8 Eylül 2008 Pazartesi

Pis Sularda Yüzmek...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/7 Eylül 2008

Amerika'da Demokratlar, ulusal kongrelerini güle oynaya gerçekleştirip tüm dünyanın dikkatini çekerken, Cumhuriyetçiler'inkine Gustav kasırgasının gölgesi düştü. Düşmeseydi onlarınki de bir şenliğe dönüşecekti.

Her iki partinin de 2004 ulusal kongresini gazeteci olarak izleme olanağı bulmuştum. Oradaki gözlemlerime dayanarak diyebilirim ki, bu toplantılar çok iyi organize edilen Oscar törenlerine benziyor. Amerika'da yapılan her büyük organizasyon gibi, bunlar da şatafatlı.

Dünyanın her yerinden çok sayıda gazetecinin takip ettiği bu kongreler, aynı zamanda büyük bir reklam platformu olarak da görülüyor. Bu nedenle, medya mensuplarına son teknolojiyle donatılmış ofislerde çalışma ortamı yaratılıyor. Hatta bu yıl Demokratlar’ın kongresine akredite olmak için 15 bin gazeteci başvurunca, kongrenin yapıldığı Pepsi Center’ın yanına geçici bir medya merkezi inşa ettiler. Sadece bunun için harcanan para 15 milyon dolar...

Tek bir partinin kongresi için bu yıl yapılan masraf -federal hükümetin güvenlik için verdiği 50 milyon da eklenince- 125 milyon doları buluyor. Dile kolay; o kadar para nasıl toplanır? İşte Amerikan siyasi sisteminin en zayıf noktalarından “soft money” (yumuşak para), bu aşamada iyice önem kazanıyor.

Doğrudan bir adaya ya da kampanyasına değil ama seçimlerle ilgili çalışmalar yürüten organizasyonlara ve komitelere yapılan bağışlar bu şekilde adlandırılıyor. Adaylara yapılan bağışların miktarı yasayla sınırlandırılmışken, bu tür bağışlarda bir sınır ve denetim yok. Bu durumda, lobicilerden gelecek milyonlarca dolara ihtiyaç duyan adaylar, seçim sürecinde bu gruplarla çıkar ilişkisi içine giriyor. Siyasi parti kongreleri de “soft money” denilen bağışları kullanma yolunu açarak, başkan adayları üzerinde etkili olmak isteyen büyük şirketler için bulunmaz bir fırsat sunuyor.

Bu yıl her iki partinin de aldığı bu tür bağışlara baktığımızda, en başta enerji ve telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren holdingleri, bankaları ve hukuk firmalarını görüyoruz. Kimisi tek bir partiye bağış yaparken, kimisi de işini sağlama alıp ikisine birden yapmış...

Georgetown Üniversitesi’ne bağlı CFI’ın (Kampanya Finans Enstitüsü) verdiği bilgiye göre, kongrelere bağışta bulunan 146 adet şirket, 2005'ten bu yana lobi faaliyetleri için 1 milyar doların üzerinde para harcamış. Aynı şirketlerin doğrudan iki partinin kongresi için yaptığı bağışın tahmini miktarı ise, toplam 112 milyon dolar.

Fakat şu ana kadar bu paranın yaklaşık 1/4'inin kaynağı belirlenebilmiş. Çünkü şirketlerden 31’i yaptığı bağışla ilgili bilgileri açıklarken, 115’i susuyor... Neden? Bağışta bulundukları parti, ilerde yapacağı bir yasayla onlara çıkar sağlamak için çırpındığında, gündeme gelebilecek suçlamaları önlemek için!

Sonuç olarak, Amerikan siyaseti, bu sistem yüzünden dev sermaye gruplarının güdümü altındadır. Barack Obama, daha seçim kampanyasının başında lobicilerden bağış kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Bununla birlikte, büyük yatırım fonlarının başındaki bazı yöneticilerin onun için de yardım topladığı görüldü.

Obama 2007’de yaptığı bir konuşmada, “Ben tertemiz olduğumu tartışmıyorum. Çünkü ben de aynı pis suların içinde yüzüyorum. Ama o suların pis olduğunu biliyorum ve onu temizlemek istiyorum,” diyerek Washington siyasetine karşı çıkmıştı.

Bakalım Obama başkan seçilirse kovboy diplomasisine son verip Amerikan dış siyasetini daha barışçıl kılabilecek mi? Bunu yapabilmek için, önce lobilerin baskısından kurtulması gerekiyor. Aksi takdirde, o da sisteme teslim olup o pis sularda yüzmeye devam edecektir...

Hiç yorum yok: