Tony Blair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tony Blair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Britanya’nın sorunu

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 16 Mayıs 2010

Britanya’daki seçim tahmin edilen sonucu verdi. İktidarı tek başına elinde tutan İşçi Partisi’nin (İP) 13 yıllık hakimiyeti sona erdi.

Muhafazakar Parti (MP), seçimden birinci parti olarak çıksa da, tek başına hükümet kurmak için yeterli sandalyeye sahip olamadığı için, tek partili hükümet dönemi de bitmiş oldu.

Ortaya çıkan bu yeni tablo üzerine çeşitli yorumlar yapılıyor. Şu bir gerçek ki, İP, ekonomik kriz ve Irak savaşı yüzünden çok yıprandı.

Ayrıca parti başkanı Gordon Brown’ın yaptığı gaflar da seçim sürecindeki yıpranmaya katkıda bulundu.

Ancak bütün bunlar doğru olsa da, asıl sorun çok daha derin: Britanya’da uzun süredir şiddetli bir sınıf mücadelesi yaşanıyor.

Seçimden 15 gün önce, bu gerçeği çarpıcı şekliyle ortaya koyan bir kitap yayınlandı. Prof. Danny Dorling’in yazdığı kitabın adı “Injustice: Why Social Inequality Persists”.

Sheffield Üniversitesinde beşeri coğrafya dalında yaptığı çalışmalarla tanınıyor Dorling. Hayatı boyunca İP’ne oy vermiş. Ama bu kitabıyla, partinin nerede hata yaptığını tüm açıklığıyla anlatıyor.

Dorling’in yaptığı araştırmalar, “New Labour” döneminde gelir dağılımı uçurumunun inanılmaz boyutlara ulaştığını gösteriyor.

1996’da Tony Blair, sosyalist politikaları izlemek yerine, küreselleşme baskısıyla merkeze kayarak partinin rotasını değiştirmişti. Üçüncü yol ya da yeni sol denen bu anlayış, eşitsizliği azaltacak yerde daha da büyüttü.

1990-2000 arasında toplumun en varlıklı % 10’luk kesiminin paylaştığı servetin oranı, % 47’den % 54’e çıktı. En zengin % 1’lik kesimin aldığı pay ise, % 18’den % 23’e yükseldi.

Aynı kritere göre Londra, dünyada eşitsizliğin en fazla olduğu kent. En zengin % 10’luk kesim, en yoksul durumdaki % 10’luk kesimin 273 katı servete sahip...

Dorling, “Britanya’da gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin bu derece arttığı dönem, en son 1854’te, Charles Dickens’ın ‘Zor Zamanlar’ı yazdığı Victoria dönemiydi” diyor...

***

Bu durumda şu soruyu soruyor Dorling: Eşitsizlik neden ısrarla devam ediyor? İP, zenginin daha da zenginleşmesini önleyeceğini söylemişti. Nerede hata yaptı ki bu gidişatı durduramadı?

Görünen o ki, İP, sadece dümeni biraz kırmakla bu sorunu giderebileceğini sandı. Üstelik dümeni sola kıracağına sağa kırdı...

Danny Dorling, 1942’de İngiliz ekonomist William Beveridge başkanlığında hazırlanan raporda sayılan beş toplumsal düşmanın da değiştiğini söylüyor.

Eşitsizlikle mücadele edip sosyal güvenliği geliştirmeyi öneren o raporda sayılan bu düşmanlar şunlardı: Yoksulluk, hastalık, cehalet, tembellik ve bakımsızlık-sefalet.

Oysa New Labour döneminde bunların yerini, seçkincilik, dışlama, önyargı, aşırı hırs ve umutsuzluk aldı. İzlenen yanlış politikalar sonucunda da, zenginlik belli ellerde giderek artan ölçülerde yoğunlaşmaya başladı.

***

Peki bundan sonra ne olacak?

Rupert Murdoch’un sağ eğilimli gazetesi The Sun, seçim günü kapaktaki “Tek Umudumuz” manşetinin altına MP Başkanı David Cameron’un resmini basmıştı. İşin ilginci, resim, Shepard Fairey’in Obama için yaptığı ünlü posterin aynısıydı.

Ben, sosyalist politikalara inanmış biri olarak, Cameron’un umut olabileceğini düşünmüyorum elbette. Bana göre, Britanya’daki asıl mesele, öncelikle bu aşırı eşitsizliği kaçınılmaz gören anlayışı değiştirmek...

Şunu da belirtmek lazım ki, hangi parti kurarsa kursun yeni hükümetin işi zor. Çünkü Dorling’in de işaret ettiği gibi, ülkede bugün ortaya çıkan öfke, Marksist bir işçi sınıfının öfkesi değil; tam yolun ortasında duranların öfkesi...

İlerlemek isteyenlerin önce o yolu açması gerek...

-

23 Kasım 2009 Pazartesi

Medya ve İktidar

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 22 Kasım 2009

Geçen hafta dünya basınına önemli bir haber yansıdı. Küresel medya imparatoru Rupert Murdoch, gazetelerinin editoryal bağımsızlığına ilişkin bir soruya şöyle yanıt vermiş:

İngiltere’deki gazete editörleri Başbakan’a karşı tavır aldığı için üzgünüm. Gordon Brown benim dostum. Ama onun bir Başbakan olarak hayal kırıklığı yarattığı konusunda haklılar.

Buna karşın Gordon Brown ise, The Sun gazetesini siyasi bir partiye dönüşmekle suçluyor. Fakat şu ayrımı da yapıyor: “Bu Rupert’la ilgili kişisel bir mesele değil, kendisi bana karşı her zaman dostça davrandı.

Bu konuşmaların ardında aslında çok önemli bir değişim yatıyor. 1997’de ilk sayfadan “The Sun Blair’i destekliyor” diye dev bir manşetle çıkmıştı gazete. Oysa 30 Eylül 2009 tarihli kapağında yer alan Gordon Brown fotoğrafının altındaki manşet şöyle: “İşçi Partisi kaybetti.”

Gazete bununla ilgili açıklama yazısında, “İktidardaki 12 uzun yıldan sonra, bu hükümet yolunu kaybetti. Artık The Sun’ın desteğini de yitirdi,” diyor...

***

The Sun, 3 milyon satışıyla İngiltere’nin en etkili gazetesi. Blair’in 1997’de seçilmesinde çok büyük etkisi olmuştu. Gazetenin bunca yıldan sonra böyle açık bir dönüşüm geçirmesi, ilk anda çok şaşırtıcı görünüyor.

Tabii ki işin arkasında türlü türlü hesaplar var. Murdoch, Brown’un dostu olduğunu söylese de, artık herkes biliyor ki, The Sun daha doğrusu Murdoch-Brown savaşı başladı...

Murdoch, iş dünyasının en pragmatist, en hırslı ve en kurnaz iş adamlarından birisi. Daima kazanan politikacıların yanında yer alır. Son dönemde süper lüks yatında Muhafazakar Parti Başkanı David Cameron’u ağırladığına göre, mutlaka bir bildiği vardır...

İktidardaki İşçi Partisi’nin kamuoyu desteği giderek azalıyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki tarihi yenilgi bunu ortaya koydu. Ekonomideki kötü gidişat ve üst üste yaşanan siyasi skandallar, Brown’u iyice yıprattı. Gelecek yıl haziran ayına kadar yapılması gereken seçimlerde İşçi Partisi’nin kaybedeceği tahmin ediliyor...

Hal böyle olunca, Murdoch’un, The Sun’ın dönüşümünü sanki editörlerin gazetecilik refleksiyle verdikleri bir kararmış gibi göstermesini kimse yutmaz...

Her şeyden önce, gazetelerinin editoryal yönetimine karışmak konusunda sabıkalı bir patron Murdoch. Onun onayı olmadan, The Sun, İşçi Partisi’ne 12 yıldır verdiği büyük desteği asla çekemezdi...

***

Her ne kadar İngiltere’deki basın özgürlüğü Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar geniş olsa da, durum budur. Bunun nedeni, medya iktidar ilişkilerindeki çok önemli bir soruna dayanıyor.

O sorun, gazete ve televizyonların holdinglerin yan kuruluşu olmasıdır. Bu yüzden medya sahipleri, politikacılarla çok yakın çıkar ilişkisi içinde... Daha çok kâr elde etme ve büyüme hedefini gözettikleri için, iktidarla olan ilişkilerini düzenlerken sürekli baskı hissediyorlar.

İhalelere giriyorlar, bürokraside kolaylık sağlamak istiyorlar, yasaların onlardan yana olması için lobi yapıyorlar... Ve bunları yaparken iktidara karşı güçlü olmalarını sağladığı için de medya sektörüne giriyorlar...

Türkiye’de iktidarı rahatsız eden olayların üzerine gidilememesinin nedeni de bu...

Sonuçta İngiltere, medya-iktidar ilişkisini güçlü demokratik kurumları ve basın özgürlüğü sayesinde bir şekilde düzenler; ama bunlardan yoksun ülkemizde durum vahimdir...

Bugün Türkiye’de hiç çekinmeden gerçekleri yazan sadece birkaç gazete var: Cumhuriyet, Sözcü ve Aydınlık.

Büyük medyada birkaç yazarın dışında belli konuların üzerine gidebilen yok...

Türkiye dinci sivil bir faşizme doğru kayıyor, medya sus pus...