9 Kasım 2009 Pazartesi

Bir Soru...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 8 Kasım 2009

İki gün sonra 10 Kasım. Atatürk’ün ölümünün 71. yılı... Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak, elbette ben de bu ülkenin kurucu liderine minnet duygularıyla doluyum.

Ama bu yıl içim biraz daha buruk... Çünkü ülkenin durumu beni endişelendiriyor. Kendi geleceğim adına da, bu topraklarda yaşayan bütün kadınlar adına da, halk adına da...

Fazla karamsar olmamaya çalışıyorum; ama son sekiz yıldır bu ülkede yaşananların bizi getirdiği nokta belli... Ne yazık ki, Türkiye’de laik demokratik rejimin yaşamsal sorunlarla boğuştuğu günler yaşıyoruz...

Neler oluyor? Laiklik tartışmaya açılıyor; “pasif laiklik” adı altında bu kavramın içi boşaltılmaya çalışılıyor...

Yüksek siyaset, dincilik ve bölücülük sorunlarıyla uğraşırken, halk yoksulluk ve işsizlikle pençeleşiyor...

Avrupa Birliği projesi gerilerken, Başbakan, İran’da İslami bir marka ve model haline geliyor...

Amerika’yı mesken tutan cemaat lideri, uzaktan kumanda aletiyle, medyayı, yargıyı, eğitimi biçimlendiriyor...

Yargının tarafsızlığı iyice tartışmalı hale gelirken, muhalif yazarlar, gazeteciler, bilim adamları aylarca hapiste tutuluyor...

Küreselleşmenin yönlendirdiği dünya siyasetindeki yeri Amerika'nın Ortadoğu'daki kolu olarak belirlenen iktidar, emperyalizmin taleplerini yerine getirmek için seferber olurken, ülkenin komşuluk ilişkileri zedeleniyor...

YÖK güdümündeki üniversitelerde bilimsel özerklik yok olurken, dinci kadrolaşma tırmanıyor...

Kendisinden farklı olana tahammül edemeyen insanların tek sesli ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor Türkiye...

Toplum muhafazakarlaşıyor; kadınlar, gençler, eşcinseller ve farklı inançta olanlar için çember giderek daralıyor...

Ve bütün bunlar olurken, adaletsizliğe karşı derin bir sessizlik hüküm sürüyor... En korkutucu olanı da bu... Göz göre göre birileri, hukuk ilkelerini eğip bükerek sevmediklerini cezalandırıyor ya da eski hesapların rövanşını alıyor...

Bir kısım medya, gazetecilik etiğini ayaklar altına alıp linç kampanyaları sürdürüyor. Birisi işine geldiği için bir haberi ön plana çıkarırken, diğeri görmezden geliyor. Köşelerde süren savaşlar, halkı gazetelerden soğutuyor. Medya artık, gerçeğin aktarıldığı bir araç olmaktan çıkıp, saptırılmış bilgilerin üretildiği platforma dönüşüyor...

Böyle bir ortamda çevremdeki gençlere bakıyorum, tepkilerini ölçmeye çalışıyorum. Bütün bu olanları dert edinen fazla değil... Çoğu hâlâ bir şekilde bu ülkeden ayrılıp, kendine başka diyarlarda gelecek kurma sevdasında...

Eğitimsizlik ve ekonomik bağımlılık kadınları büyük ölçüde sindirmiş. Her dört kadından birisi koca dayağını haklı buluyor! Eğitimli ve aklı başında olanlar ise, erkek egemen kültürün baskısı altında var olma mücadelesi veriyor...

***

Bu tespitleri üzüntüyle yazıyorum... 71 yılda geleceğimiz yer bu muydu? Düz bir teknokrat mantığıyla, “Türkiye, dünyada en büyük 17. ekonomi. Şu kadar yol, bu kadar baraj yapıldı, hastaneler, okullar vs. açıldı,” diyebilirsiniz.

Ya eğitimde, sosyal paylaşımda, birlikte yaşama kültüründe, toplumsal katılımda, adalette nereye geldik?

Ben bu noktada özellikle şu soruya yanıt arıyorum: Atatürk, 1919’da iktidar yargı ilişkilerini açıklarken, “Her halde dünyada bir hak vardır. Ve o hak kuvvetin üstündedir,” demişti. Bu ilke, 2009 Türkiyesi’nde geçerli midir? Buna inanarak “Evet” yanıtı verebiliyor musunuz?

Bugün Atatürk’ü şükranla anarken vatandaşlara bunu soruyorum. Çünkü bir toplumun çağdaş uygarlık seviyesi, maddi gelişmenin yanı sıra ve hatta ondan önce, buna verilecek yanıtla belirlenir...

Hiç yorum yok: