13 Mart 2011 Pazar

Bölünüp Yönetilen Medya

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 13 Mart 2011

Bir hareketi, bir örgütü zayıflatmak istiyorsanız, uygulayacağınız en etkili yöntem o hareketin/örgütün üyeleri arasına nifak sokup bölünmelerini sağlamaktır. Sömürünün sürdürülebilmesi için, zulme karşı çıkan grubun dağıtılarak parçalanması mantığına dayanır.

Bunu söyleyerek yeni bir yol keşfetmiş değilim elbette. Herkesin bildiği bir yöntemdir; yıllardır da birçok alanda uygulanır.

Böl-yönet politikasının dünya çapında en başarılı uygulayıcısı, kuşkusuz Amerika’dır. Vietnam’dan bu yana Amerika’nın ajandasından hiç eksik olmadı bu yöntem. En son Irak’ı parçaladılar; şimdi bazıları Obama geldi Amerika Irak’tan çıkıyor diye sevine dursun, onlar çoktan Irak’ı böldü ve yönetiyor.

Böl-yönet yönteminin Türkiye’deki en etkin örneği ise, sendikacılık alanında görülür. Çalışanların, işçilerin haklarını korumak amacıyla kurulan sendikalar, bir türlü bir araya gelemez bizim ülkemizde.

Farklı iş kollarında kurulsalar da temel amaçları emekçileri korumaktır. Ama her yıl hükümetle pazarlıklar sürerken bir bakarsınız yine yan yana değiller. Birisi gitmiş patronun dizinin dibine tünemiş, onun iki dudağının arasından çıkacak lafa bağlamış kaderini. Emekçinin hakkını korur görünürken, gerçekte devlet eliyle kurdurulan ve asıl işlevi sınıfsal birliği bölmek olan sarı sendikadır o.

Sendikacılığı baltalama işindeki başarı, Türkiye’de bazılarına ciddi bir esin kaynağı yaratmış durumda. Örneğin bunun medyadaki uygulamaları uzun zamandır devam ediyor. Ancak son sekiz yıllık dönem, bu “başarının” zirve yaptığı yıllar oldu.

Türk medyasında öteden beri var olan sağ-sol, dinci-laik kamplaşmasına yeni boyutlar eklendi. Artık tartışılan sağ ya da sol görüşün argümanları değil iktidar karşısındaki tavrınız: Ya iktidar yanlısısınız ya darbeci...

İş öyle bir aşamaya geldi ki, bundan üç yıl önce (21 Mart 2008) Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, gece yarısı evi basılıp gözaltına alındığında medyadan bütünlüklü bir tepki gelmedi. Oysa 83 yaşındaki gazeteci İlhan Selçuk da kanlı bir terör örgütüne üye olmakla suçlanmış, kendi gazetesini bombalattığı iddia edilmişti...

O zaman basında bu kan dondurucu iddialara alkış tutanlar oldu. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Soner Yalçın’la ilgili süreçler de aynı şekilde işledi. Kimisi olanlardan kaygı duyduğunu söyledi, kimisi “Onlar zaten darbeci!” diye yargısız infaza başladı.

Ancak son operasyonda Nedim Şener ve Ahmet Şık göz altına alınınca medyadan toplu bir tepki geldi. O güne kadar basın üzerindeki baskıya susanlardan bir kısmı “Yeter artık!” dedi. Hep birlikte basın özgürlüğü için Taksim’de yürüdük. Çok farklı düşünceden medya mensupları bir aradaydı.

Ertesi gün gazetelere baktım; gazeteciler kendileri için böyle hayati bir eylemi nasıl yansıtmışlar diye merak ettim. Merkez medya dahil bazısı küçük bazısı büyük görmüştü haberi. İktidar yanlısı Yeni Şafak, Zaman, Bugün, Takvim, Star, Yeni Akit ve Milli Gazete dışında hepsi kapaktan girmişti haberi.

Yani bir kısım gazeteci, Türkiye’de basın üzerindeki baskıya karşı gazetecilerin yaptığı ortak eylemi kapaktan verecek kadar önemli bulmamıştı. Amerikan Büyükelçisi’nin bile endişelendiğini açıkladığı durum onları endişelendirmiyor demek ki...

Bu yaşananlar, böl-yönet yönteminin Türkiye’deki en başarılı uygulamasıdır. Eğer hür basın istiyorsak, "senin gazetecin / benim gazetecim" ayrışmasını bir yana bırakıp, işini yapan bir gazetecinin yazdıklarından dolayı hapse atılmamasını hep birlikte savunmak zorundayız.

-

Hiç yorum yok: