komünizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
komünizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2012 Pazar

Dinselleşme ve Komünistler

© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 15 Temmuz 2012

Türkiye Komünist Partisi (TKP), geçen ay gerçekleştirdiği 11. Kongre Türkiye Konferansı’nın ardından “Dinselleşme ve Komünistler” başlıklı bir değerlendirme yayınladı. Toplumda giderek etkisi artan dinselleşme karşısında komünistlerin tavrını ele alan metni dikkatle okudum. İçinde yaşadığımız dönemde son derece isabetli görüşler içerdiği için bu aydınlatıcı değerlendirmenin üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle giriş kısmındaki tespitle işe başlayalım.

TKP 10. Kongresi’nin, 2011 seçimleriyle kurulduğunu saptadığı İkinci Cumhuriyet’in temel eksenlerinden biri, siyasal rejimin ve toplumsal yapının dinselleştirilmesidir. Birkaç yıl önce marjinal örnekler mi öncü adımlar mı oldukları tartışılan kimi uygulamaların genelleştiğini ve bütünlük kazandığını görüyoruz. Eğitim sistemine dinin sokulması, çeşitli yerelliklerde alkollü içkiye düpedüz yasak getirilmesi, devletin dinî televizyon kanalı açması yalnızca tekil uygulamalar değil, AKP'nin ilk bakışta bunlarla ilişkisi kurulamayacak çeşitli alanlardaki programını bütünleyen ögelerdir.

Türkiye egemen güçlerinin sosyal devletten kalan boşluğu doldurmak için İslami yardımlara, Ortadoğu'da rol genişletmek için Sünni kimliğine, Kürt sorununa çözüm adına ‘din kardeşliği’ fikrine, ilerici ideolojilerin kaynaklarını kesmek amacıyla sanat ve kültür alanlarının kurutulmasına, genel olarak eşitsizlikleri, haksızlıkları meşrulaştırmak için dinin yaygınlaşıp derinleşmesine ihtiyaçları var.

Bu çerçevede ateizme dönük aşağılayıcı saldırılar meczupça bir gericiliğin göstergesinden ibaret değil, egemen ideolojinin yeniden yapılandırılmasının vazgeçilmez unsurlarıdır. Olası bir yeni anayasa da kitlelere burjuva liberalizmi veya emperyalist ‘küreselleşmecilik’ üstünden değil, din sayesinde mal edilmeye çalışılacaktır.

Bunlar belirtildikten sonra, emekçi hareketinin ve solun, sömürüsüz bir dünya mücadelesinde kendini zorunlu olarak seküler bir perspektifle tanımladığının altı çizilmiş. Şu nokta önemli; TKP toplumsal yaşamın, siyasetin, siyasal ideolojilerin vb. dinsellikten arındırılması için mücadeleyi önerirken, aynı anda bireylerin kişisel inanç ve vicdan özgürlüğünü de sahipleniyor.

Burada altını çizdiğim satırlar var: “Sosyalist hareketler günümüzde de kimi ülkelerin özgün koşullarında dinci akımlarla olumlu temasa girebilmektedir. Türkiye Komünist Partisi, bu örneklerden genelleştirilmeye gidilemeyeceğini, ülkemizin bu kapsamda ele alınamayacağını saptamaktadır.

Komünist hareketin, burjuva aydınlanmasını sınıfsız topluma uzanan bir sosyalist aydınlanma olarak dönüştürerek sahiplendiği vurgulanıyor metinde. İkinci Cumhuriyet’in Aydınlanma mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi konusunda bir burjuva konsensüsünü temsil ettiği ve neoliberal, piyasacı yaklaşımlarla dinci gericilikle birbirini bütünlediği belirtiliyor.

İki kesime önemli mesajlar veriliyor.

1- Dinci iktidara muhalefet için “Gerçek Müslümanlar” adına konuşulması da, dinin ortak payda olduğunun kabulü demektir; sol, dinin siyaset alanına sokulmaması ilkesinden ödün vermez.

2- Kürt toplumu içinde tarikatların, Hizbullah'ın, Barzaniciliğin ve bunlarla bütünleşik aşiretçiliğin güçlenmesi, ideolojik alanda dinci gericiliğin atağa kalkması gibi gelişmelerin tamamı İkinci Cumhuriyet sendromlarıdır. Sol, Kürt toplumunun uyanışının seküler karakterine sahip çıkmalı ve bu boyutu güçlendirmeye çalışmalıdır.


Oldukça kapsamlı bir çerçeve çizen bu metni kaleme alanları kutluyor, tümüne katılıyorum. Yerim bittiği için burada kesiyorum ama gelecek haftalarda çok önemsediğim bu konuya yeniden değineceğim.

-

13 Şubat 2011 Pazar

Mısır'a Diyalektik Bir Bakış

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 13 Şubat 2011

Bütün dünya haftalardır Tunus ve Mısır’da olanları izliyor. Gazetelerin köşelerinde her gün çeşitli değerlendirmeler yazılıyor. İnsanlar, Arap halklarının diktatörlere başkaldırışını konuşuyor. Gelişmelerin bölge ülkelerine ve Amerika’ya olası etkileri tartışılıyor.

Haber akışı o kadar hızlı ki, yetişmek gerçekten zor. Kimisi bütün gün interneti tarayıp çeşitli kaynakları gözden geçiriyor; kimisi de televizyonun başından kalkmadan haber kanallarına bakıyor. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyor...

Aslında olanı iki cümleyle diyalektik aracılığıyla anlatmak olanaklı:

1. Tüm toplumların bugüne kadarki tarihi, sınıf savaşımlarının tarihidir. (Karl Marx)

2. Hiçbir şey olmadan geçen yıllar vardır ve bir de içine yıllar sığan haftalar... (Lenin)

***

Son haftalarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşananlar, onlarca yıldır adeta sessiz duran halkların uyanışına sahne oldu.
Tunus’un 23 yıllık Devlet Başkanı Bin Ali devrildi. Mısır’ın 30 yıllık diktatörü Mübarek’in saltanatı kökünden sallandı. Ürdün’de Kral Abdullah korkusundan hükümeti feshetti.

Gerçekten de Lenin’in dediği gibi, bu kadar kısa zamana adeta yıllar sığdı...

Lenin’in 1917’de Rus Devrimi’nin 12. yılında yazdığı şu satırları da dikkatle okumak lazım. İnanılmaz ama Avrupa için söylediği aşağıdaki sözleri, bir ay önce fırtınadan önceki sessizliği yaşayan Arap toplumları için de söylemek olanaklıydı.

Avrupa’ya şu anda çöken ölüm sessizliği bizi yanıltmamalı. Avrupa devrime gebedir. Savaşın korkunç dehşeti, hayat pahalılığının neden olduğu perişanlık devrimci bir ruh yaratıyor. Yönetici sınıflar, burjuva ve onların uşakları, hükümetler, giderek çok büyük bir ayaklanma olmadıkça asla içinden çıkamayacakları kadar karanlık bir yola doğru sürükleniyorlar."

Bu görüşleri Marx’ın Komünist Manifesto’daki o ünlü cümlesiyle bir arada ele alırsak durum netleşiyor. Toplumların tarihi, 1848’de sınıf savaşımlarının tarihiydi. Bugün de aynısı geçerli; bütün yaşananlar sınıf savaşımlarının tarihidir.

***

Mısır’da halk neden ayaklandı? Tepkiler doğrudan kapitalizme değil, demokrasi talebiyle diktatörlüğe yöneliyor ve protestocular arasında emekçiler olsa da örgütlü değiller. Ama sorunun en önemli kaynağı yine ekonomiktir.

2007-2008 dünya gıda krizinden en çok etkilenen ülkelerden biriydi bu ülke. Halkın yüzde 40’ından fazlası, yoksulluk sınırının altında, günde 2 dolara yaşamaya mahkum. İşçilerin ayda ancak 60 dolar kazanabildiği Mısır'da, gençler arasında işsizlik yüzde 20-25’lerde.

Peki maden, doğalgaz, tarım ve turizm gibi çeşitli kaynakları olan, her gün 700 bin varil petrol üreten, petrol rezervleri 4 milyar varili aşan bir ülkede halk neden bu kadar fakir?

Mısır’da yaşanan, aşırı zengin ve dar bir yönetici sınıfın halkı sömürmesinden başka bir şey değil. Bunlara o fırsatı veren ne? Amerika’nın desteklediği Mübarek’in halka zulmeden neoliberal politikaları!

Şimdi IMF Başkanı çıkmış şöyle diyor: “IMF, Mısır’ın bozulan ekonomisini düzeltmek için yardıma hazırdır!

Ben size ne olacağını söyleyeyim: Sular biraz durulunca IMF ve Dünya Bankası devreye girecek, Mısır’a borç verecekler ve Şok Doktrini (Naomi Klein'ın ortaya koyduğu şok terapisi) yapılacak...

Tabii bunların olabilmesi için önce Mübarek’in yerine Amerika ile iyi geçinecek bir yönetimin gelmesi sağlanacak. Böylece düşen Mübarek’e bir tekme de pragmatizmiyle ünlü Amerika’dan gelirken, aşırı varlıklı sınıf aracılığıyla kontrolü elinde tutan küresel kapitalizmin çarkı işleyecek...

Bundan sonra soru şudur: Bu şartlar altında emperyalizm Mısır’dan elini çeker mi? Emekçilerin örgütlenemediği Mısır’a demokrasi gelir mi?

-

7 Kasım 2010 Pazar

Sol, solu tartışırken...

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 7 Kasım 2010

10 Ekim tarihinde bu köşede “Başka bir komünizm mümkün!” başlıklı bir yazı yazmıştım. Prof. David Harvey’in yeni kitabı “The Enigma of Capital”da savunduğu görüşlerden söz eden bu yazıma çok sayıda okurdan yanıt geldi.

Bunlardan bazıları, sosyalistlerin ve komünistlerin, 1990’larda yaşanan travmadan sonra, yeni bir yol çizmeye hâlâ ne kadar ihtiyaç duyduğunun kanıtı gibiydi. Örneğin yazar Tuncer Cücenoğlu, yazım için “Böyle bir yazı ve yorumu bekliyordum yıllardır köşe yazarlarımızdan” diyordu.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, bütün fatura komünizme kesildi. Bu sistemin artık tarihin karanlık dehlizlerine gömüldüğü söylendi. Gerçekten öyle miydi? Harvey, “başka bir komünizm” ifadesiyle ne demek istiyordu?

10 Ekim’deki yazımı şöyle bitirmiştim: “Başka bir düzen kurulabilir. Ama bu asla Sovyetler Birliği’nde örneği görülen türden baskıcı bir rejim değildir; hümanizm yönü öne çıkan, paylaşımcı, sömürüye karşı duran bir düzendir. Harvey’in dediği gibi başka bir komünizm mümkündür.”

Yazar Esat Yavuztürk buna karşı çıkıyor ve diyor ki: “Komünizmin özü, hümanizm, hakça bölüşümdür. Sovyetler bunu baskı ile kabul ettirmeye çalıştı ama geri tepti. Unutmayalım; zorla güzellik olmaz! Hakiki komünizm için insanın hümanist fikri benimsemesi gerekir. Kasıt buysa, ‘başka komünizm’ demek bence yanlış olur. ‘Komünizm, insanların olgunlaşması ile gelebilir’ denirse daha doğru olur.

Prof. Harvey, Amerika’da komünizmden öcü gibi korkan bir halka bu sistemle ilgili gerçekleri anlatmaya çalışıyor. Terminolojiye takılmamak gerektiğini de o nedenle özellikle belirtiyor. Aslında dikkat çektiği nokta aynıdır; insanı ön plana alan, hümanist bir sistem olmalı diyor.

***

Nasıl kurulacak bu sistem? Küreselleşmenin ezip geçtiği halklar sömürüden nasıl kurtulacak?

Bu konuda hukukçu Mehmet Cerit’in önerileri var. Türkiye için yazdığı “Demokratik Toplumcu Denge Programı” önerisinde bunları ayrıntısıyla anlatıyor. Üretim araçlarının ağırlıklı kesiminin az sayıdaki kişilerin elinde toplanmış olmasının sömürüye neden olduğunu söylüyor. Bu sömürme gücünü zararsız hale getirmek için önerdiği üç temel yol var:

1-Kapitalist sermayeye peşkeş çekilen KİT’lerin yeniden oluşturulması

2-Sermayesi bireylere ait Ulusal Halk Anonim Ortaklıkları kurulması

3-Emperyalizmin uluslararası boyutunu engellemek için “Antiemperyalist Devletler Topluluğu” kurulması.


***

Peki uluslararası alanda böyle bir birlik kurulması fikri yeni midir?

Bunun yanıtını Dr. Nejat Tarakçı mesajında şöyle veriyor:

Harvey, aslında Atatürk’ün 1923’lerde önerdiği hümanist bir dünya ekonomik sistemini öneriyor. Atatürk, 1920’de, ‘Milletler işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet ve kaynaklarından kendileri istifade eder ve dolayısıyla bütün beşeriyeti istifade ettirmekle yükümlüdürler’ demiştir.”

Bugün petrol ve doğal kaynaklar yüzünden yaşanan utanç verici savaşları düşününce nasıl da tokat gibi çarpıyor bu sözler insanın yüzüne...

Okuyuculardan gelen bu değerli katkıların ışığında son söz olarak şunları söylemek isterim: Solun önceliği insandır. Sovyetler örneği, ne yazık ki Marx ve Engels’in çizdiği çerçevenin dışına çıkmış, baskı kurmuş ve başarısız olmuştur. İkincisi, sol mutlaka emperyalizm karşıtıdır.

Komünizm gerçek anlamıyla uygulanmamış olduğundan ölmüş değildir. “Küreselleşme uyumlu liberal sol” karşısında teslimiyete yer yoktur.

Bunca insanı ezip geçen bir sistem sermaye gücüyle egemen olduysa, etkin bir gerçek sol örgütlenme halkın gücünü şaha kaldıramaz mı?

-

10 Ekim 2010 Pazar

"Başka Bir Komünizm Mümkün!"

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 10 Ekim 2010

Başlıktaki ifade, City University of New York’tan (CUNY) Prof. David Harvey’e ait. Antropoloji ve coğrafya alanlarında uzmanlaşmış bir sosyal teorisyen Harvey. Kapitalizm, neoliberalizm, postmodernizm, kent ve sosyal adalet konularına Marksist açıdan yaklaşan saygın bir bilim insanı.

Geçen hafta yeni çıkan kitabı "The Enigma of Capital"in New York’taki tanıtım toplantısında başlıktaki sözü tekrarlarken, kitabındaki şu satırları dile getirerek katılımcılara sordu:

Eğer 1990’ların sonundaki alternatif küreselleşme hareketi ‘Başka bir dünya mümkündür’ şeklinde bir bildirimde bulunduysa, o zaman neden ‘Başka bir komünizm mümkündür’ de denilemesin?

Harvey’in bunu dayandırdığı görüşün hareket noktası şu: Günümüzde komünistlerin, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da ortaya koyduğu çerçevede partileri yok. Var olanlar, her zaman ve her yerde, kapitalizmin sınırlarının ve yıkıcı etkisinin farkında olan bir grup olarak ortaya çıkıyor ve bu sistemin önerdiğinden farklı bir gelecek yaratmak için aralıksız çalışıyor. Geleneksel komünizm unutulmuş olsa da, bugün aramızda milyonlarca gerçek komünist yaşıyor. Ve bunlar, düşünceleri doğrultusunda çalışmalar yapmaya istekli. Eğer bir değişim başarılacaksa, “Başka bir komünizm mümkündür” denilmelidir. Çünkü kapitalizmin bugünkü durumu bunu gerektiriyor.

Harvey’in 2010 yılında New York’ta bunları söylemesi, elbette tesadüf değil. Amerika’nın tüm dünyayı sürüklediği küresel krizi en iyi analiz edenlerden birisi kendisi. Bu ülkede demokrasi diye yutturulmaya çalışılan sistemin aslında nasıl büyük bir aldatmaca olduğunun da farkında...

Bu nedenle de, Amerika’da gerçekte tek partili bir düzenin olduğunu söylüyor. Harvey’in “Party of Wall Street” dediği, aslında hem Cumhuriyetçi Parti’yi hem Demokratik Parti’yi kapsayan, sermayenin çıkarını gözeten büyük güçtür.

Öyleyse neden antikapitalistler bu güce karşı bir araya gelmesin? “Komünist” sözcüğünün Avrupa’dan farklı olarak Amerika’da nasıl olumsuz bir algılamaya yol açtığının da bilincinde Harvey.

Ama bir hareket yaratılacaksa, ismin çok önemli olmadığını, haksızlıklara karşı öfke duyanların “Party of Indignation” adı altında birleşebileceğini söylüyor.

***

Tüm dünyada yaşanan son ekonomik kriz, kapitalizmin vahşetine bir kez daha tanık etti insanlığı. Prof. Harvey’in kitabında anlattıkları ise, kapitalizmin bir sistem olarak bütün hatalarını çok iyi ortaya seriyor.

Kitabın ayrıntılarına girmek bu yazıda olanaklı değil. Ancak şunu söylemek gerekir ki, çok yalın ve anlaşılır bir dille yazılmış. Hatta kendisinin söylediğine göre, “Okuduğum ilk dipnotsuz akademik kitap!” diyerek bunu sevinçle karşılayanlar çokmuş.

Harvey’in isteği, kapitalizm gibi emeği sömüren bir sistem yerine sosyalist çözümleri hayata geçirmek ve bunu yapabilmek için de bugünkü durum hakkında halkı aydınlatmak. Kitabı bu amaçla yazdığını özellikle belirtiyor. Bu noktada bütün sola, sosyalist partilere de bir önerisi var: Söyleyeceklerinizi en basit şekilde, herkesin anlayacağı biçimde söyleyin.

Harvey, bunun inançla ve sabırla yapılmasının gereğini de açıklıyor: Kapitalizm asla kendi kendine yıkılyamayacak; itelenmesi lazım. Sermaye birikimi asla bitmeyecek; engellenmesi lazım. Kapitalist sınıf, asla kendi isteğiyle gücünden feragat etmeyecek; durdurulması lazım.

En başa dönersek, başka bir düzen kurulabilir. Ama bu asla Sovyetler Birliği’nde örneği görülen türden baskıcı bir rejim değildir; hümanizm yönü öne çıkan, paylaşımcı, sömürüye karşı duran bir düzendir.

Harvey’in dediği gibi, başka bir komünizm mümkündür.

-

3 Ocak 2010 Pazar

Çin zenginleşirken...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 3 Ocak 2010

2009’da dünyada birçok önemli gelişme yaşandı. Siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan devrim niteliğinde olaylar oldu. Bunların etkileri, hiç kuşkusuz yeni yılda da devam edecek.

Geçen yılki en çarpıcı gelişmelerden birisi, dünya ekonomisinin yükselen yıldızı Çin’indeki hızlı zenginleşmeydi. Yabancı medyanın yanı sıra, Çin’de yayımlanan İngilizce kaynakları izlediğinizde, ülkedeki bu baş döndürücü gelişmeye tanık oluyorsunuz.

Bugün artık Amerika'yla birlikte küresel ekonomiyi yönlendiren iki başat aktörden birisi Çin. Son açıklanan rakamlar, ülkede zenginlerin toplam servetinin 571 milyar doların üzerine çıktığını gösteriyor...

Çin kaynakları, çok sayıda gizli zenginin emlak ve yatırım sektöründe faaliyet gösterdiğini yazıyor. Şanghay merkezli araştırma kuruluşu Hurun’un kurucusu Rupert Hoogewerf’in açıkladığına göre, ülkede 2004 yılından bu yana zengin sayısı 10’a katlanmış...

***

Peki komünist bir ekonomide bu nasıl oluyor? “Çin, kapitalist mi komünist mi?” tartışmasına burada ayrıntısıyla girmeyeceğim. Ancak bir noktayı belirtmek gerekir.

Kimisi Çin’in kapitalizme geçiş sürecinde olduğunu söylüyor; kimisi de ülkenin, çıkışı, sosyalist pazar ekonomisi adı verilen kendine özgü bir sistemde bulduğunu savunuyor...

Bana sorarsanız, emeğe saygı ilkesini, yani sosyalizmin en temel dayanağını ayaklar altına alan bir sistemi, sosyalizm olarak nitelemek aymazlıktır. Çin, bugün dünyada emek sömürüsünün kapitalist sistemlerden bile daha fazla yaşandığı bir ülke haline geldi. “Pazar ekonomisi” ifadesinin önüne “sosyal” sözcüğünü getirmekle sosyalizm olmaz...

Konunun beni en çok düşündüren bir diğer yanıysa, Çin’de zenginle fakir arasında giderek açılan uçurum... Geçtiğimiz günlerde China Daily gazetesinde bu konuda bir haber yayımlandı.

Zhejiang Sosyal Bilimler Akademisi, aralarında kamu görevlileri, işadamları ve çiftçilerin de olduğu 10 ayrı grup üzerinde bir araştırma yapmış. Çıkan sonuca göre, katılımcıların yüzde 57’si bu uçurumun giderek daha da artacağını düşünüyor...

Çin toplumu için gerçekten ciddi bir sorun bu. Çünkü “Zenginlere karşı kızgınlık duyuyor musunuz?” sorusuna “Hayır” yanıtı verenlerin oranı sadece yüzde 4... ("Evet" yanıtı veren % 96'lık kesimin % 23’ü, şiddetli öfke duyduğunu belirtmiş.) Bir yandan da, sokaklarda lüks arabalara yapılan saldırıların arttığı haberleri geliyor...

Şanghay Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Qui Liping, öfkenin bütün zenginlere değil, etik dışı yöntemlerle zenginleşenlere karşı olduğu düşüncesinde. Asıl sorun da bu zaten. Açıktır ki, burada etik dışı olarak tanımlanan yöntem, fakirin, işçinin emeğini sömürmeye dayanıyor...

Çin’de yükselen emlak fiyatlarının arkasında da piyasada faaliyet gösteren zengin spekülatörler var. Bunlar engellenmediği sürece, gelir dağılımındaki uçurum derinleştikçe, zengine duyulan öfkenin önüne nasıl geçilecek?

***

Bu sorunun yanıtını almak için, Çin’i yakından izlemek gerek. Dünyanın rotasını 2010’da da önemli ölçüde Amerikan kapitalizmi ile Çin “komünizminin” gidişatı belirleyecek.

Durum gerçekten ilginç: Birisi, “özgürlük” ve “demokrasi” sloganları atarken, tamamen şirketlerin diktasına mahkum olmuş durumda; diğeri de, “eşitlik” hayaliyle girdiği yolda, emek sömüren gizli zenginler sınıfına teslim olmak üzere...

Belki bir kez daha hatırlatmakta fayda var: İnsanlığın ilerlemesinin yolu, insanın kendi türü, doğa ve toplum karşısında bilinçlenmesinden geçiyor. O bilinçlenmenin sonu, emek sömürüsünü ortadan kaldıran özgürlükçü gerçek sosyalizme çıkar.

Bakalım insanoğlunun bu yoldaki macerası nasıl sürecek?