© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 23 Ağustos 2009
Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü’nün (IFPRI) yayımladığı bir haritaya uzun uzun baktım geçen gün...
“Yabancı yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerdeki toprak kapma yarışını” gösteren haritada, ülkelerin üzerine üç ayrı renkte işaret konulmuş.
Kırmızı, toprak alanları; mavi, toprak satanları; yeşil de diğer yatırımları belirtiyor.
Kırmızılar arasında dikkati çekenler, İsveç, Almanya, İngiltere, Çin, Hindistan, Suudi Arabistan, Libya, Körfez ülkeleri... Maviler arasında ise, Ukrayna, Brezilya, neredeyse Afrika kıtasının tümü, Pakistan, Tayland, Kamboçya ve Türkiye gibi ülkeler var...
Peki, neden bazı hükümetler ve yabancı yatırımcılar, gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerden toprak kapma yarışına girdiler?
Yeterli toprak ve suya sahip olmayan ama kapitali bol ülkeler, bu yarışta başa güreşiyor. Amaçları, toprak ve suyun daha bol olduğu topraklarda tarımsal üretimi ucuza getirebilmek. O nedenle de, bu ülkelerdeki arazilere gözlerini dikmiş haldeler...
Durum öyle ciddi boyutlarda ki, The Guardian’da yer alan bir habere göre, son altı ayda, Afrika ve Güneydoğu Asya’da 20 milyon hektarlık ekilebilir arazi, satıldı ya da kiralandı. Bu, Avrupa’daki bütün ekilebilir arazinin tam yarısına denk geliyor...
Böyle bir gidişata kayıtsız kalmadan neler olduğuna bakmak gerekir...
***
IFPRI, geçtiğimiz aylarda bu konuda “Risk ve Fırsatlar” adlı bir rapor yayımladı.
Rapora göre, küresel ısınma sonucunda doğal kaynakların azalması, su kıtlığı ve büyük üreticiler tarafından getirilen ihraç kısıtlamaları sonucunda gıda fiyatları aşırı yükseldi.
Bu yüzden de, toprak ve su kıtlığı çeken ülkeler, alternatif yollar bulmaya yöneldi. Başka bir ülkedeki ekilebilir toprağın kullanım hakkının satın alınması da, bu arayışın bir sonucu...
Kimileri, bu yöntemle, yoksul ülkelerin tarım alanında ve kırsal bölgelerde yeni yatırımlara kavuşabileceği inancında... Fakat olan biteni araştırınca, pek de böyle masum açıklamalar yapmak olanaklı değil...
Çünkü;
1-Bu şekilde yerel halk, kendisinin ihtiyaç duyduğu toprak üzerindeki haklarını kaybetmiş oluyor...
IFPRI’nın raporunda bunun önlenmesi için şu noktanın altı çiziliyor: Bu tür toprak anlaşmalarının, her iki taraf için de endişeleri en aza indirecek ve olanaklar yaratacak şekilde düzenlenmesi son derecede önemlidir. Anlaşmaların içeriği, geçerlilik süresi ve hangi koşullarda gerçekleşeceği, çok açık bir şekilde belirlenmeli.
Oysa uygulamada, yerel halkın neler olup bittiğinden, kendi toprağının yabancı yatırımcılara devredildiğinden haberi bile olmuyor...
2-Bu anlaşmalarda üzerinde durulması gereken ama göz ardı edilmeye çalışılan önemli bir etik mesele var...
Başta Çin, Güney Kore, İngiltere ve Körfez ülkeleri olmak üzere, kapitali bol ülkelerin kendi sınırları dışında tarımsal üretime ağırlık vermelerinin amacı, biyoyakıt elde etmek... Kiraladıkları ya da satın aldıkları arazilerde, pirinç, mısır, tahıl vs. üretmelerinin başlıca nedeni bu.
Dünyada her gün 25 bin insan açlıktan ölüyor. Ama o paralı yatırımcıların ürettiği milyonlarca ton mısır, onlar için değil... Çünkü zenginlerin yoksul hakların toprağında yetiştirdiği mısır, diğer zenginlerin arabasını çalıştıran biyoyakıta dönüşecek...
Sonuç şu ki, toprak kapma yarışı, bugünkü uygulama şekliyle, yerel halka hiçbir katkı yapmadan onun sahip olduğu kaynakların üzerine oturmaktır.
Öyle görünüyor ki, bu da, Naomi Klein’ın adını koyduğu “Şok Doktrin”in yıkıcı aşamalarından biridir...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Satılık Topraklar...
Etiketler:
açlık,
biyoyakıt,
emperyalizm,
gıda krizi,
küresel ısınma,
Naomi Klein,
şok terapi,
toprak satışı,
Türkiye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder