10 Kasım 2008 Pazartesi

Kafasız Tavuklar

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/9 Kasım 2008

Önce The New York Times’da şu satırları okudum: “Bu, hepimizin etrafta kafası kesilmiş tavuklar gibi oradan oraya koşuşturduğumuz, 19. yüzyıl tarzı bir panik.” Boston merkezli yatırım firması GMO’nun Başkanı R. Jeremy Grantham, küresel mali krizi böyle anlatmış.

Bu tanımlama, bana, Türkçe’deki “Mal canın yongasıdır,” deyişini hatırlattı. Parasını kaybeden insanın kendisini boynu kırılıp kafası koparılan tavuğa benzetişi ilginç ve acıklı gerçekten...

Grantham’ın sözlerinden sonra Başbakan Erdoğan’ın “ümük” yorumu geldi. IMF ile anlaşma yapılsın diyenlere, “Krizi fırsat bilip ümüğümüzü sıkalım derlerse olmaz,” diye yanıt verdi Erdoğan.

Görüldüğü gibi küresel mali kriz, birçok kişiyi boyun endişesine düşürdü. “Ya boynumu koparırlarsa?”, “Ya boynuma çöküp nefes almamı engellerlerse?” türünden korkular taşıyor insanlar.

Peki, IMF’ye karşı olmadığını açıklayan Erdoğan, neden şimdi bu endişeye düştü? Bugüne kadar her krizde kendini IMF ile pazarlık ederken bulan Türkiye değil miydi? Amerika’da patlayıp tüm dünyaya yayılan ekonomik krizin, gelişmekte olan ülkeleri sonunda yine IMF ile masaya oturtacağı belliydi.

Küresel kapitalizmin çarkı böyle işliyor. Naomi Klein’ın “The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism” (Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi) adlı kitabında anlattığı gibi, kapitalizm, felaketlerden yararlanarak yoluna devam ediyor. Savaş, terör, sel, açlık vb. her türlü ekonomik, doğal ya da politik felaket, kriz yaratıyor ve böylece küresel kapitalizmin şok terapisi için yol açılıyor.

Zayıf olan krizle yıkılınca bundan çıkar sağlayacak güçler devreye giriyor. Kredi ve nakit sıkıntısına düşen ekonomilere biraz gaz verilip ayağa kaldırılır gibi yapılıyor. Ama bunun için önce neoliberal ekonominin şartları öne sürülüyor. Yani, özelleştirme, devlet müdahalesinin kısıtlanması ve sosyal harcamalarda kesintiler öneren reçeteler dayatılıyor. Bir süre sonra da sıcak para girişiyle tamamen dışa bağımlı hale gelen ve cari açığı artan ekonomiler, en ufak bir sarsıntıda tekrar yıkılacak hale geliyor.

Bir kısırdöngü bu. Felaket kapitalizmi bu şekilde ilerliyor. IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar da, bu sistemin en önde gelen aktörleri. Hep böyleydi; IMF, zaten hep “ümük sıkmak” için var oldu. Bunu kurumun kendi uzmanları bile söylüyor. 1980’lerde IMF’nin Latin Amerika ve Afrika’daki yapısal düzenleme planlarını tasarlayan ekonomist Davison L. Budhoo, sonraları şu itirafta bulundu: “1983’ten itibaren yaptığımız her şey, Güney’in ‘özelleştirilmesini’ ya da bitirilmesini temel alan yeni bir anlayışa dayanıyordu.

O nedenle, Erdoğan’ın ABD/AB yönetimindeki IMF’ye yönelik “ümük sıkma” uyarısı gariptir... Türkiye, her ne kadar üyelik payı ödüyor olsa da, IMF’nin yönetiminde söz hakkı yok denecek kadar azdır. Gelişmiş ülkelerin egemenliğindeki IMF için yeni bir görev tanımı yapılmadıkça da, bu kurum gelişmekte olan ülkeler için bir çözüm olmayacaktır. Nitekim bu gerçekleri gören Venezüella, sonunda IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerini bitirip özgürlüğünü ilan etti.

Türkiye ne zaman IMF’nin etki alanından çıkacak belli değil... Ama görünen o ki, felaket kapitalizmi yoluna devam ediyor. Kimin elinde baltayla gezdiği, kimin kafası uçurulan tavuk yerine konmak istediği apaçık ortada.

“Yine o bilindik sol söylemler!” diyerek bu yazdıklarımıza dudak bükenler vardır mutlaka...Eh, nicedir emekçinin canına okuyan klasik sağ söylemleri savunacak değiliz ya...

Hiç yorum yok: