© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 24 Nisan 2011
Sanat alanındaki olağanüstü güzel etkinlikler olmasa, siyasetin gündeminde boğulup gideceğiz. Neyse ki sanat her zaman yetişiyor, farklı dünyaları açıyor bize.
O dünyalardan birinin kapısını İstanbul Film Festivali’nde gösterilen bir belgesel araladı. Hiç tanımadığım insanların yaşantısının gerçekleriyle sarsıldım. O kadar etkilendim ki, bu yazıyı ona ayırdım.
İstanbul’da “Çöplük” adıyla gösterilen “Waste Land” adlı belgeselin yönetmeni Lucy Walker. 2010’da dünya festivallerinde hak ettiği başarıyı kazanmış; Berlin’de “İnsan Hakları”, Seattle’da “En İyi Belgesel” ve Sundance’te “İzleyici” ödüllerini almış.
Ünlü sanatçı Vik Muniz’in Brooklyn’deki evinde başlıyor filmin açılışı. Bugün dünyada eserleri en çok talep gören Brezilyalı sanatçı olarak tanınan Muniz, memleketinde yoksul mahallelerde yetişmiş. Belgeselde, sanatının sosyal bir yönünün olmasını, bir grup insanın hayatını değiştirmeyi amaçladığını anlatıyor.
Bunu yapmak için aklındaki proje şu: Rio de Janeiro’nun dışında bulunan dünyanın en büyük çöplüğü Jardim Gramacho’da çalışanların portrelerini yapmak ve bunların satışından kazanılacak geliri onlar için harcamak. Düşüyor yola ve “catador”larla konuşmak için Rio’ya gidiyor. (Portekizce/İspanyolca’da “şarap tatma uzmanı” anlamına gelen “catador”, argoda çöp ayırma işçilerini anlatmak için kullanılıyor.)
Muniz ve yanındaki ekip, devasa çöplüğe ulaştığında, önce çöp dağlarının üstünde gezinen akbabaları, sonra da işçileri görüyorsunuz. Çöp kamyonları yükünü boşaltırken, akan pis sulara karşın catadorların hepsi çöplerin üzerine atlıyor. Çünkü ayıracakları atıkları bir an önce toplayabilmek için yarış içindeler...
Her biri çocuk yaşta gelmiş Gramacho’ya ve ömürlerini çöpte geçiriyorlar. Orada doğup yetişenler var. Çöpe atılan yiyecekleri yeseler de, berbat gecekondularda yaşasalar da, hemen hepsinin ağzında aynı söz: “Burada olmaktan dolayı şikayetçi değilim. En azından bazıları gibi bedenimizi satmıyoruz.”
Bir tanesi otobüse bindiğinde etrafa yaydığı kokudan dolayı rahatsız olan kadına dönüp, “Ne o kötü mü kokuyorum? Gider duş alırım geçer; hiç değilse ben fuhuş yapmıyorum” dediğini anlatıyor.
Muniz, karşılaştığı bazı toplayıcıların çöpte fotoğraflarını çekiyor. Bunlardan birinde de, genç catador Carlos dos Santos’u çöp dağları arasında bulunan bir banyo küvetinin içinde görüntülüyor. Çektiği fotoğrafları tamamlamak için de, görüntülediği işçileri stüdyoya davet ediyor.
İki hafta boyunca kendi fotoğraflarındaki belirlenmiş alanları kendi topladıkları teneke, mukavva ve plastik gibi malzemelerle süslerken, hayallerinde bile göremeyecekleri bir çalışmada yer alıyor işçiler.
Sonunda eserler tamamlandığında bitmiş haliyle tekrar fotoğraflanıyor. Ve Carlos’un fotoğrafı Londra’da bir açık artırmada 50 bin dolara satılıyor. Muniz’le birlikte Londra’da bu olayı ağlayarak izleyen Carlos, hislerini annesine telefonda şöyle anlatıyor: “Şu anda pop yıldızı gibi hissediyorum!”
Muniz’in portrelerden oluşan bu sergisi için Rio Modern Sanat Müzesi’nde resepsiyon veriliyor. Bu sayede çöp toplayıcıları ilk kez bir sergiye konu olup müzeye giriyor, televizyonlara röportaj veriyor. Ama en önemlisi, Carlos’un hayali gerçekleşiyor. 5000 işçi için kütüphanesi de olan bir merkez açılıyor!
Ayrıntıları bu yazıya sığmayacak kadar çarpıcı bir belgesel “Waste Land”. NTV Belgesel Kuşağı’nda yer aldığı için, gelecek günlerde televizyonda gösterilme umudu var.
Gösterilmezse de mutlaka DVD’sini alın izleyin. Bir sanatçının bir grup insanın hayatında nasıl değişiklik yaratabileceğini görün.
Belgeselin resmi tanıtım filmi:
-
1 yorum:
bunu hemen islemem lazim
Yorum Gönder