25 Temmuz 2010 Pazar

Kitapsız kütüphane...

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 25 Temmuz 2010

Kütüphanelere ayrı bir tutkum vardır benim. İlk kez gittiğim her yeni kentte önce orayı ziyaret ederim. Kentleri sahip oldukları kütüphanelere göre değerlendiririm bir bakıma...

Güzel bir binası olan, geniş bir koleksiyona sahip bir kütüphane bulursam, o kentin benim için değeri artar. Kitaplara olan gönüllü bağımlılığın yanı sıra, kütüphanelerin sessizliğine de düşkünüm.

Sokağın kargaşasından kurtulmanın en iyi yollarından biridir bir kütüphaneye dalmak. Saatler geçer ama adeta zaman durur o mekanlarda...

Hiç tanımadığım insanlarla aynı mekanı paylaşmak, neden hiçbir yerde olmadığı kadar kütüphanelerde mutlu eder beni?

Yanıtı bellidir aslında; okuma, araştırma, keşfetme ve öğrenme eylemlerinin sağladığı tatmin duygusunun erişilmezliğidir hissedilen...

Bütün bunları yazmamın nedeni, kütüphanelerin benim için kutsal bir nitelik taşıdığını vurgulamak. Çünkü buna bağlı olarak aklımı meşgul eden soruları paylaşacağım sizlerle.

***

Geçen gün gözüme bir haber ilişti. Stanford Üniversitesi’nin ağustos ayında açılacak yeni mühendislik kütüphanesinde, eskiye oranla yüzde 85 oranında daha az kitap bulunacakmış.

Yani raflarda 60 bin kitap yerine artık 10 bin kitap yer alacakmış. Üniversitenin kütüphanecileri de, bunu “kitapsız gelecek” için büyük bir adım olarak sevinçle karşılamış...

Stanford’da bu yönde karar alınmasının nedeni, kayıtlara göre, öğrencilerin eskiye göre kütüphaneden çok daha az sayıda kitap alıyor olması. Ama bu demek değil ki, daha az kitap okunuyor. Kitapları basılı olarak değil dijital versiyonlarından okuyorlar...

Kütüphaneden onca kitap çıkınca binada geniş bir alan açılmış. Kütüphaneciler, böylece sadece kitaplarla uğraşmak yerine çeşitli atölye çalışmaları yapacakları için heyecanlıymış...

***

Benim gibi ağzına kadar kitapla dolu temiz ve serin bir kütüphaneyi bu dünyadaki en güzel mekan olarak gören birisi için sarsıcı bir haber bu. Çünkü “kitapsız gelecek” düşüncesinin sadece Standford’la sınırlı kalmayacağını biliyorum. Teknolojinin yönlendirdiği gidişat bu yönde...

Bu durumda kendime şunları sordum:

Raflarında az kitap olan bir kütüphaneye girince aynı heyecanı duyacak mıyım?

Benim için kütüphaneyi kutsal kılan okuma, araştırma, keşfetme ve öğrenmenin sağladığı tatmin duygusu değil mi?

Öyleyse aynı eylemleri farklı bir şekilde yaparsam aynı tatmini alabilir miyim?

Benzer sorular, Kindle, Eee-Reader gibi elektronik kitap okuyucuları çıktığından bu yana da aklımıza geliyor. Ama o tür aletleri alıp almamak sonuçta kişisel bir tercih.

Oysa işin kütüphane boyutu, kendi isteğim dışında oluşabilecek ve durdurmak için herhangi bir önlem alamayacağım bir gelişme.

Geleceğin kütüphaneleri, sadece bilgisayarlar ve e-kitap okuyucularını barındıran binalara dönüşecek mi? Öyle olursa, neden evimdeki bilgisayardan ya da şahsıma ait Kindle’dan okumak varken kütüphaneye gideyim?

Bana kalırsa, “kitapsız gelecek” düşüncesini en son savunacak insanlar kütüphaneciler olmalı. O nedenle, Stanford kütüphanecilerinin bu gelişmeden heyecan duyması beni fena halde şaşırttı. Kendi ayağına kurşun sıkmak bu olsa gerek...

Diyebilirsiniz ki, “Teknolojiye direnilmez; en iyisi bir an önce uyum sağlayıp yeni kullanım amaçları üzerine kafa yormak.”

Yoralım tabii ama ben yine de ağzına kadar kitapla dolu kütüphanelerin kokusunu, görüntüsünü duyumsamak istiyorum. Tutku işte; boş raflarla tatmin olmuyor...

Çok zengin olsam, açarım bir tane kapatmam var olduğum sürece. Bu olanağım olmadığına göre, en iyisi devam evi kütüphaneye çevirmeye...

-

4 yorum:

Mert Hüseyinoğlu dedi ki...

Sizin kadar kütüphane gezgini olmasam da, büyük şehirlerin kütüphanelerini gezmekten, imkanım varsa oturup, dilini anlamasamda, sırf "dokunmak" için bile olsa bir kitap alıp oturmaktan keyif alırım.

Sözünü ettiğiniz "kitapsız kütüphane"lerin her geçen gün yaygınlaşıyor olmasından duyguğum tatsızlığı ben "ruhumun şımarıklığı" olarak adlandırıyorum. Ömrümün hepsini okumaya yetmeyeceği kadar kitap almak, hepsini kütüphanemde belirli bir düzende yerleştirmek, zaman zaman takıntı yapıp, yenileri dururken aynı kitabı defalarca okumak, her okuyuşumda ona "dokunmak", gün ortasında "acaba ne zaman gelecek?" diye sabırsızlanarak kitaplarımı getirecek kargoyu beklemek aslında "ruhumun şımarıklığı"...

Öte yandan, e-book ve dolayısıyla e-book okuyucuların gelişimini de uzun süredir takip ediyorum. Araştırmalarım için de genelde e-book kullanmayı tercih ediyorum. Aradığımı "anında" bulabilmek, sadece işime yarayan kısmına kolayca ulaşabilmek, onlarcasının arasında aylar önce yazdığım notlara ulaşabilmek büyük rahatlık sağlıyor bana. Ayrıca bütün notlarıma istediğim zaman kısa sürede ulaşabildiğim için de, çoğu şeyi aklımda tutmak zorunda kalmıyorum. Sadece belirli kavramları aratmam yeterli oluyor. Bu nedenle, e-book kütüphanem de benim "beynimin şımarıklığı"...

Kendi adıma hem ruhumu hem de beynimi şımartmak için şöyle bir çözüm buldum; Roman, sanat (akademik olmayan), biyografi gibi, ruhuma hitap eden, ruhumu şımartan kitapların ve kütüphanemde özellikle bulunmasını istediğim referans kitapların e-booklarını almıyorum. (Bazen Türkiye'ye gelmesi uzun süren kitapları mecburen alıyorum ama sonra mutlaka hardcopy'sini de alıyorum.) Bunların dışında kalan, özellikle referans olarak kullanacağım veya belirli bir dijital ortamda kullanmam gereken kitapların e-book'larını alıp, arşivliyorum.

Kütüphanelerin geleceği konusuna gelince;
Yakın gelecekte özellikle referans kitapların dijitalleşeceği, e-book okuyucuların kütüphaneleri dolduracağı fikrine katılıyorum ancak "ruha hitap eden" kitapların hardcopy baskıları, dijitallerinden daha pahalı olsa da, uzunca seneler satılmaya devam edeceğini ve kütüphanelerin de "hardcopy" arşivlerine göre "tercih sebebi" olacaklarını düşünüyorum.

Mert Hüseyinoğlu dedi ki...

Sizin kadar kütüphane gezgini olmasam da, büyük şehirlerin kütüphanelerini gezmekten, imkanım varsa oturup, dilini anlamasamda, sırf "dokunmak" için bile olsa bir kitap alıp oturmaktan keyif alırım.

Sözünü ettiğiniz "kitapsız kütüphane"lerin her geçen gün yaygınlaşıyor olmasından duyguğum tatsızlığı ben "ruhumun şımarıklığı" olarak adlandırıyorum. Ömrümün hepsini okumaya yetmeyeceği kadar kitap almak, hepsini kütüphanemde belirli bir düzende yerleştirmek, zaman zaman takıntı yapıp, yenileri dururken aynı kitabı defalarca okumak, her okuyuşumda ona "dokunmak", gün ortasında "acaba ne zaman gelecek?" diye sabırsızlanarak kitaplarımı getirecek kargoyu beklemek aslında "ruhumun şımarıklığı"...

Öte yandan, e-book ve dolayısıyla e-book okuyucuların gelişimini de uzun süredir takip ediyorum. Araştırmalarım için de genelde e-book kullanmayı tercih ediyorum. Aradığımı "anında" bulabilmek, sadece işime yarayan kısmına kolayca ulaşabilmek, onlarcasının arasında aylar önce yazdığım notlara ulaşabilmek büyük rahatlık sağlıyor bana. Ayrıca bütün notlarıma istediğim zaman kısa sürede ulaşabildiğim için de, çoğu şeyi aklımda tutmak zorunda kalmıyorum. Sadece belirli kavramları aratmam yeterli oluyor. Bu nedenle, e-book kütüphanem de benim "beynimin şımarıklığı"...

Kendi adıma hem ruhumu hem de beynimi şımartmak için şöyle bir çözüm buldum; Roman, sanat (akademik olmayan), biyografi gibi, ruhuma hitap eden, ruhumu şımartan kitapların ve kütüphanemde özellikle bulunmasını istediğim referans kitapların e-booklarını almıyorum. (Bazen Türkiye'ye gelmesi uzun süren kitapları mecburen alıyorum ama sonra mutlaka hardcopy'sini de alıyorum.) Bunların dışında kalan, özellikle referans olarak kullanacağım veya belirli bir dijital ortamda kullanmam gereken kitapların e-book'larını alıp, arşivliyorum.

Kütüphanelerin geleceği konusuna gelince;
Yakın gelecekte özellikle referans kitapların dijitalleşeceği, e-book okuyucuların kütüphaneleri dolduracağı fikrine katılıyorum ancak "ruha hitap eden" kitapların hardcopy baskıları, dijitallerinden daha pahalı olsa da, uzunca seneler satılmaya devam edeceğini ve kütüphanelerin de "hardcopy" arşivlerine göre "tercih sebebi" olacaklarını düşünüyorum.

Mert Hüseyinoğlu dedi ki...

Sizin kadar kütüphane gezgini olmasam da, büyük şehirlerin kütüphanelerini gezmekten, imkanım varsa oturup, dilini anlamasamda, sırf "dokunmak" için bile olsa bir kitap alıp oturmaktan keyif alırım.

Sözünü ettiğiniz "kitapsız kütüphane"lerin her geçen gün yaygınlaşıyor olmasından duyguğum tatsızlığı ben "ruhumun şımarıklığı" olarak adlandırıyorum. Ömrümün hepsini okumaya yetmeyeceği kadar kitap almak, hepsini kütüphanemde belirli bir düzende yerleştirmek, zaman zaman takıntı yapıp, yenileri dururken aynı kitabı defalarca okumak, her okuyuşumda ona "dokunmak", gün ortasında "acaba ne zaman gelecek?" diye sabırsızlanarak kitaplarımı getirecek kargoyu beklemek aslında "ruhumun şımarıklığı"...

Öte yandan, e-book ve dolayısıyla e-book okuyucuların gelişimini de uzun süredir takip ediyorum. Araştırmalarım için de genelde e-book kullanmayı tercih ediyorum. Aradığımı "anında" bulabilmek, sadece işime yarayan kısmına kolayca ulaşabilmek, onlarcasının arasında aylar önce yazdığım notlara ulaşabilmek büyük rahatlık sağlıyor bana. Ayrıca bütün notlarıma istediğim zaman kısa sürede ulaşabildiğim için de, çoğu şeyi aklımda tutmak zorunda kalmıyorum. Sadece belirli kavramları aratmam yeterli oluyor. Bu nedenle, e-book kütüphanem de benim "beynimin şımarıklığı"...

Kütüphanelerin geleceği konusuna gelince;
Yakın gelecekte özellikle referans kitapların dijitalleşeceği, e-book okuyucuların kütüphaneleri dolduracağı fikrine katılıyorum ancak "ruha hitap eden" kitapların hardcopy baskıları, dijitallerinden daha pahalı olsa da, uzunca seneler satılmaya devam edeceğini ve kütüphanelerin de "hardcopy" arşivlerine göre "tercih sebebi" olacaklarını düşünüyorum.

Zülâl Kalkandelen dedi ki...

Görüşlerinizi bildirdiğiniz için teşekkür ederim. İsabetli bir yol belirlemişsiniz kanımca. Ne ruhunuzu ne de beyninizi ihmal etmiş oluyorsunuz böylece :)

Kütüphanelerin geleceği konusundaki öngörüleriniz de oldukça mantıklı... Bu konuda gelişmeleri izleyip yazmayı sürdüreceğim ben de.