9 Şubat 2009 Pazartesi

Amerika'dan Bir Sendika Hikayesi...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/8 Şubat 2009

Obama Başkan seçildiğinden beri Amerika’ya methiye düzenler çoğaldı... Biz, o modaya kapılmayalım ve liboşların Amerika güzellemelerini bir yana bırakıp, medyaya yansımayan gerçeklere bakalım...

EFCA nedir? Employee Free Choice Act (Çalışanların Özgür Seçim Yasası)... Amerika’da çalışanların sendika kurmasını kolaylaştıracak olan yasa önerisi... Bu yasa tasarısı, bir iş yerinde sendika kurulmasını, çalışanların katılımıyla yapılacak seçime ya da işçilerin çoğunluğunun imzalı onayına bağlıyor.

Mart 2007’de Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen tasarı, daha sonra Senato’da oylamaya geçilmesi yönündeki teklifin yeterli desteği bulmaması nedeniyle askıda kaldı.

Bu sonuca varılmasını kim sağladı dersiniz? Küresel ekonomik krize neden olan büyük Amerikan bankalarının ve holdinglerin başındaki yöneticiler... Huffington Post’ta çıkan haberlere göre, EFCA’ye karşı muhalefeti örgütleyen kurum Bank of America... Yani halkın vergileriyle oluşan hazineden milyarlarca dolar yardım alan dev banka... Bir diğeri de, iflas etmesin diye kasasına para akıtılan sigorta şirketi AIG.

Bu kuruluşlar, 17 Ekim 2008 tarihinde ortak bir konferans bağlantısı yapıp, temsilcilerini ve müşterilerini yasa tasarısının aleyhine çalışmaları için uyardı. Amaçları, tasarıya karşı çıkan gruplara ve Cumhuriyetçi senatörlere maddi yardım gönderilmesiydi. Çünkü tek kurtuluşları, tasarıya destek veren senatör adaylarının 4 Kasım 2008 seçiminde yenilgiye uğramasıydı...

Konferans bağlantısına katılanlardan biri de, dünyanın en büyük ev donanım ürünleri perakendecisi Home Depot’nun kurucusu Bernie Marcus'tu. Çalışanların özgürce sendika kurması fikri Marcus’u öylesine çıldırtmıştı ki, şöyle seslendi kendisini dinleyenlere: “Bu uygarlığın yok oluşudur. Bir perakende şirket yöneticisinin bunu önlemek için çalışmadığını duyarsam, o o.... çocuğunun yakasına yapışırım.

İlginçtir; bu konferans bağlantısının yapıldığı tarih 17 Ekim, aynı zamanda Dünya Yoksullukla Mücadele Günü... Böyle bir günde, yoksullukla boğuşan çalışan kesimin sendika kurma hakkının önlenmeye çalışılması, ne vahim bir çelişkidir...

Bunca gürültü çıkaran tasarının, Kongre’de ne zaman yeniden gündeme alınacağı belli değil. Demokratlar, 4 Kasım seçiminden hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da çoğunluğu sağlayarak çıktı ve yeni Başkan Obama tasarıyı destekliyor. Ama soru şu: Obama, Amerikan kapitalizminin yarattığı “corporatocracy” / “plutocracy” gerçeğine direnebilecek mi?

Son iki yılda yüz bini aşkın banka çalışanı işinden oldu, fakat krizin asıl sorumlusu açgözlü banka yöneticileri hâlâ yerinde...

Uluslararası Hizmet İşçileri Sendikası’nda (SEIU) Bireysel Eşitlik Projesi’nin Direktörü Stephen Lerner, olan biteni güzel özetlemiş: “En büyük sorunu yaratan şirketler, yardım için para isteyip, sonra da o parayı çalışanların durumunun iyileştirilmesini önlemek için kullanıyor.

Obama için düzenlenen görkemli törenleri seyredip, Amerika’nın bütünlük içindeki görüntüsüne özenenlere duyurulur: Amerika’da törenler her zaman şatafatlıdır. Çok para ve emek harcarlar bunun için. Çünkü bilirler görselliğin insanları nasıl etkilediğini...

Ama kapalı kapılar ardında dönenler farklıdır. Yoksulun, işçinin adı yoktur Amerika’da... Kapitalizm için en büyük tehlike olarak görülen sendikaların kurulması önlenir... Obama’nın Başkan olmasıyla ayrımcılığın sona erdiğini düşünenler, sınıf ayrımına hiç değinmez...

Bu yazıda anlattıklarıma dudak bükenler, Ken Loach’un “Bread & Roses” adlı filmini izlesin. Belki gözle görünce inanırlar işçinin Amerika’nın daimi siyahı olduğuna...

Hiç yorum yok: