© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 28 Kasım 2010
Bayram haftasını Amsterdam’da geçirme şansım oldu. İçinden kanallar geçen bu güzel kent, ilk göreni hemen etkileyecek birçok özelliğe sahip.
Arabaya karşı egemenliğini ilan eden bisiklet, geceleri sokakları saran romantik ışıklar, köprüler, kışın bile cıvıl cıvıl meydanlar, kanallar boyunca dizilen birbirinden güzel binalar... Hepsi Amsterdam’a ayrı bir kişilik kazandırıyor.
Ama işin gerçeği, bu kentte beni en çok bir sergi etkiledi. Bir öğleden sonra ünlü Direniş Müzesi’ne (Verzetsmuseum) gittim. Daha kapıdan içeri girer girmez siyah duvar üzerinde büyük beyaz puntolarla yazılan şu sözler dikkatimi çekti:
“Direniş, büyük laflarla değil, ufak eylemlerle başlar. Kendinize sorduğunuz bir sorudur direnişi başlatan. Ve ardından o soruyu bir başkasına sorarsınız.”
Hollandalı gazeteci, yazar ve şair Remco Campert’e ait bu satırlar...
2. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali altındaki Hollanda’da yaşanan korkunç yılları anlatan bir sergi var müzede. Yahudilerin teker teker yakalanıp kamplarda katledildiği dönem, defalarca filmlerde anlatıldı. Dolayısıyla fazlasıyla işlenmiş bir konu.
Ancak Direniş Müzesi’ndeki sergi, 1940-45 döneminden kalma eşyalar ve çeşitli belgelerle Nazi işkencesini ayrıntısıyla ortaya koyuyor.
Bir koridordan diğerine geçerken sanki bir zaman tüneline girip o yıllara gitmiş gibi oluyorsunuz. İçinizde bir ürperti hissediyor, insanlık adına utanıyor, gördüklerinizin yaşanmış olduğu gerçeğiyle bir kez daha sarsılıyorsunuz...
***
Serginin özellikle bir bölümü gazeteciler açısından çok ilginç. Nazi işgali sırasında Hollanda Direniş Hareketi’nin ana unsurlarından birisi olan, izinsiz yayınlanan gazetelerin öyküsü anlatılıyor bu bölümde.
İşgalin devam ettiği süre içinde, Alman propagandasına karşı halka moral verip direnişi sürdürmek amacıyla 1300 kadar yeraltı gazete faaliyet göstermiş. Bunlar arasında, yerel haberleri yansıtanların yanı sıra, çeşitli siyasi ve dini gruplara ait olanlar da var.
Baskı ve dağıtım sırasında yaşanan sıkıntılar, direnişe destek verenlerin her türlü tehlikeyi göze almasıyla aşılmış.
Gazete kağıtları gizli yerlere saklanmış, taşınması zor ağır baskı kalıplarının yerine mukavvadan kalıplar yapılıp gazetelerin birkaç farklı yerde basılması sağlanmış. 1943’te baş gösteren kağıt sıkıntısı yüzünden basılacak her türlü malzeme için izin alınması gerekince, kağıtlar çalınarak bulunmuş.
***
Bütün bu zorluklar aşılmış. Ancak bir olay var ki, insanın kanını donduruyor...
Wim Speelman adlı bir öğrenci, Vrij Nederland ve Trouw adlı iki gazetenin çıkarılmasını örgütleyenlerden biridir. Alman İstihbarat Servisi tarafından da kimliği bilinmektedir.
Almanlar, 1944 yılında Speelman’a bir teklif yapar. Trouw’un yayınını durdurursa, gazetenin ölüme mahkum edilen 23 çalışanının hayatının bağışlanacağı söylenir. Ancak bunun için bir belge imzalayacaktır...
Speelman, bunun, Trouw’un direnişe teşvik ettiği Hollandalıların sırtına bıçak saplamak olacağını düşünür ve “Devam edeceğiz” der...
23 idam gerçekleşir; altı ay sonra da Speelman tutuklanıp öldürülür...
Müzeyi gezdiğim günden beri bu olayı düşünüyorum. Kendisini direnişe böylesine adamış bir gazetecinin o kararı alırken içinde bulunduğu atmosferi düşünüyorum...
Remco Campert’in sözlerinden esinlenirsek, Nazi kamplarında milyonlarca insanın katledildiği bir dönemde, direnişi örgütlemek için gazete çıkarmak ufak bir eylem midir?
Ya da 23 kişinin ölümünü engelleyebilecekken “devam” demek, çok büyük bir laf mıdır?..
-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder