© Zülal Kalkandelen/Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/8 Haziran 2008
Birkaç yıl önce bir kitapta büyük Amerikan kentlerini anlatan bir makaleye rastlamıştım. Makalenin yazarı, 1992 yılında yaşama veda eden Amerikalı gazeteci/yazar Max Lerner’dı.
Çocukken ailesiyle birlikte Rusya’dan Amerika’ya göç etmiş Lerner. Özellikle The New Yok Post’ta yazdığı tartışmalı köşe yazılarıyla ve geçirdiği siyasi dönüşümle tanınıyor. Gençliğinde Marksist, orta yaşlarda liberal, yaşlılığında da yeni muhafazakar olanlardan...
Bu yazının konusu Lerner’ın hayatı değil, ama makalesinde savunduğu bazı görüşler var ki, ülkemizde son yıllarda öne çıkan tartışmaları akla getiriyor.
Lerner'a göre Amerikan kenti, “insanın yalnızlaşmasının bir ürünü ve sembolüyken, aynı zamanda buna karşı da bir panzehirdir.” Doğrudur; milyonlarca insan aynı kentte yaşıyor, ama sokaklardaki kalabalığın bireye tek getirisi, giderek artan yalnızlık oluyor.
Lerner, buradan hareketle, kentlerde barlar, içki ve gece kulüplerine yönelik ilgi konusunda ise şöyle diyor: “Bunlar, Faustçu açlığın açık göstergeleridir.”
***
Ne demek "Faustçu açlık"?
Alman edebiyatının ünlü kişiliği Faust, doğa bilimlerini, teolojiyi, felsefeyi kullanarak bu dünyanın sırlarını arayan ve şeytana (Mefisto) direnen bir simyacıdır. Tanrı ile konuşan Mefisto, dünyevi zevkleri tattırıp hazzın doruğuna ulaştırırsa, Faust'a da “Dur ey zaman, ne güzelsin!” dedirtebileceği iddiasında bulunur. Başarırsa, iddiayı kazanacak ve herkese yaptığı gibi Faust’un da ruhunu alacaktır. Fakat Faust, yaşanabilecek en büyük dünyevi zevk olan aşkı tatmasına karşın, o sözü söylememeyi başarır.
Kısaca bu şekilde özetlenebilecek hikayenin, bugüne kadar birçok versiyonu yazılıp sahnelendi. Özellikle, 18. yüzyıldaki Aydınlanma hareketi ile birlikte değişik Faust yorumları yapılmıştır. En ünlüsü de, Alman ozan Goethe’nin 60 yılı aşan bir süreçte yazdığı, felsefi, dini, sosyal açılımları olan şiirsel oyundur. Hikaye temelde, Ortaçağ’ın ardından Yeniçağ’a geçişle birlikte, entelektüel, ekonomik, toplumsal ve ahlaki gelişmelerle ortaya çıkan bilgi aşığı modern insanın bunalımını anlatır.
Hikayeyi çok sığ bir şekilde algılayıp, “dünyevi hazlar kötülük vaat eder,” diye yorumlayanlar vardır. Fakat unutulmamalıdır ki, Faust'un halk hikayelerinde ilk ortaya çıkışı 16. yüzyıla kadar gider. O dönemin toplumsal ortamından izler taşıması doğaldır.
***
Bu noktada Max Lerner’ın 20. yüzyılda yayımlanan makalesine dönersek... Barlar, içki ve gece kulüplerine yönelik ilgiyi, Faustçu bir açlığın göstergesi olarak yorumluyordu Lerner.
Bu durumda dünyevi zevkler bir tür şeytan işi mi oluyor? Acaba ülkemizdeki kamu yöneticileri de, aynı düşünceyle mi restoranlarda içkiyi yasaklamaya çalışıyor?
İnanılır gibi değil... 21. yüzyıl insanı hala Faust'un Ortaçağ trajedisini yaşamaya zorlanıyor. Oysa bu çağda, bilginin peşinde koşan, bağnazlığa direnip özgürleşen insanın, aklıyla kendi yolunu bulması ve aydınlığa karşı olan Mefisto’ya yenilmemesi beklenir.
Uzun lafın kısası; insanların denize karşı şarap yudumlarken aldıkları hazdan kime ne? Belki bu onların yalnızlıklarının panzehiridir, belki de paylaşılan güzel anlarının sembolü... Belki onlar, “Hazlarım bu dünyadan fışkırıyor, acılarımı bu güneş aydınlatıyor!” demeyi tercih ediyorlardır.
Kimin bu dünyaya, kimin ötekine odaklanarak yaşayacağını belirlemek, yeniden kamu otoritesinin yetki alanına mı girdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder