© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 24 Temmuz 2011
Bu ülkede gazetecilik yaparak hayatını kazanan ve meslek etiğine bağlı bir insanın bugün nasıl hissedebileceğini düşündünüz mü hiç?
Bugün 24 Temmuz; Türk basınından sansürün kaldırılışının 103. yıldönümü. 1908’de Padişah Abdülhamit dönemindeki İttihatçı isyanını bastırmak için ilan edilen 2. Meşrutiyet’in sonuçlarından biriydi bu.
Böylece 1876 Anayasası’ndan kalma sansür kararnamesinin sonu da gelmişti. 25 Temmuz 1908’de çıkan gazeteler, sansür memurlarının denetiminden geçmeden basıldı. Gazeteciler, ilk kez diledikleri gibi gazete çıkarma özgürlüğünü yaşamış, bir bayram havası esmişti.
O günden sonra gazete satışları arttı, daha fazla gazete yayımlanmaya başladı. Tarih kitapları bunları ayrıntısıyla yazıyor.
***
Peki nesnel tarih kitapları Türkiye’de 2000’lerin medyasını nasıl yazacak?
Sansürün kaldırılışının 103. yılında bu ülkede tutuklu gazeteci sayısının 60’tan fazla olduğunu yazacak. Bu sayıyla dünya rekoru kırıldığını belirtecek.
Tutuklu gazeteciler arasında Uluslararası Basın Enstitüsü Dünya Basın Kahramanı Nedim Şener’in de olduğunu söyleyecek. Türkiye’de gazetecilerin hapis cezasına çarptırılması ile sonuçlanabilecek tahminen 1000’e yakın dava bulunduğuna dikkat çekecek.
Gazetecilerin çoğunun Terörle Mücadele Yasası ya da TCK’nın silahlı örgüt kurmak, yönetmek ya da üyesi olmak suçundan tutuklu olduğunu, yani anti-terör yasası nedeniyle içerde bulunduklarını yazacak.
Bu gazetecilerden birisi olan ve halkın oylarıyla milletvekili seçilen Mustafa Balbay’ın 870 gündür hapiste tutulduğunu, 147 gündür hücrede tek başına kaldığını söyleyecek.
Savcıların çok uzun hapis cezaları istediği bu davaların ülkenin basın özgürlüğünü yok ettiğini vurgulayacak.
Polisin Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı basılmamış kitabının kopyasını yok etmek için çalıştığı Radikal gazetesine girdiğini; Şık’ın Gülen cemaatinin devlet içinde, özellikle polis teşkilatında örgütlenişini ortaya seren basılmamış kitabı nedeniyle hapse girdiğini aktaracak.
ATV ve Sabah gazetesinin de dahil olduğu Türkiye’nin en büyük medya grubuna TMSF tarafından nasıl el konulup, sonra başbakanın damadının genel müdürü olduğu sermaye grubuna devredildiğini anlatacak.
İktidarı eleştiren birçok gazetecinin işsiz kaldığını, bu duruma düşmek istemeyen gazetecilerin birer birer dönüştüğünü, böylece 2002’den itibaren de iktidara her koşulda destek veren “yandaş medya” anlayışının türediğini yazacak.
Gerçekler karşısında aldıkları tavra göre değil, iktidar nezdindeki konumlarına göre saflarını belirleyen ve ikiye bölünen gazeteciler arasında karşılıklı utanç verici hakaretlerin köşelere yansıdığını vurgulayacak.
Türk basınındaki özgürlüklerin giderek kısıtlandığı böyle bir ortamın Avrupa Birliği ve Amerika’yı bile endişelendirir hale geldiğini belirtecek.
***
Şimdi diyeceksiniz ki, bu ülkede basında hep olmadı mı bu sorunlar?
Askeri darbe dönemlerinde de sivil dönemlerde de devletten gelen sansürün yanında, korkudan kaynaklanan otosansürün de açıkça hissedildiği oldu mutlaka.
Ancak o baskıcı dönemleri eleştirmiyor muyduk biz? Bu iktidar özgürlükleri genişletip AB standartlarını getirmeyecek miydi? İddiaları bu değil miydi?
Öyleyse neler oldu Türk medyasında? Gerçekleri yazma özgürlüğünden, editoryal bağımsızlıktan tamamen vaz mı geçtik? 103 yıl önceki sansür memurlarının yerini alan sansür telefonlarına direnme gücümüz var mı?
“Basın bayramı”nda gazetecilerin yanıtlaması gereken sorular bunlardır..
-
24 Temmuz 2011 Pazar
Acı Bayram
Etiketler:
2. Meşrutiyet,
Abdülhamit,
Ahmet Şık,
basın özgürlüğü,
gazetecilik,
medya,
Mustafa Balbay,
Nedim Şener,
yandaş medya
1 yorum:
güzel Sade bir anlatım olmuş okurken sıkılamdan okudum güzel paylaşım. blogunuz çok güzel olmuş..
Yorum Gönder