21 Ekim 2012 Pazar

Nereye Kadar?

© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 21 Ekim 2012

Geçen ay Kuzey Carolina’nın Charlotte kentinde Demokratik Parti Kurultayı’nı izlerken farklı kesimlerden Amerikalılarla konuştum. Türkiye’den geldiğimi duyunca her biri değişik tepki verdi; bazısı hep görmek istediği bir ülke olduğundan söz etti, bazısı Türkiye hakkında bir fikri olmadığı için yönelttiği sorularla tanımaya çalıştı. Ancak birisi vardı ki, bilgisi ve yorumlarıyla beni şaşırttı. 

Öğlen saatlerinde bir masada oturmuş yemek yiyordum; 60’lı yaşlarında bir kadın masayı paylaşmak için izin istedi. 40 yıl önce Amerikan vatandaşı olan Naz isminde Pakistanlı bir kadındı. Gazeteci olduğumu öğrenince kendi öyküsünü anlatmaya başladı. Gençken Amerika’ya okumaya gelmiş, iletişim alanında doktorasını yapıp üniversitede ders vermeye başlamış. Şimdi kendisine ait bir danışmanlık firması varmış.

Bir Amerikalı bana aşık oldu. ‘Gitme evlenelim’ deyince kabul ettim. Onca yıl ülkemden uzak kaldığıma üzgünüm ama ne zaman ziyaret etsem orada işlerin giderek daha kötü olduğunu gördüm. Aslında şimdi dönebilirim. Çünkü kocam öldü ve yaşlı annem orada yalnız” dedi yaşadıklarını anlatırken.

Neden dönmediğini sorunca verdiği yanıt ilginçti. “Pakistan’daki toplum beni korkutuyor. Evet, bu yaşta bile korkutuyor. Bir kadın olarak ne demek istediğimi anlarsınız; sizin de Türkiye’de başınızda aynı dertler var. Özgür müsünüz, kendinizi güvenlikte hissediyor musunuz o ülkede? Başbakanınızın ülkenizi İslam ülkesi olarak yeniden kurguladığını, din baskısının her gün arttığını okuyorum ve inanın çok üzülüyorum. Pakistan’da aynı süreçleri yaşadık. Ben Amerika’ya geldiğim zaman durum orada bugünkü kadar kötü değildi. Örtünmeyene kötü gözle bakılmıyordu. Şimdi her şey farklı.

Konuşma boyunca verdiği örneklerle Türkiye’yi yakından izlediği belli oluyordu. İlgisinin özel bir nedeni olup olmadığını sordum. “Türkiye’nin halkının çok büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda uzun zaman önce laikliği ilke olarak benimsemesi, kadınların durumu açısından önemliydi. Müslüman ülkelerde kadınların ortak denilen kaderini yenmek için dev bir adımdı o. Ama yaşadığı devrimin değerini bilemedi Türkiye. Bu bana çok dramatik geldi. İşin kötüsü, erkek egemen toplumlarda kadınların da kendi aleyhlerine olan uygulamaları savunması. İnanılmaz bir şey bu” dedi.

Sonunda konu Amerika’ya geldi. ABD’nin de kendi çıkarları için diktatörlere çekinmeden destek verdiğini anlattım Naz’a. Tüm dünyanın demokrasi şampiyonluğuna soyunurken, kadını ezen, aşağılayan yönetimlerle el ele ilerleyen bir ülke Amerika. “Arap Baharı” adı verilen ama tamamen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Amerikan çıkarlarına hizmet edecek yönetimlerin işbaşına getirilmesi için düzenlenen ayaklanmalar zinciri “demokrasi ihracı” olarak pazarlanıyor.

Amerika, eğer iddia ettiği gibi dünyanın dört bir ucuna demokrasi götürmeye niyetliyse, o zaman neden Suudi Arabistan’la sıkı dost? Kadının yanında erkek olmadan araba kullanamadığı, seyahat edemediği, okula gidemediği, şeriat yasalarına göre en zalimce cezaları aldığı, kısacası insan muamelesi görmediği ülkeyi dost olarak tanımlamak, ikiyüzlülük değil de nedir?

Naz’a bunları söylediğimde, “Haklısınız. Burada yaşayarak sadece kendimi kurtarmış oluyorum. Oysa Pakistan’da yapacak çok şey var...” dedi.

Ardından kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra, kendi kendine konuşurcasına usulca şunları mırıldandı: “Evet, dönmeliyim. Bu yaştan sonra benim için büyük riskler yok ama mesela siz ülkeniz şeriata kaysa nereye kadar orada yaşamaya dayanabilirsiniz?

-

7 Ekim 2012 Pazar

Siz "sahip" misiniz?


© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 7 Ekim 2012

Yaşadığımız dünyanın sahibi var mı? Bir insan olarak bu gezegenin efendisinin insan türü olduğunu mu düşünüyorsunuz, yoksa insanoğlunun bu evreni diğer canlılarla paylaşan varlıklardan birisi olduğunun farkında mısınız? 

Bu soruların nedeni, AKP'nin TBMM’ye sevk ettiği yeni hayvanları koruma yasası. Toplumun işleyişini düzenleme görevini üstlenen bir grup insan, oturmuş eski yasadaki eksikleri düzeltmek adına girişimde bulunmuş. Ancak hazırlanan katliam tasarısı, geçen hafta sonu çok katılımlı bir eylemle protesto edilince, AKP, yeniden değerlendirme kararı aldı. Belki bu yazı da onlara bir fikir verir. 

Tasarıya bazı konularda, mesela hayvana işkenceye ilk kez hapis cezası öngörülmesi gibi olumlu maddeler eklenmiş. Fakat vicdan sahibi bir insanı çileden çıkarabilecek maddeler de var. İki yıla kadar olan hapis cezaları para cezasına dönüştürülmüş. Hayvanlarla cinsel ilişkiye girenlere 1 yıla kadar hapis cezası öngörüldüğüne göre, demek ki bu suçu işleyenler, yine para cezası ile kurtulabilecek! 

Büyük tepki yaratan bir diğer madde ise, tehlikeli görülen bazı köpek ırklarını ve melezlerini sahiplenmeyi suç kapsamına alıyor. Bu durumda taslakta adı sayılan türlere ait hayvanları besleyenler birden suçlu haline getiriliyor. 

Bunlarla da kalınmıyor; akıl sınırlarını zorlayan bir düzenlemeyle, sahipli ve sahipsiz hayvanları belediye sınırları içinde veya dışında başıboş bırakmak yasaktır deniyor. Ne demek bu? Yani sokaktaki kedi ve köpekler ortadan kalkacak. Ne yapacak belediyeler sokaktaki kedi ve köpekleri? Hayvan bakımevlerinde kısırlaştırıp aşıladıktan sonra kayıt altına alacaklar ve bakımevlerinde yer kalmayınca, “doğal hayat parkı” denilen bir alana götürecekler. Oysa yürürlükteki yasada, “kısırlaştırılıp aşılandıktan sonra alındıkları yere geri bırakılır” diyor. 

Bunun adı ancak “Doğal Ölüm Parkı” olabilir! Büyük kentlerde 30-40 köpeğin konduğu bakımevlerinde bile hayvanlar eziyet çekiyor, açlık ve susuzluktan can veriyorlar. Belediyelerin bakımevlerinde hizmet vermek için ne gerekli ödeneği ne de personeli var. Bu durumda sokak hayvanlarının toplama kamplarına gönderilerek katledilmesi söz konusu olacak. Binlerce canlı, tutsak edilmekle kalmayacak, açlıktan birbirlerini yiyecek! Taslak, bu haliyle çıkarsa, II. Mahmud döneminde Hayırsızada diye bilinen Sivriada’ya gönderilen köpeklerin ölüme terk edilişi, bu topraklarda yeniden ve aynen yaşanır.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na bu şikayetler günlerdir iletiliyor. Kendisinin bunlara karşı söylediği, Twitter’da verdiği yanıttan gördüğüm kadarıyla şöyle: “Bir zahmet taslağı mevcut mevzuata göre bir mukayese et. Hayvanlara işkenceye ilk defa hapis cezası geliyor. Yeni yasa taslağında nihayet hayvanlara karşı işlenen suçların Kabahatler Kanunu’ndan çıkarılıp Ceza Kanunu kapsamına alınması olumlu bir adım. Ancak taslak bu haliyle yasalaşırsa, sorumlular önce kendine ceza kesmeli; çünkü bu, bir türün diğer türe karşı yaptığı soykırımdır. 

Ey milletvekilleri, kurulması düşünülen toplama kamplarına yaklaştığınızda açlık ve susuzluktan can çekişen hayvanların iniltilerini duymaya hazır mısınız, yoksa yine sağır numarası mı yapacaksınız? 

Hayvana tecavüz eden para cezası ile kurtulduğunda içiniz rahat edecek mi? Bir gün bu zulüm evde beslediğiniz köpeğin başına gelirse ne diyeceksiniz? 

Ayrıca hayvan türlerini yok etme ya da "uyutarak" öldürme hakkını size kim verdi? Kendinizi sahip, insanlarla kıyaslanabilecek bilince sahip olduğu kanıtlanan diğer canlıları köle mi sanıyorsunuz?

-