12 Ekim 2009 Pazartesi

Gazetecilik ayrıntıdadır...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 11 Ekim 2009

Geçenlerde Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Milliyet’in Genel Yayın Müdürü Sedat Ergin’in görevden alınmasının nedenleri hakkında kendi yorumunu yazdı. Şöyle diyordu yazıda:

Artık sabır çağında yaşamıyoruz... Detaylara boş veriyoruz... Uzun yazıya tahammülümüz yok... İnce şeyleri anlamaya vaktimiz yok... Oya gibi işlenmiş haberleri bir çırpıda geçiveriyoruz... Takip fikrinden hiç hazzetmiyoruz... Ciddiyetten fena halde sıkılıyoruz... Ağır başlılıktan hoşlanmıyoruz... Gerilim istiyoruz... Polemik istiyoruz... Kan görmek istiyoruz... Yavaş ve derinden ıslahat değil, devirip döken bir inkılap istiyoruz... Bir çırpıda anlamak istiyoruz... Ne emeği değerlendirecek, ne de emek verecek takatimiz var... Bağırmayan harflerle boğuşmak içimizden gelmiyor... ‘Okumak’ değil, ‘bakmak’ istiyoruz... ‘Anlamak’ değil ‘sarsılmak’ istiyoruz... ‘Ağır analizler’ değil, ‘vurdu mu ses getiren bildiriler’ istiyoruz...”

Yalnızca bir durum tespiti mi yapıyordu, yoksa kendisi de bunlara katılıyor muydu bilmiyorum. Ama yazdıkları, içinde bulunduğumuz ortamı yansıtan üzücü tespitler olarak göründü bana...

***

Kanımca gazetecilik, yazımın başlığında da görüldüğü gibi, ayrıntıdadır. Anlaşılabilir şekilde ve lafı uzatmadan yazmak elbette önemlidir. Fakat şu kesindir ki, ayrıntıyı boş veren bir anlayışla da gazetecilik yapılmaz...

Gazetecilik, sadece çeşitli kaynaklardan alınan duyumları köşeye taşımak değildir. Çünkü her olayda mutlaka bilinmeyenler vardır. Onların peşine düşüp gerçekleri ortaya çıkarmak, bir gazetecinin temel görevidir. Türk basınında asıl eksik olan da, işte bu ayrıntıların izini süren gazeteciliktir.

Bugün köşelerin büyük bölümü, gazetecilerin özel yaşamına ve mesleki polemiklere ayrılmıştır. O polemiklere karışanlar, kendilerini haber malzemesi yaparak ya da nefret saçarak ün kazanıyor...

Nitekim Ahmet Hakan da, alıntı yaptığım parçalı yazısının geri kalan kısmında, maddeler halinde tanınmış bir Türk aktörden neden nefret ettiğini açıklıyor... Gerilim, polemik ve kan görmek isteyenleri tatmin için olsa gerek...

Sonra da yazısının sonuna bir not düşüyor: “Maddelere katkı sağlayan Twitter’daki tüm yoldaşlara bin selam...” Demek ki, konuyu Twitter’da tartışmaya açmış ve gelen görüşlerden yararlanmış...

Ben köşelerdeki hakaretlerin ya da mesleki kavgaların halka bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Ama bundan hoşlananlar varsa, onlar da istediğini okusun diyorum.

Anlamadığım şeyse, bazılarının ısrarla ve tasfiyeci bir anlayışla, ciddi gazeteciliğin sona ermesi gerektiğini savunması...

***

Avusturyalı yazar Karl Kraus’un şu sözünü hatırlıyorum: “Dünya nasıl yönetilir ve savaşlar nasıl başlar? Diplomatlar, gazetecilere yalan söyler ve sonra da okuduklarına inanır.

Gerçek gazetecilik, tam da burada devreye girer. Gazeteci, kendisine aktarılan bilgilere öncelikle kuşkuyla yaklaşır ve ayrıntıların izini sürülerek bilgiyi doğrulatır ya da asıl gerçeğe ulaşır. Bunu yaparak tarihin gidişatını değiştiren unutulmaz gazeteciler vardır.

Edward Murrow’un Amerika’daki McCarthyizm yıllarında yaptığı gazetecilik, Seymour Hersh’ün ortaya çıkardığı Vietnam Savaşı'ndaki My Lai katliamı ve Ebu Garib'teki işkence skandalı, Uğur Mumcu’nun hayatı boyunca yazdığı yazılar, hep uzun takip gerektiren, emek verilen, ciddi ve ayrıntılı çalışmaların sonucuydu...

Bugün Türkiye'de hukuk devleti ilkesi ve laiklik zedelenirken, medyada yok olan da budur... Bir de soruyorlar gazetecilik neden saygınlığını yitirdi diye...

Hiç yorum yok: