© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/1 Şubat 2009
“Hiçbir şey değişmedi ve her şey değişti...”
David Bowie, “Sunday” adlı şarkısında böyle der... Gerçekten de çoğu durumda değişimi başlatan, hiçbir şeyin değişmemesidir. Aynı Amerika’da olduğu gibi...
Amerika’yı yönetenler, onca uyarıya karşın, son sekiz yıldır bildiğini okudu. Kendilerini “dünya imparatorluğu” fikrine o kadar kaptırdılar ki, ne Birleşmiş Milletler’i dinlediler ne de kendi halklarının isyanını...
Amerikan tarihinin en kötü Başkan’ı olarak görülen George W. Bush’un o karanlık döneminde bu ülkede yaşamak son derece depresif bir deneyimdi. Ben, bu deneyimi bizzat yaşadığım için, toplumda giderek artan değişim beklentisinin de tanığı oldum.
Bush yönetimi, demokrasiye bağlı, hukukun üstünlüğüne inanan Amerikalılar için utanç vericiydi. Toplumun ortak aklını ve vicdanını yitirmeye başladığı bu dönemde, bir ulus adeta topluca intihar ediyordu...
Irak’ta yalanlara dayanarak yapılan işgal ve sonrasındaki insanlık dramı, bu durumu somut bir biçimde gözler önüne serdi. Bir milyondan fazla Iraklı sivil yaşamını kaybetti bu faciada... Dört binden fazla Amerikan askeri de öldü...
Peki, uydurma bir gerekçe ile işgale kalkışan ve uluslararası hukuku ayaklar altına alan Bush yönetimi, halkı bu duruma karşı nasıl duyarsızlaştırdı?
Neocon’ların baş yardımcısı elbette medyaydı... İzledikleri stratejiyi, gazete ve televizyonların taraflı yayınlarıyla kamuoyuna yutturdular. Medyada o dönemde yapılan savaş yanlısı yayınlar, iletişim öğrencilerine mesleki yüzkarası olarak okutulacak cinsten...
Irak işgalinin başladığı günlerde, Amerika’da dinci sağın yayın organlarını özellikle izleyip, bir yalanın nasıl gerçekmiş gibi gösterildiğini aşama aşama gördüm. Aynen Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in taktikleri uygulanıyordu. Halk, Irak’ta kitle imha silahları olduğuna inandırılmış, işgale karşı tepki kırılmıştı...
Ama bu durum, sonunda tersine döndü... Mesleğine ihanet etmeyen gazeteciler, hiç yılmadan gerçekleri haykırıp seslerini halka duyurdular. Amerikan toplumu artık yalanları yutmuyordu.
Önceleri, “Başkan neden yalan söylesin ki?” diye saf saf soran Amerikalılar, artık Bush’u protesto eylemlerinde “yalancı” diye bağırıyordu. O yalancı, Beyaz Saray’dan ayrıldığı gün, Pinokyo burunlu Bush heykellerine kendi halkı tarafından ayakkabı fırlatıldığını gördü...
***
Amerika’daki değişim sürecinden alınacak dersler var. Türkiye’de de Ergenekon denilen dava nedeniyle, her gün hukuka aykırı uygulamalar görülüyor. Dalgalar halinde gelen gözaltılar, yer altından çıkan silahlar, yasadışı telefon dinlemeleri derken, insanlarda tam bir paranoya başladı...
Toplumda belli bir saygınlığı olanların adı, suç çeteleriyle birlikte anılıp kirletilmeye çalışılıyor. İftiranın, yalan haberin bini bir para... Türkiye’de şu anda sürmekte olan dış destekli cadı avının en önemli platformu ise, ne yazık ki medya...
Yaşanan hukuk skandallarının baş savunucusu da, yandaş medyadaki “gazeteci” görünümlü tetikçiler... Bu tipler, kimin göz altına alınacağını bile önceden bilip köşelerine sızdırıyor, yargı bağımsızlığını savunurken hukuk dışı uygulamaları görmezden geliyor.
Sadece soruşturmayı yürütenlerin bilmesi gereken bilgileri yalan yanlış yorumlarla halka yutturmaya çalışanlarla dolu gazete köşeleri... Fakat Goebbels’in kitlesel propagandanın Büyük Yalan olarak bilinen tekniğinin Amerika’da nasıl bir sonuca yol açtığını hep birlikte izledik...
Yalanlarla bir yere kadar varırsınız ama gerçekler elbet bir gün ortaya çıkar. Hiçbir şeyin değişmediği yerde gün gelir çok şey değişir...
2 Şubat 2009 Pazartesi
Bu Böyle Gitmez...
Etiketler:
Amerika,
David Bowie,
dinci sağ,
Ergenekon,
George W. Bush,
Goebbels,
Hitler,
Irak,
medya,
neocon,
Türkiye,
yandaş medya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder