24 Kasım 2008 Pazartesi

Cahilliğin Egemenliği

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/23 Kasım 2008

Şiddetle yağmur yağarken bir taksiye biniyorum. Orta yaşlı şoför konuşmaya başlıyor:

“Nasıl yağmur yağıyor! Bir de küresel ısınma var diyorlar. Hani nerde? Her şey Allah’tandır! İster yağdırır ister yağdırmaz.”

Şoför konuşmaya devam edince yanıt vermek gerekiyor. “Durum öyle değil,” diyorum. Küresel ısınmanın belirtilerinin birçok alanda görüldüğünü, buzulların eridiğini, kimi göllerin ve hayvan türlerinin yok olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Lafımı kesip, “Kim demiş bunları?” diye soruyor. “Bilim adamları ve uzmanlar,” şeklindeki yanıtım onu hiç tatmin etmiyor, aksine kızdırıyor. “Bunlar safsata! Onlar hep böyle konuşur,” diyor.

***


Plastik damacanalarda su satan bir esnaf ile konuşuyorum. Şişenin altındaki dönüşüm logosuna bakmak isteyince, hemen anlıyor sebebini. “7 sayısına mı bakacaksınız?” diye soruyor.

“Evet,” diyorum. Çünkü damacanaların altında bulunan logonun içinde 3 ya da 7 rakamı varsa, bu o damacananın yüksek oranda kimyasal madde içerdiğini ve insan sağlığına zararlı olduğunu gösteriyor. Ama o, ısrarla bunu inkar etmeye çalışıyor.

“Bilim öyle demiyor,” diye karşılık verince sinirleniyor. “Ne bilimi? Onların işi gücü milleti korkutmak!” diyerek öfkesini açığa vuruyor.

***

Küresel mali krizin bütün dünya piyasalarında ciddi çöküşlere yol açtığı bir sırada, Başbakan Erdoğan anlaşılması güç laflar ediyor. Bankacılık sistemimizde alınan dersler nedeniyle ekonominin sıkıntıya düşmeyeceğini anlatıyor... “Hamdolsun, korkulduğu gibi bir şey söz konusu değil,” diyor.

Ekonomistler, mali krizin reel sektöre yansıyacağı konusunda uyarıyor, yaklaşan tehlikenin boyutları verilerle anlatılıyor ama nafile... O, “Kriz inşallah bizi teğet geçecek,” diyor.

Fakat aradan daha bir ay geçmeden krizin yansımaları görülüyor. Sanayideki üretim, eylül ayında geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 5.5 oranında düştü... İş yerleri kapanıyor, ağustos ayında 207 bin kişi daha işsizler ordusuna katıldı... Olsun... Başbakan, yine de krizin Türkiye'yi teğet geçeceğine inanıyor... Washington'a gidince, IMF'den para almak için, krizden etkilenmemenin mümkün olmadığını söylüyor ama Türkiye'de farklı konuşuyor...

***

Bu birbirinden bağımsız gibi görünen üç olayın ortak bir noktası var. Başbakan Erdoğan'ın aymazlığı, oy peşindeki takıyyeci politikacının tavrı olmanın ötesinde. Şoförün, su satıcısının ve Başbakan'ın tavrı, sonuçta aynı anlayıştan kaynak buluyor. O da, bilimsel çalışmayla elde edilen verileri değersizleştirme çabası. Böylelikle, bu tür verilerin yerine boş inançlar geçirilince, her türlü yanlışı gerçekmiş gibi göstermek olanaklı hale geliyor. Aynı anlayış, bir zamanlar da Kenan Evren'in radyasyonun faydalı olduğunu savunmasına yol açmıştı...

İlkel toplumlara uygun bir yaklaşım bu. Ancak neden diye sorgulamadan efendisine biat edenler tarafından kabul edilebilir. Oysa kulluktan vatandaşlığa geçen insan, araştıracak, bilimsel verileri aklın süzgecinden geçirip değerlendirecektir.

Bu yaklaşım değişmediği sürece, ne yazık ki, Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması olanaklı görünmüyor. Mustafa Kemal Atatürk, boşuna “Hayattaki en hakiki mürşit ilimdir,” dememiştir. Çünkü çağdaşlığın yolu bilimden geçer.

Atatürk’ü daha iyi tanımak amacıyla “belgesel” yaptığını iddia edenler, onun özellikle bu yönünü göz ardı etmemeli. Atatürk’ün düşünce sisteminin temelleri topluma doğru bir şekilde anlatılmazsa, işte bugünkü gibi, cahillik gelir çöker tepemize...

Hiç yorum yok: