ödenekte sınırlama yapılmasını önerirken, Obama çekilmenin 2007’de başlaması ve 2008 Mart ayına kadar tamamlanması gerektiğini söylüyor. Irak’taki savaşın yeni başkanın göreve başlama tarihinden önce bitmesi gerektiğini bildiren Clinton ise, çekilme konusunda belirli bir başlayış ve bitiş tarihi vermiyor. Önerisindeki bu belirsizlik nedeniyle de, özellikle Obama tarafından eleştiriliyor. Bu tartışmalar yaşanırken, geçtiğimiz günlerde Demokratlar, Bush üzerinde baskı kurmak amacıyla Kongre’ye yasa teklifi vererek, Irak’taki Amerikan askerlerinin 2008 yılında, en geç eylül ayı başına kadar, çekilmelerini istedi.

Cumhuriyetçi Parti’de ise durum daha farklı. Amerika’nın Irak’ta yaşadığı başarısızlıktan kendilerini soyutlamaya çalışan Cumhuriyetçi adaylar, 2002’deki Kongre oylamasındaki tavırlarını sürdürerek, Irak’ın işgalini hala savunsalar da, daha çok savaşın idare edilmesindeki yöntemler ve bundan sonrasında alınacak kararlarda farklılaşıyorlar. Irak Savaşı’nı başından beri destekleyen John McCain, Bush’un asker sayısını artırma planının da en kuvvetli destekçilerinden. Buna karşın, şubat ayında Senato’da asker sayısı konusunda yapılan oylamalara katılmayarak tepki çekti. Cumhuriyetçi adaylardan Sam Brownback ise, sorumluluğun yavaş yavaş Iraklılara bırakılmasını öneriyor. Öte yandan, Başkan Bush ve generallerin istediği desteğin kendilerine verilmesi gerektiğine inanan Giuliani, Irak’tan kısa dönemde çekilmenin büyük hata olacağı inancında.

Bu farklı tutumlar, değişen öneriler ve karşılıklı suçlamalar ışığında, Irak konusunun önümüzdeki günlerde giderek gerginleşmesi beklenen seçim sürecinde daha fazla konuşulacağı açık. İşgale en başından beri karşı çıkan iki aday, onay verenleri suçlarken; onlarsa, ya Hillary Clinton’ın yaptığı gibi Bush’u suçlayarak, ya da John McCain’in yaptığı gibi, Rumsfeld’i “Amerikan tarihinin gelmiş geçmiş en kötü savunma bakanlarından biri” olarak niteleyerek kendilerini aklamaya çalışacaklar.

F- Cinsiyet: Artı mı, Eksi mi?

New York Senatörü Hillary Clinton, şu anda Demokrat Parti’deki en güçlü aday konumunda. Amerikan halkının hala unutamadığı eski Başkan Bill Clinton’ın zeki, esprili ve hırslı eşi, eğer seçilirse Amerika’nın ilk kadın başkanı olacak. Kuşkusuz ki, Hillary Clinton’ın en büyük şansı Bill Clinton. Fakat endişe duyulan husus, ona duyulan sevginin ne kadarının eşine oy olarak dönüşeceği. Bu endişenin temelinde, muhafazakar Amerikalıların henüz bir kadını ülkeye başkan olarak seçmeye hazır olmadığı gerçeği de yatıyor.

Öte yandan, Amerika’daki seçmenlerin çoğunluğunun kadın olduğu düşünülecek olursa, Hillary Clinton’ın avantajlı olduğu söylenebilir. “Eşit işe eşit ücret” sloganını her fırsatta dile getiren Clinton, önde gelen kadın kuruluşlarının desteğini almış durumda. Ayrıca, Bill Clinton döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Madeleine Albright ta kendisine tam destek veriyor.

Görüldüğü gibi, cinsiyet konusundaki artıların mı yoksa eksilerin mi üstün geleceğini bu aşamada tam olarak tahmin etmek zor.

***
Bütün bu bilgiler ışığında konuyu değerlendirirsek, bu erken aşamada adayların seçilebilirliği konusunda neler söylenebilir? Bu soruya, daha önce sözünü ettiğim Time dergisi araştırmasının bulgularından yararlanarak bir yanıt vermek mümkün.

1-Hillary Clinton’ı tanıyan seçmenlerin % 58’i onun hakkında olumlu düşünürken, % 41’i olumsuz düşünüyor. Hillary Clinton’da +17 olarak belirlenen bu oran, diğer adaylarda onların lehine çok daha fazla: Obama’da +47, Giuliani’de +68, John McCain’de +45.

2- Araştırmaya gore, seçim eğer bugün (yani araştırmanın yapıldığı Ocak 2007’de) yapılmış olsaydı, her iki partiden de en büyük desteği % 56 ile Giuliani alıyor. Onu % 51 ile Hillary Clinton, % 50 ile John McCain ve yine % 50 ile Barack Obama izliyor.
Seçim kampanyasının ilerleyen günlerinde, adayların rakiplerini yıpratmak üzere, karşılıklı olumsuz propaganda yöntemlerine başvurması muhtemeldir. Nitekim, seçim süreci başladığından bu yana, Obama’yı zor duruma sokabilecek haberlerin medyada sık sık yer aldığı görülüyor. Senatör olduktan sonra bazı hisse senetleri aldığı ve bu senetlerin ait olduğu şirketlerin yararına Senato’da yasa çalışmalarına ön ayak olduğu, beyaz ırktan atalarının köle sahibi olduğu, Harvard Hukuk Fakültesi’nde okuduğu günlerden kalan otopark cezasını aday olduktan sonra ödediği yazılıyor gazetelerde. Genç senatör, hisse senetlerinin kendisinin bilgisi dışında yatırımcısı tarafından alındığını ve bunu öğrenir öğrenmez senetleri sattığını bildirse de, önümüzdeki günlerde bu tür haberlerin medyada artması beklenebilir.

Bakalım 2008 Kasım ayına kadar hangi aday kampanyası için en çok parayı toplayıp, halk tarafından “en çok yemeğe davet edilmek istenen politikacı” olmayı başaracak? O da ne demeyin? Amerikan başkanlık seçimleri için yapılan kamuoyu araştırmalarının kilit sorularından birisidir bu. Halk kimi en çok yemek masasında konuk olarak görmek istiyorsa, en popüler olan o demektir.

27 Mart 2007 Salı

ABD'nin 44. Başkanı Kim Olabilir (I. Bölüm)

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Strateji Eki/ 26 Mart 2007 Yıl:3 Sayı: 143

Amerikan halkı, gelecek yıl George W. Bush’tan sonra görevi devralacak olan 44. başkanını ve Dick Cheney’den sonra göreve gelecek 47. Başkan Yardımcısını seçecek. 4 Kasım 2008’de yapılacak seçim için süreç şimdiden başladı. Demokrat Parti’den ve Cumhuriyetçi Parti cephesinden adaylıklarını erkenden açıklayanların kimlikleri, bunun Amerikan tarihinin en çekişmeli, renkli ve heyecanlı seçimi olacağını gösteriyor. Çünkü hem birçok ilk aynı anda yaşanıyor, hem de Amerikan tarihinde 1928’den bu yana ilk kez, ne görevde olan başkan ne de başkan yardımcısı seçime katılıyor. (İngilizce’de “open-seat” olarak tanımlanan durum.) Bu da demek oluyor ki, Beyaz Saray’ın ev sahipleri tamamen değişecek.

Öne Çıkan Adaylar Kimler?

2008 yılında Amerika, ilk kez bu kadar farklı köken ve gruplardan gelen adayların yarıştığı bir başkanlık seçimine sahne olacak. Her iki partiden öne çıkan adaylar şöyle: Başkanlık için aday olan ilk Afrikalı-Amerikalı senatör Barack Obama (Demokrat); seçilirse ilk kadın başkan olacak eski First Lady Hillary Clinton (Demokrat); ilk Latin kökenli aday New Mexico Valisi Bill Richardson (Demokrat); 2004’te Demokrat Parti’nin adayı olarak Bush’la yarışan John Kerry’nin başkan yardımcısı adayı eski senatör John Edwards; Cumhuriyetçi Parti’nin nihai adayı olarak seçilirse, bu partiden başkanlığa aday gösterilen ilk Katolik olarak tarihe geçecek olan eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani (Cumhuriyetçi); Irak’ta savaşı kazanmak için şiddetle asker sayısının artırılmasını savunan Arizona Senatörü John McCain (kampanyasına yardım toplamak için komite kurdu fakat adaylığını resmen nisan ayında açıklayacağını duyurdu); New Orleans kasırgasından sonra yaptığı bazı açıklamalar nedeniyle ırkçılıkla suçlanan Newt Gingrich (eski Temsilciler Meclisi Sözcüsü); sonradan Katolikliğe geçen eski bir Evanjelist, Kansas Senatörü Sam Brownback (Cumhuriyetçi); seçilirse ülkenin ilk Mormon başkanı ünvanını alacak olan eski Massachusetts Valisi Mitt Romney.

Her iki partiden adaylık için yarışacağını duyuran başka politikacılar olsa da, şu ana kadar partilerin kendi içinde yaptığı araştırmalara göre, tercihler özellikle bu adı geçen adaylar üzerinde yoğunlaşıyor. Önümüzdeki günlerde sürpriz bir büyük isim ortaya çıkmazsa, Amerika’nın yeni başkanı bu isimlerden birisi olacak. Fakat adayların önce kendi partileri içinde yapılacak eyalet kongrelerindeki önseçimleri kazanmaları gerekiyor. Seçim takvimine göre, bu kongrelerin ilki 14 Ocak 2008’de Iowa eyaletinde yapılacak. Daha sonra ülke çapındaki diğer eyaletlerde yapılacak önseçimlerde delegelerden en çok oyu alan aday, her partinin kurultayında resmi başkan adayı olarak belirlenecek. Demokrat Parti Kurultayı, 25-28 Ağustos 2008’de Denver’da, Cumhuriyetçi Parti Kurultayı ise 1-4 Eylül 2008’de Minnesota’da gerçekleştirilecek.

Seçilebilirliği Etkileyecek Temel Faktörler

A-Karakter


Söz konusu Amerikan başkanlık seçimi olduğunda, Amerikan halkının, adayların ülke meseleleri hakkında benimsedikleri politikalardan daha çok karakterlerine önem verdiği bilinmektedir. Mart ayının ilk haftasında Associated Press-Ipsos tarafından yapılan kamuoyu araştırması göre, % 55 oranındaki katılımcı, dürüstlük başta olmak üzere diğer değerleri ve karakteri, bir adayda aranan en önemli nitelikler olarak belirledi.

Araştırmaya göre, Demokratlar arasında % 38 ile Hillary Clinton başı çekerken, onu % 21’le Barack Obama, % 14’le Al Gore, % 10’la John Edwards izliyor. Karaktere önem verenler arasında Hillary Clinton, kamuoyundaki güçlü karakteri, zeki ve hırslı imajıyla ve önem verdiği konuların üzerine giden tavrıyla puan topluyor. Fakat kanımca, Hillary Clinton ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus, onun Demokratlar arasındaki popülaritesinin genel halk ölçeğine yansımayabileceği. Çünkü, Amerikalıların alışmadığı bir şekilde oldukça aktif olarak geçirdiği “First Lady”lik döneminde, ülkenin bir bölümünün kalbinde yer kazanırken, bir bölümünde de ona karşı büyük bir antipati gelişmiş durumda. Ya çok seviliyor ya da nefret ediliyor. Bu durum da, kararsız ve merkezdeki seçmenden fazla oy alamayacağını düşündürebilir. Ocak ayı başında açıklanan bir CBS News araştırması, toplam seçmenin % 38’inin ve Cumhuriyetçilerin % 78’inin Hillary Clinton’a olumlu bakmadıklarını ortaya koydu.

Barack Obama’nın Hillary Clinton ile baş başa geldiği nokta ise, henüz kısa olmasına karşın senatörlük döneminde yürüttüğü çalışmalar. Kamuoyunda yeterince tanınmaması bu aşamada handikap olarak ortaya çıkıyor. Çünkü diğer iki rakibi, Clinton ve Edwards, uzun yıllardır kampanya yürütüyorlar.

Fakat eğer adayların benimsedikleri politikalar ana kriter alınacak olursa, Clinton’ın bu konuda zorlanacağı söylenebilir. Senato’daki çalışmaları sırasında kimi zaman Cumhuriyetçilerle birlikte hareket ederek, büyük şirketler lehine desteklediği yasa teklifleri ve savunduğu merkezci politikalar nedeniyle de oportünist olmakla eleştiriliyor. Hatta, 1996 ve 2000 seçimlerinde Yeşil Parti’den, geçen yıl da bağımsız olarak başkanlık yarışına katılan Ralph Nader, dış politikada “Demokratik bir Şahin” olarak tanımladığı Hillary Clinton’ın büyük ticari sermaye ile ilgili konularda Cumhuriyetçilerle çok benzeştiğini, bu nedenle de Cumhuriyetçilerin karşılarında onun gibi bir aday olunca ne yapacaklarını şaşırdıklarını yazdı. Acaba bu oynak zemin, Clinton’ı nereye taşır? Sonuç olarak, Demokratların adayı olarak belirlense bile, karşısına Rudy Giuliani gibi halkın takdirini kazanmış bir aday çıktığında ne yapabileceği şüphelidir.

Cumhuriyetçi Parti’de ise, ilk üç sırayı Giuliani (% 35), John McCain( % 22), Newt Gingrich (% 11) paylaşıyorlar. Karakter ve liderlik niteliklerine önceliği verenler arasında Giuliani önderliğini sürdürürken, McCain, bir liderdeki en önemli özelliği deneyim olarak görenler arasında Giuliani’ye yetişiyor.

B- Seçim Kampanyası İçin Yardım Toplama Kapasitesi

Amerikan siyasetini yakından izleyen herkes bilir ki, seçim kampanyasında en çok yardımı kim toplarsa, onun kazanma şansı da en yüksektir. Amerika’da başkan adayları, en başta kampanyalarına para toplamak için yarışırlar ve hangisinin bu konuda kabiliyeti fazlaysa, o en şanslı aday durumuna gelir. Çünkü bu durumda kampanyasını yürütmek için en fazla parayı toplamıştır ve böylelikle, rekabetin acımasızca sürdüğü, şampuan ilaç seçiminden başkan seçimine kadar her şeyin reklama dayandığı bu ülkede, en çok reklamı da o yapacaktır. Yürütülen kampanyaların boyutları öylesine kapsamlıdır ki, internetten, televizyona, radyolardan gazetelere, el broşürlerinden evlere açılan telefonlara kadar, adaylar her yolu deneyerek seçmenlere ulaşmaya çalışır. Bu nedenle, başkanlık yarışına katılacak adayların şu andan itibaren Kasım 2008’e kadar milyonlarca dolar toplaması gerekmektedir.

Federal Seçim Komisyonu’nun (FEC) yaptığı açıklamaya göre, 2008 başkanlık seçimi için 1 milyar dolardan fazla para harcanacak. Yani seçimde Cumhuriyetçi Parti’yi ve Demokrat Parti’yi nihai olarak temsil edecek olan iki aday, 500’er milyon dolar para toplamış olacak. Kendilerinden önceki adayların önseçimler sırasında topladıkları paralar da eklenince, bu miktar 1 milyar doları aşacak.. FEC Üyesi Michael E. Toner’in verdiği bilgiye göre, “her bir adayın ciddi bir aday durumuna gelmesi için, 2007 sonuna kadar en azından 100 milyon dolar para toplaması gerekiyor.”

Durum böyle olunca, adaylar içinde en şanlısının Hillary Clinton olduğunu belirtmek gerek. Amerika’da Watergate skandalı sonrasında yolsuzlukları önlemek ve kampanyalara yapılacak yardımları sınırlamak için yürürlüğe konan 1974 tarihli FECA (Federal Seçim Kampanyası Yasası), başkanlık seçimini kısmen kamu finansmanına bağlıyor. Buna göre, kamu finansmanından yararlanmak isteyen adayların, alacakları yardımların miktarını sınırlamayı ve yapacakları harcamaları belli bir düzeyde tutmayı kabul etmeleri gerekiyor. Yasaya göre, bu limit önseçimler için 50, genel seçimler için 84 milyon dolar. Hillary Clinton, kamu finansmanı almadan bu miktardan daha fazla toplayabileceğini belirterek, hem önseçimler için hem de genel seçim için sistemden yararlanmayı reddetti. Böylece Clinton, 1974’te uygulama başladığından bu yana seçim süresince hiçbir şekilde kamu finansmanı sağlamayacağını duyuran ilk politikacı oldu. Bu şekilde, istediği kadar yardım toplayıp istediği kadar harcayacak. Clinton’ın ardından John Edwards da onu izleyerek aynı yönde açıklama yaptı. Fakat Barack Obama’nın Federal Seçim Komisyonu’na yaptığı önerinin kabul edilmesi üzerine, John McCain ve Obama başka bir yöntem belirlediler. Buna göre, her iki aday da, önseçimlerde kamu finansmanını kullanırken, genel seçim için bu sistem dışında para toplamaya başlayacaklar. Eğer önseçimleri kazanıp genel seçimde partiyi temsil edecek aday olurlarsa, karşı partinin adayının da aynı öneriyi benimsemesi durumunda topladıkları parayı iade edip, kamu finansmanını seçebilecekler. Henüz kesin bir karar açıklamayan Giuliani ise, genel seçime yönelik olarak para toplama çalışmalarına başlamış durumda.

Bu arada, Hillary Clinton’ın para toplama konusundaki kendisine güvenli tavrı, son günlerde Hollywood’dan gelen bir haberle bir miktar sarsılmış durumda. Geçmişte Bill Clinton’ı destekleyen Dreamworks’un kurucularından David Geffen, bu defa Barack Obama’nın kampanyasına destek verdi. Ayrıca seçim kampanyalarının yardım şampiyonu ünlü iş adamı George Soros, kamu finansmanı yasasına göre ferdi olarak yapabilecek en büyük yardımı yaparak, adaylığı açıklanır açıklanmaz Obama’nın kampanyasına 2100 dolar gönderdi. Diğer yandan, Bill Clinton eşinin yardımına yetişti ve haftada 1 milyon dolar toplamayı hedefleyen bir email kampanyası başlattı. Anlaşılan o ki, Amerikan tarihinin bu en pahalı başkanlık seçimi dolarların kıyasıya rekabetine sahne olacak.

C-Sosyal Konulardaki Tutumlar: Eşcinsel Evliliği, Kök Hücre Araştırmaları, Kürtaj, Silah Kontrolü

Amerikan toplumunda son yıllarda gündemi işgal eden sosyal konularda adayların almış olduğu tavırlar da seçimin sonucunu belirleyecek önemli faktörler arasında. Özellikle eşcinsel evliliği, kök hücre araştırmalarına izin verilmesi ve kürtaj konularında Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında derin görüş ayrılıkları bulunuyor. Demokratlar, bu konulara bireysel özgürlük temelinden yaklaşıp kişilerin tercih haklarına saygı duyulmasını savunurken, Cumhuriyetçiler, toplum ahlakı ve din açısından karşı çıkıyorlar.

Demokratlar arasında bu konularda herhangi bir anlaşmazlık görülmezken, Cumhuriyetçiler arasında farklı fikir ve tavırlar ortaya konulabiliyor. Örneğin, Cumhuriyetçi Sam Brownback, kürtaj hakkına ve eşcinsel evliliklerine karşı savaşmak için yarışa girdiğini açıklarken, Rudy Giuliani, “kürtaja ahlaken karşı olsa da, sonuçta bir kadının bu nedenle hapse atılamayacağını ve tercih hakkı olabileceğini” söylüyor. Bir zamanlar rahip olmayı düşünen ama sonradan kendini politikada bulan Katolik Giuliani’nin, bu tavrı almasının asıl nedeninin New York Belediye Başkanlığı’na aday olduğu sırada, çoğunluğu liberal olan eyalet nüfusunun oylarını alabilmek için yaptığı bir manevra olduğu da iddia ediliyor. Giuliani’nin muhafazakarlar tarafından eleştirilmesine neden olan bir diğer tavrı, silah kontrolünü savunması. Rudy Giuliani’nin Cumhuriyetçi politikalara ters düşen bu görüşlerinin, eğer inandırıcı olabilirse, son aşamada merkeze yakın bazı Demokratlardan ve kararsızlardan oy toplamasına neden olması da bir başka olasılık. Çünkü Amerikan halkı, onu 11 Eylül sırasında New York Belediye Başkanlığı sırasındaki başarılı yönetimiyle hatırlıyor. 2001 yılında Time dergisinin “Yılın Kişisi” seçtiği Giuliani, halk tarafından “Amerika’nın Belediye Başkanı” olarak tanımlanıyor.

Amerikan halkını bıçakla kesilmiş gibi ikiye ayıran bu konuların seçim sürecinde iyice kızışacağı anlaşılıyor. Fakat şurası kesin ki, eşcinsellerden Cumhuriyetçilere oy yok.