6 Ekim 2008 Pazartesi

Bağımsızların Stratejisi

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/5 Ekim 2008

Amerika’da John McCain’in ve Barack Obama’nın değişimi temsil edemeyeceğini düşünenlerin katıldığı bir panelden söz etmiştim geçen hafta. Bugünkü yazıda ise, bu grupta yer alanların bir ay sonraki başkanlık seçiminde izlemeyi planladıkları yöntemleri aktaracağım. Belki bu yöntemler, ülkemizde kendi görüşlerine uygun parti bulamayanlara da bir fikir verebilir...

***

Birinci yöntem, halkın sorunlarını seçim sürecinin odağı haline getirmek. Örneğin, medyanın günlerce haber yaptığı “Rujlu Pitbull” gibi gündem saptıran polemikler yerine, eğitim olanaklarındaki eşitsizliğe dikkat çekmek.

Çünkü horoz dövüşünü andıran kapışmaların medya üzerinden sürdürülmesi, gerçek sorunlara yönelik çözümlerin tartışılmasını engelliyor. Bu nedenle, partilerin somut planlarını açıklamalarını sağlamak için baskı oluşturacak sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi amaçlanıyor.

İkinci yöntem, bağımsız medyayı desteklemek. Doğruyu ancak siyasi iktidarla çıkar ilişkisi içinde olmayan gazeteciler aktarabilir. Halkın bu gerçeğin farkına varması için, medya-iktidar ilişkisinin mide bulandırıcı örnekleri hakkında kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi hedefleniyor.

Üçüncü yöntem, bağımsız medyanın yanı sıra, internet üzerindeki bireysel blogların gücünden yararlanmak. Amerika’daki seçim sürecini yakından izlerseniz, bu “blogosphere” denilen yeni dünyanın, çok büyük boyutlara ulaştığını görüyorsunuz. Bir blogda yer alan bir makale, on binlerce kişi tarafından okunup elektronik postalarla sayısız insana ulaştırılıyor. Bir de bakıyorsunuz, ertesi gün herkes aynı yazıdan söz eder hale gelmiş.

Özellikle gençler arasında olağanüstü bir popülaritesi olan bu dünyanın içinde etkili bir biçimde yer almak, bu kesimin enerjisini siyaset sahnesine yöneltmek açısından çok önemli. Öyle ki, birçok kişi, bloglar aracılığıyla gerçekleri duyurmayı, Obama’nın önerdiği değişikliklerden daha devrimci buluyor.

***

Görüldüğü gibi, Amerika’da Cumhuriyetçi ve Demokrat grupların dışında kalan bağımsızların seçim stratejisi, doğrudan medya üzerinde etkinlik kurmaya yönelik. Holding medyasının oluşturduğu engeli aşmak için kullanacakları araçlar da, bağımsız gazete ve dergiler ile sivil toplum örgütleri.

Bu gazete ve dergiler, gönüllülük esasına göre çalışan insanlar tarafından çıkarılıp, okur desteği ve yapılan bağışlarla ayakta duruyor. Milyon dolarlık dev medya kuruluşlarının reklam bombardımanı karşısında yılmadan yollarına devam etmeleri ise, gerçekten hayranlık verici. Çünkü onların asıl gücü, tabandan gelen sahiplenme duygusu...

***

Aslında Amerikalı bağımsızların hepsinin kalbinde üçünçü bir büyük parti yatıyor. İki büyük partinin egemen olduğu siyasi sistemin, ciddi bir kısırdöngü yarattığını düşünüyorlar. Çünkü bu durum onların görüşlerini duyurmalarını önlüyor.

Haksız da değiller... Tüm dünya sadece McCain'i ve Obama’yı aday sanarken, gerçekte başkanlık için yarışan dört aday daha var: Bağımsız aday Ralph Nader, Yeşil Parti’nin siyahi kadın adayı Cynthia McKinney, Libertaryen Parti’nin adayı Bob Barr, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi’nin adayı Gloria La Riva...

Fakat hiçbirisinin adı medyada geçmediği gibi, seçimden önce adayların katılacağı ve televizyondan yayınlanacak tartışma programlarına da davet edilmiyorlar. Cumhuriyetçi ya da Demokrat Parti’den olmayanlara söz hakkı yok... Ve bu durum Amerikan Anayasası’na aykırı... “Özgürlükler ülkesi” Amerika’da durum bu...

Hiç yorum yok: