© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 3 Ekim 2010
Bir süredir New York’tayım. Amerika’da kasım ayında yapılacak ara seçimlerden önce siyasi atmosferi yakından takip ediyorum.
Doğrusu, Obama’nın Başkan seçildiği ilk dönemde ülkeye ve hatta dünyaya hakim olan umudun izleri yok olmuş. Daha da önemlisi, toplum, Bush ikinci kez seçildiğinde olduğu gibi yine çok büyük bir kutuplaşmanın içine girmiş.
Bir yanda aşırı sağcıların önderlik ettiği Çay Partisi Hareketi'nin (Tea Party Movement), diğer yanda merkezde ve daha solda yer alanların bulunduğu müthiş bir çekişme devam ediyor ülkede.
Son aylarda Dünya Ticaret Merkezi’nin yakınında yapılması düşünülen cami nedeniyle artan gerginlik, ünlü program yapımcısı Glenn Beck’in organize ettiği toplantıyla iyice tırmandı.
Ağustos ayında Washington’da ülkenin onurunu geri kazanmak adına düzenlenen “Restoring Honor” adlı bu toplantı, politik olmayacağı söylenmesine karşın, siyasi kutuplaşmayı daha da artırdı. Sarah Palin’in yaptığı konuşma ve dini söylemin politik söyleme karıştığı sloganlar, Çay Partisi Hareketi’ne destek eylemine dönüştü.
Düzenleme komitesi 100 bin kişiyi beklerken 87 bin katılımcı oldu. Ancak katılımcı sayısından çok, toplantının aşırı sağ kesime aşıladığı dinamizme dikkat etmek gerek...
***
Bugün Amerika’da olan şu: Ülkedeki göçmenlerden, özellikle Müslümanlardan nefret eden, onları ikinci sınıf insan yerine koyup bunu söylemekten çekinmeyen, Obama’nın da Müslüman olduğuna ciddi şekilde inanan, aşırı dindar ve tutucu bir sağ kesim yükselişte...
Nasıl Bush zamanında ondan nefret edip ülkeyi terk etme noktasına gelen Amerikalılar varsa, bugün de Obama’dan aynı derecede nefret edenler var. Ama onların tercihi ülkelerini terk etmek değil; bunun yerine, ilk seçimde Obama’yı Beyaz Saray’dan göndermeye ant içmişler.
Bu hedefe öyle kilitlenmişler ki, her türlü akıl almaz lafı edip, inanılmaz olaylar karşısında bile tepkisiz kalıyorlar. Örneğin, New York’ta bir taksi şoförü Müslüman olduğu için bir yolcu tarafından bıçaklanıyor ama aşırı sağcılardan kınama sözleri duyulmuyor.
Yine New York’ta birisi bir camiye giriyor, namaz kılanlara “terörist” diye bağırarak seccadelerin üzerine işiyor, yine ses yok. Amerika’nın etnik ve kültürel açıdan en karışık olduğu kent New York. Burada bunlar oluyorsa, siz Orta Amerika’yı düşünün...
Bu yaşananlar karşısında bir akıllı yok mu çıkıp, “Yahu ne yapıyorsunuz? Delirdiniz mi? Kendinize gelin, aklınızı başınıza toplayın!” diyecek diye düşünüyor insan...
İşte o akıllılar sonunda ortaya çıktı. Comedy Central kanalındaki programlarından tanıdığımız Jon Stewart ve Stephen Colbert, politikada aklıselimi öne çıkarmak için harekete geçtiler. Ünlü komedyenler, 30 Ekim’de Washington’da yapılacak olan “Rally to Restore Sanity” adlı mitinge önderlik ediyor.
Etkinliği duyurmak için Facebook’ta açılan sayfada, şimdiden 141 binden fazla insan katılacağını bildirmiş. New Yorklular arasında o gün araba kiralayıp arkadaşlarıyla Washington’a gideceğini söyleyen epey insan var.
“Neden bu kadar büyük ilgi çekti bu miting?” diye merak edip araştırınca anlaşılıyor ki, ülkedeki kutuplaşma fena halde yıldırmış toplumu. Birçok kişi, genellikle bu tür etkinliklerin aşırı uçları buluşturduğunu, ama Stewart ve Colbert’in katılacağı mitingin, komedi, mantık ve sağduyu hayranlarını bir araya getireceğini düşünüyor.
AM New York gazetesinde çıkan bir habere göre, New York Üniversitesi’nden Allen Feldman, bu tip toplantıların sorunların çözümüne katkıda bulunmadığını söylemiş.
Bakalım Stewart ve Colbert, en azından bir süre için politikada aklıselimi hakim kılabilecek mi?
-
Glenn Beck etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Glenn Beck etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Ekim 2010 Pazartesi
6 Haziran 2010 Pazar
Obama'dan Altın Öğüt
© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 6 Haziran 2010
Obama, başarılı konuşmalarıyla ünlü bir siyasetçi. Ben, kendisini 2004’te Boston’da Demokrat Parti Kurultayı’nda ilk kez canlı dinledikten sonra, Cumhuriyet'te, başkanlık adaylığının bu konuşmadan sonra gündeme geldiğini yazmıştım.
O günden beri de Obama'nın konuşmalarını dikkatle dinliyorum. Özenle yazılmış, vurucu metinler var bu başarının ardında...
Tabii bana göre, bunların içinde TBMM’de yaptığı konuşmayı ayırmak gerekir. Çünkü ben, Obama’yı Meclis’te ayakta alkışlayan milletvekilleriyle aynı düşünmüyorum. O dönemde yazdığım bir yazıda da belirttiğim gibi, Obama’nın TBMM konuşmasında Türkiye’nin başına iş açacak önemli ayrıntıların izleri vardı...
Bugünkü yazıma konu olan ise, Obama’nın son dönemde yaptığı en iyi konuşmalardan birisi. Yine 29 yaşındaki Jon Favreau tarafından mı kaleme alındı bilmiyorum; ama sonuçta şu satırlar, Obama’nın başarı hanesine yazıldı:
“Sadece The New York Times okuyorsanız, arada bir The Wall Street Journal’in sayfalarına da göz gezdirmeye çalışın. Eğer Glenn Beck ya da Rush Limbaugh hayranıysanız, The Huffington Post’ta birkaç köşe yazısı okumayı deneyin. Öfkelenebilirsiniz, fikirleriniz de çoğunlukla değişmeyebilir. Ama karşıt görüşleri dinlemek, etkin bir vatandaşlık için gereklidir.”
Obama, bunları Michigan Üniversitesi’nin diploma töreninde söyledi. Mezun olan öğrencilere anlamlı bir öğüt verdi. Tea Party Movement (Çay Partisi Hareketi) ile radikal sağın ve ırkçılığın yeniden yükselişe geçtiği, ideolojik kutuplaşmanın derinleştiği Amerika’da bundan daha değerli bir öğüt olamazdı.
***
Bizde olduğu gibi, Başbakanın, iktidar partisini eleştiren gazeteler için “Almayın, okumayın bunları!” dediği bir ülkeden bakınca nasıl tezat değil mi?
Bir an için hayal edelim; Başbakan şöyle demiş olsaydı:
“Sadece Zaman okuyorsanız, arada bir Cumhuriyet’in sayfalarına da göz gezdirmeye çalışın. Eğer Uğur Dündar ya da Yılmaz Özdil hayranıysanız, Yeni Şafak’ta birkaç köşe yazısı okumayı deneyin. Öfkelenebilirsiniz, fikirleriniz de çoğunlukla değişmeyebilir. Ama karşıt görüşleri dinlemek, etkin bir vatandaşlık için gereklidir.”
Başbakan, iktidarı eleştirenlere ve destekleyenlere aynı mesafede durabilseydi, acaba medya bugünkü kadar kamplaşır mıydı? “Yandaş medya”, “candaş, yoldaş medya” ayrımları yapılır mıydı?
Belki, “Medya bu ülkede her zaman farklı kutuplara ayrılmıştır. Her iktidar bazı gazetelere daha yakın olmuştur” diyebilirsiniz. Ama medyanın bugünkü kadar gazetecilik etiğini yerle bir eden utanç verici bir hale geldiğini herhalde söyleyemezsiniz.
Gerçekleri çarpıtma pahasına yapılan yayınlar, ağza alınmayacak hakaretler havada uçuşurken, zorba ve çığırtkan bir medya doğdu.
Bu gelinen noktada suçlu kim? Medya üzerinde baskı kuran siyasetçiler, buna direnmeyen patronlar ve mesleki ilkeleri koruyamayan gazeteciler...
***
Peki ne yapmalı?
Gazeteciliği yeniden saygın meslekler arasına sokmak için yapılabilecek çok şey var. Gerçeği yazmak, haber diline özen göstermek, haberin kanıtlanabilir olmasına dikkat etmek, kimsenin kişilik haklarına saldırmamak, gazeteciliğin kamu yararı için yapılan bir meslek olduğunu unutmamak gibi...
Obama’nın konuşmasında adları geçen Glenn Beck ve Rush Limbaugh, Amerika’da dinci sağın en önde gelen medya figürleri. İkisi de, Obama yönetimini şiddetle ve insafsızca eleştiriyor.
Ancak yine de Obama, “O adamları izlemeyin, dinlemeyin” demiyor; “Arada bir farklı görüşlere de bakın” diyor.
Meselenin çözümü de burda; etkin vatandaşlık ve başarılı iktidar için karşıt görüşleri de öğrenmek gerek. Çare, yok etmek, susturmak değil; önce dinlemek...
-
Tweet
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 6 Haziran 2010
Obama, başarılı konuşmalarıyla ünlü bir siyasetçi. Ben, kendisini 2004’te Boston’da Demokrat Parti Kurultayı’nda ilk kez canlı dinledikten sonra, Cumhuriyet'te, başkanlık adaylığının bu konuşmadan sonra gündeme geldiğini yazmıştım.
O günden beri de Obama'nın konuşmalarını dikkatle dinliyorum. Özenle yazılmış, vurucu metinler var bu başarının ardında...
Tabii bana göre, bunların içinde TBMM’de yaptığı konuşmayı ayırmak gerekir. Çünkü ben, Obama’yı Meclis’te ayakta alkışlayan milletvekilleriyle aynı düşünmüyorum. O dönemde yazdığım bir yazıda da belirttiğim gibi, Obama’nın TBMM konuşmasında Türkiye’nin başına iş açacak önemli ayrıntıların izleri vardı...
Bugünkü yazıma konu olan ise, Obama’nın son dönemde yaptığı en iyi konuşmalardan birisi. Yine 29 yaşındaki Jon Favreau tarafından mı kaleme alındı bilmiyorum; ama sonuçta şu satırlar, Obama’nın başarı hanesine yazıldı:
“Sadece The New York Times okuyorsanız, arada bir The Wall Street Journal’in sayfalarına da göz gezdirmeye çalışın. Eğer Glenn Beck ya da Rush Limbaugh hayranıysanız, The Huffington Post’ta birkaç köşe yazısı okumayı deneyin. Öfkelenebilirsiniz, fikirleriniz de çoğunlukla değişmeyebilir. Ama karşıt görüşleri dinlemek, etkin bir vatandaşlık için gereklidir.”
Obama, bunları Michigan Üniversitesi’nin diploma töreninde söyledi. Mezun olan öğrencilere anlamlı bir öğüt verdi. Tea Party Movement (Çay Partisi Hareketi) ile radikal sağın ve ırkçılığın yeniden yükselişe geçtiği, ideolojik kutuplaşmanın derinleştiği Amerika’da bundan daha değerli bir öğüt olamazdı.
***
Bizde olduğu gibi, Başbakanın, iktidar partisini eleştiren gazeteler için “Almayın, okumayın bunları!” dediği bir ülkeden bakınca nasıl tezat değil mi?
Bir an için hayal edelim; Başbakan şöyle demiş olsaydı:
“Sadece Zaman okuyorsanız, arada bir Cumhuriyet’in sayfalarına da göz gezdirmeye çalışın. Eğer Uğur Dündar ya da Yılmaz Özdil hayranıysanız, Yeni Şafak’ta birkaç köşe yazısı okumayı deneyin. Öfkelenebilirsiniz, fikirleriniz de çoğunlukla değişmeyebilir. Ama karşıt görüşleri dinlemek, etkin bir vatandaşlık için gereklidir.”
Başbakan, iktidarı eleştirenlere ve destekleyenlere aynı mesafede durabilseydi, acaba medya bugünkü kadar kamplaşır mıydı? “Yandaş medya”, “candaş, yoldaş medya” ayrımları yapılır mıydı?
Belki, “Medya bu ülkede her zaman farklı kutuplara ayrılmıştır. Her iktidar bazı gazetelere daha yakın olmuştur” diyebilirsiniz. Ama medyanın bugünkü kadar gazetecilik etiğini yerle bir eden utanç verici bir hale geldiğini herhalde söyleyemezsiniz.
Gerçekleri çarpıtma pahasına yapılan yayınlar, ağza alınmayacak hakaretler havada uçuşurken, zorba ve çığırtkan bir medya doğdu.
Bu gelinen noktada suçlu kim? Medya üzerinde baskı kuran siyasetçiler, buna direnmeyen patronlar ve mesleki ilkeleri koruyamayan gazeteciler...
***
Peki ne yapmalı?
Gazeteciliği yeniden saygın meslekler arasına sokmak için yapılabilecek çok şey var. Gerçeği yazmak, haber diline özen göstermek, haberin kanıtlanabilir olmasına dikkat etmek, kimsenin kişilik haklarına saldırmamak, gazeteciliğin kamu yararı için yapılan bir meslek olduğunu unutmamak gibi...
Obama’nın konuşmasında adları geçen Glenn Beck ve Rush Limbaugh, Amerika’da dinci sağın en önde gelen medya figürleri. İkisi de, Obama yönetimini şiddetle ve insafsızca eleştiriyor.
Ancak yine de Obama, “O adamları izlemeyin, dinlemeyin” demiyor; “Arada bir farklı görüşlere de bakın” diyor.
Meselenin çözümü de burda; etkin vatandaşlık ve başarılı iktidar için karşıt görüşleri de öğrenmek gerek. Çare, yok etmek, susturmak değil; önce dinlemek...
-
26 Ekim 2009 Pazartesi
Chomsky'den Nazi Analojisi
© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 25 Ekim 2009
Amerika, son birkaç aydır giderek şiddetlenen bir ideolojik çatışmaya sahne oluyor. Obama’nın başkan seçilmesi, ülkedeki aşırı sağı tam anlamıyla çıldırttı...
Bu çıldırma halinin en belirginleştiği platform ise medya... Glenn Beck, Rush Limbaugh, Billl O’Reilly, Michael Savage gibi medya figürleri, muhafazakârları ateşleyip, sağın lider boşluğunu fazlasıyla dolduruyor.
Gergin ortam öyle garip bir aldı ki, ülkede daha önce görülmeyen olaylar yaşanmaya başladı. Örneğin, ünlü Marksist filozof Slavoj Zizek’in New York’ta The Cooper Union’daki konuşması engellendi.
Zizek, “First as Tragedy, Then as Farce” adlı yeni kitabının tanıtımı için düzenlenen bir toplantıya katıldı. Ama konuşması, bir bomba ihbarı üzerine polis tarafından yarıda kesildi...
Bunun üzerine bina dışına çıkarılan Zizek, katılımcıların ayrılmak istememesi üzerine, konuşmasını sokakta sürdürmek durumunda kaldı.
Zizek’in yeni kitabının, yaşadığımız zorlu dönemde kendini yenileyip toparlaması için Sol’a bir çağrı olduğu biliniyor. Ayrıca, The New Rebuplic dergisinin, Zizek’i “Batı’daki en tehlikeli felsefeci” olarak nitelediğini de hatırlarsak, neden konuşturulmak istenmediğini anlayabiliriz...
Yine de, böyle bir olayın New York’un göbeğindeki The Cooper Union gibi seçkin bir eğitim kurumunda olması, hiç normal değil. Aynı binada Bush döneminde yapılan ve üç gün süren sosyalist bilimadamları toplantısını izlemiştim ben...
***
Amerika'da son dönemde olanların, normal sayılabilecek bir siyasi çekişmenin ötesine geçmesinden korkuluyor. Çünkü bir süredir ırkçı sesler daha fazla duyuluyor, toplumda ciddi bir kamplaşma hissediliyor. O kadar ki, Chicago olimpiyatları kaybedince, Cumhuriyetçiler kutlama bile yaptı...
Nitekim, son yaşananlar, Prof. Noam Chomsky’yi de ciddi şekilde endişelendirmiş. Ünlü dilbilimciye göre, ülkedeki gidişat ile Nazi Almanyası’na yol açan ortam arasında benzerlik var... “Bire bir aynı olmasa da, ürkütücü bir benzerlik var,” diyor Chomsky...
Ve yaptığı analojiyi şöyle anlatıyor: “1930’lar Almanyası’nda işsiz kalan çok sayıda insan, büyük sıkıntı çekiyordu ve durum giderek kötüleştiği için bir yanıt arayışı içindeydi. Şu anda da, Amerika’da milyonlarca işsiz insan, gelecek korkusu duyuyor. Onların aradığı yanıtı da aşırı sağ veriyor.
Halka şunu söylüyorlar: ‘Ülkeyi yöneten zengin liberaller, her şeye sahip, hükümet, medya onların elinde. Ama sizi düşünmüyorlar; çünkü kendi özel çıkarlarını koruma peşindeler. Sizin çalışıp kazandığınızı, yasadışı göçmenlere, gaylere vermek istiyorlar. Uygulamak istedikleri sağlık programı size fayda sağlamayacak. Onlara karşı gelmek zorundayız.’
Verdikleri yanıt bu, berbat bir yanıt ama sonuçta bir yanıt...”
Bu durumun, aklına Almanya’daki Weimar dönemini getirdiğini söylüyor Chomsky... Yoksulluk çekenlerin karşısına suçlu olarak Yahudilerin ve Bolşeviklerin konulduğunu ve bu ortak düşmana karşı birlikte hareket etmelerinin söylendiğini hatırlatıyor...
Sonra neler olduğunu, Almanya'dan yayılan faşizm dalgasının dünyayı ne hale getirdiğini biliyoruz. “Amerikan halkına gerçekten şu anda ne olduğu anlatılmazsa, korkarım başımız belaya girebilir,” diyor Chomsky.
Korkutucu bir tablo bu... Tarihin bir şekilde tekrarlanabileceğini düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor. Chomsky’nin uyarısı önemli. Yaşadığı işsizlik ve yoksulluk yüzünden suçlu arayışına girenlere mutlaka doğru bir yanıt verilmeli...
Bir kitle, biriktirdiği öfkeyi kusmak için yanlış yere kanalize olursa, faşizm Amerika’da hortlarsa, nice olur dünyanın hali...
Tweet
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 25 Ekim 2009
Amerika, son birkaç aydır giderek şiddetlenen bir ideolojik çatışmaya sahne oluyor. Obama’nın başkan seçilmesi, ülkedeki aşırı sağı tam anlamıyla çıldırttı...
Bu çıldırma halinin en belirginleştiği platform ise medya... Glenn Beck, Rush Limbaugh, Billl O’Reilly, Michael Savage gibi medya figürleri, muhafazakârları ateşleyip, sağın lider boşluğunu fazlasıyla dolduruyor.
Gergin ortam öyle garip bir aldı ki, ülkede daha önce görülmeyen olaylar yaşanmaya başladı. Örneğin, ünlü Marksist filozof Slavoj Zizek’in New York’ta The Cooper Union’daki konuşması engellendi.
Zizek, “First as Tragedy, Then as Farce” adlı yeni kitabının tanıtımı için düzenlenen bir toplantıya katıldı. Ama konuşması, bir bomba ihbarı üzerine polis tarafından yarıda kesildi...
Bunun üzerine bina dışına çıkarılan Zizek, katılımcıların ayrılmak istememesi üzerine, konuşmasını sokakta sürdürmek durumunda kaldı.
Zizek’in yeni kitabının, yaşadığımız zorlu dönemde kendini yenileyip toparlaması için Sol’a bir çağrı olduğu biliniyor. Ayrıca, The New Rebuplic dergisinin, Zizek’i “Batı’daki en tehlikeli felsefeci” olarak nitelediğini de hatırlarsak, neden konuşturulmak istenmediğini anlayabiliriz...
Yine de, böyle bir olayın New York’un göbeğindeki The Cooper Union gibi seçkin bir eğitim kurumunda olması, hiç normal değil. Aynı binada Bush döneminde yapılan ve üç gün süren sosyalist bilimadamları toplantısını izlemiştim ben...
***
Amerika'da son dönemde olanların, normal sayılabilecek bir siyasi çekişmenin ötesine geçmesinden korkuluyor. Çünkü bir süredir ırkçı sesler daha fazla duyuluyor, toplumda ciddi bir kamplaşma hissediliyor. O kadar ki, Chicago olimpiyatları kaybedince, Cumhuriyetçiler kutlama bile yaptı...
Nitekim, son yaşananlar, Prof. Noam Chomsky’yi de ciddi şekilde endişelendirmiş. Ünlü dilbilimciye göre, ülkedeki gidişat ile Nazi Almanyası’na yol açan ortam arasında benzerlik var... “Bire bir aynı olmasa da, ürkütücü bir benzerlik var,” diyor Chomsky...
Ve yaptığı analojiyi şöyle anlatıyor: “1930’lar Almanyası’nda işsiz kalan çok sayıda insan, büyük sıkıntı çekiyordu ve durum giderek kötüleştiği için bir yanıt arayışı içindeydi. Şu anda da, Amerika’da milyonlarca işsiz insan, gelecek korkusu duyuyor. Onların aradığı yanıtı da aşırı sağ veriyor.
Halka şunu söylüyorlar: ‘Ülkeyi yöneten zengin liberaller, her şeye sahip, hükümet, medya onların elinde. Ama sizi düşünmüyorlar; çünkü kendi özel çıkarlarını koruma peşindeler. Sizin çalışıp kazandığınızı, yasadışı göçmenlere, gaylere vermek istiyorlar. Uygulamak istedikleri sağlık programı size fayda sağlamayacak. Onlara karşı gelmek zorundayız.’
Verdikleri yanıt bu, berbat bir yanıt ama sonuçta bir yanıt...”
Bu durumun, aklına Almanya’daki Weimar dönemini getirdiğini söylüyor Chomsky... Yoksulluk çekenlerin karşısına suçlu olarak Yahudilerin ve Bolşeviklerin konulduğunu ve bu ortak düşmana karşı birlikte hareket etmelerinin söylendiğini hatırlatıyor...
Sonra neler olduğunu, Almanya'dan yayılan faşizm dalgasının dünyayı ne hale getirdiğini biliyoruz. “Amerikan halkına gerçekten şu anda ne olduğu anlatılmazsa, korkarım başımız belaya girebilir,” diyor Chomsky.
Korkutucu bir tablo bu... Tarihin bir şekilde tekrarlanabileceğini düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor. Chomsky’nin uyarısı önemli. Yaşadığı işsizlik ve yoksulluk yüzünden suçlu arayışına girenlere mutlaka doğru bir yanıt verilmeli...
Bir kitle, biriktirdiği öfkeyi kusmak için yanlış yere kanalize olursa, faşizm Amerika’da hortlarsa, nice olur dünyanın hali...
Etiketler:
Amerika,
Barack Obama,
Bill O'Reilly,
faşizm,
George W. Bush,
Glenn Beck,
işsizlik,
Michael Savage,
Noam Chomsky,
Rush Limbaugh,
Slavoj Zizek,
yoksulluk