26 Ocak 2009 Pazartesi

2023?

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/25 Ocak 2009

2009, UNESCO ve Birleşmiş Milletler tarafından Uluslararası Astronomi Yılı ilan edildi. Çünkü bu yıl, Galileo Galilei’nin teleskopla yaptığı ilk gökyüzü gözleminin 400. yıldönümü. Aynı zamanda, Evrim Teorisi’ni geliştiren Charles Darwin’in doğumunun da 200. yılı.

Her iki bilimadamı da, buluşlarıyla insanlığa büyük katkılar yaptı. Ama aynı anda da, bağnaz dincilerin hedefi haline geldi. Galilei, Tanrı'ya inansa da, dünyanın döndüğünü savunduğu için kilisenin düşmanlığını kazandı, kitabı yasaklandı, Engizisyon’da yargılanıp ev hapsine mahkum edildi...

Dünyanın döndüğünü savunmanın kilise karşıtlığı olarak değerlendirildiği günler artık geride kaldı; bugün kimse dünyanın yerinde sabit durduğunu savunmuyor. Hatta Vatikan, kilise tarafından yargılanan Galilei’den 366 yıl sonra özür bile diledi...

Bağnaz dincilerin tepkisine neden olanlardan birisi de Charles Darwin’di. Tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla birkaç ortak atadan evrildiğini savunduğu için kıyamet koptu. Sonunda İngiliz Anglikan Kilisesi, geçen yıl, Darwin’in ölümünden 126 yıl sonra, ünlü bilimadamından özür diledi. Onu yanlış anlayıp, yanlış tepki verdiklerini ve başkalarının da onu yanlış anlamasına neden olduklarını itiraf ettiler...

Galilei, kazığa geçirilip yakılmaktan kurtulmak için görüşlerini inkar etmek zorunda kalmıştı. Bir diğer İtalyan bilimadamı Giordano Bruno ise, dünyadan başka pek çok gezegen bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin kararıyla yakılarak öldürüldü... O da Tanrı'yı reddetmiyordu oysa... Sadece Tanrı ile evrenin aynı gerçeğin iki farklı yansıması olduğunu söylüyordu...

Darwin ise, dini inancını “agnostik” (bilinemezci) olarak tanımlasa da, onun kaderi Bruno’nun ve Galilei’nin kaderinden farklıydı. Bunun nedeni, Bruno’nun yakıldığı 1600’den Darwin’in doğduğu 1809 yılına kadar olan dönemde, insanlığın Aydınlanma ekseninde kat ettiği yoldur. Rönesans’ın açtığı yolda ilerleyen toplumlarda zaman içinde din ve devlet işlerinin ayrılması noktasına gelinmiş, bilimsel özgürlükte mesafe alınmıştı.

***

Batı’nın, ortaçağın tutucu skolastik felsefesinden kurtulup Rönesans’ın özgürlük kavramından Aydınlanma’ya uzanması, tarihin en önemli süreçlerinden birisi. Acı gerçek şu ki; şeriatın hüküm sürdüğü Osmanlı, bu süreci fena halde ıskaladı...

Aydınlanma’nın yaşadığımız topraklara varışı, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla oldu. Batı’nın yüzyıllar önce ulaştığı Aydınlanma’yı Türk ulusuna yaşatan, dogmayı reddedip aklın egemenliğini savunan, emperyalizme karşı gelip ulusun kendi kaderini kendisinin belirlemesi ilkesini hayata geçiren Atatürk’ün 2009’da hâlâ dincilerin hedefi olması, size anormal gelmiyor mu?

Türkiye, 21. yüzyılda dincilerin, tarikatçıların yürüttüğü karşı devrime sahne oluyor. Ne yazık ki, tarih kitapları ilerde 2009 Türkiyesi’ni anlatırken, mahalle baskısından, içki yasağından, tesettür salgınından söz ediyor olacak...

Eğer o kitaplar gerçeği yazarsa, yıllar sonra bunları okuyanlar hayrete düşecek... Onlar için herhalde inanılmaz olacak ama, laiklik karşıtı odak haline gelmiş, ABD, AB güdümlü bir iktidarın hukuku hiçe sayan icraatlarını okuyacaklar...

Atatürk Devrimi’nin Aydınlanma boyutunu değerlendirirken, insanın aklına şu soru geliyor:

Acaba belli kesimlerin Türkiye’deki Aydınlanma gerçeğini anlamaları için, kilise özürlerinde olduğu gibi en az 100 yıl geçmesi mi gerekiyor?

Eğer öyleyse, Cumhuriyet’in 100. yılının kutlanacağı 2023’te, tarih kitapları dincilerin böyle bir özründen de söz ediyor olur mu?

Hiç yorum yok: