20 Kasım 2011 Pazar

Dostunu Satmayanların Ülkesi

© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 20 Kasım 2011

Bayramda İzlanda’ya bir seyahat yaptım. Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde yer alan bu ada ülkesine ilk kez ayak bastım. Farklı kültürü, müziği ve büyüleyici doğasıyla çok ilginç bir ülke İzlanda. Toplam 320 bin kişinin yaşadığı o topraklar, benim için tam bir keşif alanı oldu. O nedenle bu köşede birkaç hafta sizlerle İzlanda izlenimlerimi paylaşacağım.

Başkent Reykjavik 120 bin kişilik nüfusuyla, sessizlik ve huzur arayanlar için ideal bir kent. İzlanda’da insandan çok koyun var denir. Bunun esprinin ötesinde bir gerçek olduğunu, kişi başına iki koyun düştüğünü İzlandalılardan öğrendim.

Ülke topraklarının büyük bir kesimi volkanik; ayrıca çok sert bir iklimi olduğundan tarıma elverişli değil. Son yıllarda seralarda domates, salatalık gibi sebzeleri yetiştirmeye başlasalar da, meyve ve sebzeleri çoğunlukla ithal ediyorlar. Dolayısıyla yiyecek oldukça pahalı.

Ama ucuz olan iki şey var: Enerji ve su. İzlanda’da gerekli enerjinin yaklaşık % 85’i jeotermal ısı ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elde ediliyor; petrol gibi fosil yakıtların kullanımı ise çok sınırlı. Bunun sonucu olarak da, havası çok temiz.

***

Şimdi ben bunları anlattıkça, içinden “İzlanda ekonomisi çökmedi mi? Borçlarını ödeyemeyip batmadı mı? Övülecek nesi var o ülkenin?” diye soranlar olabilir.

İzlanda’nın 2008 Dünya Ekonomik Krizi’nden çok ağır etkilendiği doğru. Bankacılık sektörü iflas bayrağını çekti, milyarlarca euro tutarındaki borç ödenemez oldu, ülke İngiltere ve Hollanda’ya yaklaşık 5 milyar dolar borçlandı, işsizlik arttı. Hâlâ da kendilerine gelmiş değiller.

O dönemden sonra diğer Avrupa ülkelerinde iş arayıp, şansını ülke dışında deneyenlerin sayısı arttı. Reykjavik’te 30’lu yaşlarındaki bir İzlandalı ile sohbet ederken, “Bu ülkenin en çok neyini seviyorsun?” diye sordum. “İyi bir soru bu” dedi ve bir süre düşündükten sonra, “Havasını!” dedi.

Ekonomik krizden sonra gençlerin bir kısmı artık burada kalmak istemiyor. Evet, her şey giderek pahalanıyor ve yaşam artık daha zor. Ama ülkemin havası temiz, suyu ucuz, kışın da ne kadar soğuk olursa olsun ısınmak pahalı değil” diye devam etti.. İzlandalıların doğa bilincine dair çarpıcı bir örnekti o gencin yanıtı.

***

Daha çarpıcı bir olaya, Gullfoss adlı şelaleye gittiğimde tanık oldum. İzlanda’nın güneybatısında Hvita Nehri kanyonunda yer alan bu görkemli şelale, su yoğunluğu ve derinlik açısından Niagara Şelalesi’ni geride bırakıyor. 1875’ten itibaren turistlerin ziyaret etmeye başladığı Gullfoss, yapılmak istenen bir elektrik jeneratörüne güç sağlamak amacıyla 1907’de bir İngiliz’e kiralanmış.

O dönemde bölgede yaşayan Tomas Tomasson adlı çiftçi, kendisine yapılan öneriyi reddederek şu yanıtı vermiş: “Dostumu satmayacağım!

Daha sonra baskılar sonucu Gullfoss yabancı yatırımcılara kiralanmış. Ancak Tomasson’un kızı Sigridur Tomasdottir, yetkililere derdini anlatmak için kilometrelerce yol kat etmiş, mahkemeye gidip sözleşmeyi iptal yollarını aramış, direnmiş.

Jeneratör yapılamamış ve sonunda aksayan ödemeler nedeniyle sözleşme 1929’da iptal edilmiş. Gullfoss 1979’da koruma altına alınmış. Çevrede sadece şelaleye ulaşmayı sağlayan bir tahta köprü dışında insan yapımı hiçbir şey yok; ekosistem bütünüyle korunuyor.

İzlandalıların bir deyişi var; yanardağlardan çıkan külleri kastederek, “Bizimle dalga geçmeyin; paramız olmayabilir ama küllerimiz var” (Don't mess with us. We may not have cash, but we have ash!) diyerek espri yapıyorlar.

Ama her şakanın altında da bir gerçek vardır. Bugün paraları az ancak şelaleleri, kaynaçları ve tertemiz havaları var. Orası doğayı dostu olarak görüp, onu satmayanların ülkesi...

_

Hiç yorum yok: