Vietnam Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vietnam Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ağustos 2010 Pazar

WikiLeaks Olayı 2

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 1 Ağustos 2010

Nisan ayında “Wikileaks Olayı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bugün ikincisini yazıyorum. Çünkü geçen pazar, dünya tarihinin en büyük askeri belge sızdırma olayı meydana geldi.

Olayı gerçekleştiren, New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Jay Rosen'in "ilk devletsiz haber örgütü" dediği WikiLeaks.

WikiLeaks, bu defa belgeleri “The Afgan War Diary” adı altında kendi sitesinde yayımlamadan önce, Amerika’da The New York Times’a, Almanya’da Der Spiegel’e ve İngiltere’de The Guardian’a vermiş. Anlaşılan, Afganistan’da süren savaştan en çok etkilenen üç ülkenin halkını harekete geçirmek istemiş.

Bu etkin yayın organları, geçen pazar akşamı belgeleri “Breaking News” anonsuyla duyurunca ortalık birbirine girdi.

Çünkü sızan belgeler, 2004-Aralık 2009 arasında Afganistan’da Amerikan güçlerinin çok sayıda sivili katlettiğini ve kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini ortaya koyuyor.

WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın söylediği gibi, yayımlanan 92 bin gizli belge, şimdiye kadar, devam eden bir savaş hakkında ortaya çıkarılan en kapsamlı dosyayı oluşturuyor. Bunu Vietnam Savaşı sırasında 1971’de Daniel Ellsberg’in sızdırdığı belgelerle karşılaştıranlar var.

Ancak yaklaşık 10 bin sayfa olan o belgeler, 1968 yılına kadar gelen olayları kapsıyordu ve The New York Times tarafından yayımlandığında aradan üç yıl geçmişti. Yine de Amerikan halkının savaş konusunda nasıl aldatıldığını görmesini sağlamıştı.

WikiLeaks'in 200 bin sayfayı bulan belgeleri ise, Afganistan savaşıyla ilgili sarsıcı bilinmeyenleri açığa çıkarıyor. ABD ve NATO güçlerince rapor edilen 20 bin ölümün nasıl gerçekleştiğini, açıklanandan çok daha fazla sivilin öldürüldüğünü gösteriyor.

Örneğin, ABD'nin bir resmi raporunda, 2008’de Azizabad köyünde bir Taliban komutanının hedeflendiği operasyonda, 30 direnişçinin öldüğü bildirilmiş. Oysa gerçekte 60’ı çocuk ve kadın toplam 90 kişi ölmüş. Bunun gibi birçok ayrıntı var belgelerde. Bizzat cephede savaşan askerlerin telsizle verdiği istihbaratlar bunlar...

Şimdi Amerikan hükümeti, bu durumdan en az zararla sıyrılma arayışında. Bir yandan bu olayı ulusal güvenliği tehlikeye atacağı gerekçesiyle kınıyor, bir yandan da belgelerin Obama’nın Afganistan’daki asker sayısını artırma kararından önceki dönemi kapsadığını söylüyor.

Bir şekilde tepkiyi azaltmaya çalışıyorlar ama ben bunun çok kolay olacağını sanmıyorum...

Gizli belgelerin ortaya koyduğu bir diğer gerçekse, NATO’nun Pakistan ve İran’ın Taliban güçlerine destek verdiği yönündeki şüphesi...

Tabii Pakistan, bu iddiayı hemen yalanladı. Amerikan hükümeti de, “Pakistan doğru yolda ama içinde yer alan bazı unsurlar tehdit oluşturmaya devam ediyor” dedi.

Yeri gelmişken belirtmek gerek; WikiLeaks’in çalışmalarını, bizde Taraf’ın yayınlarıyla karşılaştırmaya çalışanlar var. Bu geçerli bir görüş değil. Çünkü WikiLeaks belgelerinin doğruluğu tartışılmıyor.

Bu kuruluş, kendisine ulaştırılan belgelerin kaynağını bilmese de, onların gerçek olduğundan emin olmak için yayımlamadan önce uzun bir inceleme yapıyor.

Bu olayda da, The New York Times, Der Spiegel ve The Guardian, aynı özeni gösterip belgeleri bir ay süreyle ayrıntısıyla kontrol ettikten sonra yayımlama kararı almışlar.

Ellsberg’in sızdırdığı “The Pentagon Papers”, Amerika’da Vietnam Savaşı’na karşı ayaklanmayı hızlandırmıştı. Bakalım WikiLeaks belgeleri Afganistan Savaşı’na nasıl etki edecek?

Senato Dış İlişkiler Komitesi Bşk. John Kerry, şimdiden ABD'nin Pakistan ve Afganistan politikalarına dair ciddi soruların gündeme geldiğini söyledi bile...

-

25 Nisan 2010 Pazar

Gerçeğin sözcüsü olmak

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 25 Nisan 2010

İstanbul Film Festivali’nde çok güzel fimler izledim. Ama beni en çok düşündüreni, “The Most Dangerous Man in America: Daniel Ellsberg and the Pentagon Papers” oldu.

Belgeselde esas olarak, Pentagon analisti Daniel Ellsberg’ün Vietnam Savaşı’nın yalanlara dayandığını ortaya koyan gizli belgeleri basına sızdırışı anlatılıyor. Yedi bin sayfalık belgelerin kopyalanışı ve yayınlanışı sırasındaki heyecan, doğrusu macera filmlerini aratmıyor.

Filmin en ilginç yanı, Ellsberg’ün savaş sürecinde geçirdiği dönüşüm: Başlangışta ateşli bir savaş taraftarıyken, gerçeklerle yüz yüze geldiğinde mimarı olduğu savaşı sona erdirmek için kendisini tehlikeye atıyor.

Kuzey Vietnam ile Amerikan güçleri arasında 1964’te yaşanan Tonkin Körfezi olayını dönemin Savunma Bakanı Robert McNamara’ya bildiren kişi Ellsberg...

Kuzey Vietnam torpido botlarının ABD savaş gemisine ateş açtığı söylenince, Başkan Lyndon Johnson’a Kongre'de savaş kararı alınmadan Vietnam'da askeri güç kullanma yetkisi veren kararname çıkıyor.

Böylece Ellsberg, savaşı genişletmek için kullanılan gerekçeyi bulan kişi oluyor. Oysa Tonkin Körfezi’ndeki saldırının yalan olduğu yıllar sonra ortaya çıkıyor...

Ellsberg, ilk başlarda savaş konusunda öyle heyecanlı ki, kalkıp Vietnam’a gidiyor. Orada iki yıl boyunca savaşın dehşetine tanık oluyor ve sonunda ABD’nin kazanamayacağı bu savaşı bitirmesini istiyor.

Vietnam’dan döndükten sonra ünlü RAND Corporation’da çalışmaya başlıyor. McNamara’nın o sırada Başkan olan Richard Nixon’dan gizli olarak verdiği bir emirle, 1945-67 yılları arasında Amerika-Vietnam ilişkilerini konu alan ayrıntılı bir rapor hazırlayan ekibin içinde yer alıyor.

Çok az sayıda insanın görebildiği raporda, savaşın kaybedileceği ve asker kaybının çok büyük sayılara ulaşacağı bildiriliyor. “The Pentagon Papers” adı verilen bu rapor, Ellsberg’ün ilk olarak The New York Times’a ve daha sonra parça parça toplam 17 gazeteye sızdırdığı belgelerden oluşuyor.

Raporun yayımlanışı, Nixon’ın istifasına yol açan Watergate skandalına ve savaşın bitmesine neden oluyor.

***

Daniel Ellsberg’ün hayatı, Amerikan tarihinin en çarpıcı öykülerinden birisi... O, kimilerine göre cesaretiyle savaşı sona erdiren bir kahraman; kimilerine göreyse, çalıştığı kuruma ihanet eden bir hain...

İnsan bu durumda şunu soruyor: Yalanlara dayanılarak suçsuz insanların katledildiğini görseydiniz, siz ne yapardınız? Suçlanıp yargılanacağınızı ve tamamen yalnız kalacağınızı bilmenize karşın, harekete geçer miydiniz?

Daniel Ellsberg, Vietnam’dan bu yana Amerika’da savaş karşıtı bütün gösterilerde yer aldı. Irak savaşı öncesinde de, işin içinde yeni bir “Tonkin Körfezi senaryosu” olabileceğini söyleyip uyardı.

Ama o sırada Pentagon’dan yeni bir Daniel Ellsberg çıkmadı... Kitle imha silahları yalanına dayanan savaşta milyonlarca insan katledildi...

***

Bana göre bu filmden çıkan en önemli mesaj şu sahnede yatıyor: Vietnam Savaşı öyle bir noktaya gelir ki, artık Nixon bile kazanamayacaklarını görür. Bir uçak yolculuğunda yanındakilere bu yönde sözler söyleyen Nixon, kendisine destek olarak, Vietnam’a gidip gelen Ellsberg’ün yazdığı raporu kanıt gösterir.

Uçaktan indiklerinde hemen Nixon’ın arkasında görünen Ellsberg, Başkan’ın kameralara şunu söylediğini duyar: “Bu savaşı kazanacağız.” Çünkü bir kez daha Başkan seçilmek isteyen Nixon’ın savaşa ihtiyacı vardır...

O gün aklından geçenleri şöyle ifade ediyor Ellsberg: “O anda bu tür yalanlar söyleyeceğim bir göreve gelmemek için dua ettim...

Sonuçta gerçek, er ya da geç ortaya çıkıyor. Önemli olan, her zaman gerçeğin sözcüsü olmak...

-

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Savaş Mimarının Ölümü

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 19 Temmuz 2009

2004 yılında New York’ta sinemada gördüğüm bir belgesel, beni adeta koltuğa çivilemişti. Errol Morris’in Oscar ödüllü “The Fog of War” (Savaşın Sisi) adlı belgeseliydi izlediğim...

Robert Strange McNamara’nın 2. Dünya Savaşı’nda Tokyo’yu bombalayıp, erkek, kadın, çocuk, toplam 900 bin sivili öldürdüklerini söylerken perdeye yansıyan yüzünü hâlâ unutamıyorum.

Bir insanın düşebileceği en korkunç duruma düşmüş, dudakları titreyerek savaşta işlediği suçları anlatıyordu. Ama röportaj yöntemiyle çekilen belgeselde ağladığında bile acıma hissi uyandırmadı....

McNamara, Vietnam Savaşı’nın mimarı olarak tanınan Amerikan Savunma Bakanı’ydı. 6 Haziran’da, 93 yaşında hayatını kaybetti. Ardında ondan nefret eden çok sayıda insan bıraktı. Milyonlarca kişinin ölümünden sorumlu tutuluyordu.

Bir dönemin en güçlü teknokratı, 20. yüzyılın kaderini değiştiren olaylarda büyük rol üstlenmişti.

Kurnaz ve kararlıydı; rasyonel kararlar alarak hiç yanlış yapmayacağını düşünüyordu. Ama korkunç hatalar yaptı. 1964’te Vietnam Savaşı “McNamara’nın Savaşı” olarak adlandırıldığında, “Bundan memnunluk duyarım,” dedi.

1995’te yayımladığı anılarında, Amerika’nın Vietnam Savaşı’nı kaybedeceğini 1965 yılında anladığını itiraf etti. Ama kendi ifadesine göre, bunu başkana bile söyleyememişti; çünkü Amerikan halkının moralini zayıflatmak istemiyordu...

***

Bugün Amerika’da McNamara’ya öfke duyanların yanında, onu saygıyla ananlar da var. Bu kişiler, sürekli McNamara’nın 1961’de göreve geldiğinde, Pentagon’un Sovyetler Birliği’ne nükleer saldırıda bulunacağını öğrendiğini ve bunu önlediğini anlatırlar...

Vietnam Savaşı’ndaki saldırıların şiddetini artırma fikrinin ondan değil, Başkan Lyndon Johnson’dan geldiğini söylerler. Yoksul ülkelere yardım amacıyla Dünya Bankası’nda yaptığı çalışmalardan söz ederler...

Ama yaptığı hataların, ta anılarını yazdığı 1995’e kadar koruduğu sessizliğinin nelere mal olduğunu es geçerler...

McNamara, Morris’in belgeselinde şu sorunun yanıtını hiç bulamadığını söylüyordu: “Kaybettiğinizde savaşı etik dışı yapan ve kazandığınızda onu ahlâki yapan şey nedir?

Bunu duyduğumda hayrete düşmüştüm... Bir devlet adamı, kazanma, kaybetme ve ahlâk arasındaki bağı kuramıyordu. “Vietnam Savaşı’nı kazansaydık, yaptıklarımız suç sayılmayacaktı,” demeye getiriyordu.

Oysa savaşı kazansanız da, sivil insanların üzerine bomba atmışsanız savaş suçu işlemiş olursunuz... McNamara, işte bu basit gerçeği göremediği için onca insanın ölümüne neden oldu.

Onun düşüncesinde, istatistiki analizdeki sayılar, fırlatılan füzeler ve atılan bombalar demekti; beyni, ölen sivillerin sayısını görmezden geldi...

***

Amerika’dan bir şahin göçüp gitti... Fakat içinde yaşadığımız dönemde etrafımızda yeni McNamara’lar eksik değil. Hiç kuşkunuz olmasın; onlardan ikisi, Donald Rumsfeld ve Dick Cheney...

Irak savaşı da, kâr-zarar hesabı içinde insan yaşamını hiçe sayan bir anlayıştan güç aldı.

McNamara, geçmişteki sorumlulukları için hiçbir zaman özür dilemedi; sadece “Hatalıydık,” dedi. Birinci tekil şahıs kipini bile kullanmaya cesareti yoktu.

Irak’ta yaşananlar için Bush, Cheney ve Rumsfeld de özür dilemedi. Bush, bu sıralarda anılarını yazıyor. Bakalım kendisini haklı çıkarmak için o neye sığınacak?

Daha önceki gibi, “her şeyi Tanrı emriyle yaptığını” yinelerse şaşırmayın...