11 Ağustos 2008 Pazartesi

Küresel Kapitalizm, Emperyalizm ve Uygarlık

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/10 Ağustos 2008

Geçen gün bir zamanlar dergilerden kesip bir kitabın içine koyduğum iki karikatürü buldum.

Birisi, Rus karikatürist Gennady Chegodayev’e ait. İki emekçi büyük bir kütüğü uçlarından tutarak omuzlamış. O kütüğün üzerine dört tane takım elbiseli adam (muhtemelen bürokrat) oturmuş ama onların da sırtına bir masa yüklenmiş. Masanın sahibi konumunda olan daha yüksek makamdaki iki kişi ise, emirler yağdıran tepedeki tek adamın masasını tutuyor. “En üsttekinin rahatça oturması için alttakilerin canı çıksın” misali tam bir kapitalist bürokrasi modeli...

İkinci karikatür, Danuse Sedlackova adlı Çek sanatçının eseri. Bu defa siyah takım elbiseli, yaşlı ve zengin adam almış eline kırbacı, tarlada çalışan işçilere vuruyor. Ağızlarından burunlarından kan gelinceye kadar çalıştırıyor onları ki, bir yandan da altın liralar çuvala dolsun... Karikatürün altında Çek dilinde yazılmış bir yazı var: “Kapitalismus Ma Jeden Cil”. Türkçe’de, “kapitalizmin yalnızca tek bir amacı vardır” anlamına geliyor.

***

Sedlackova’nın karikatürü 1953 tarihli. Chegodayev’inkini tam bilemiyorum ama o da epey eski. Ne yazık ki, eski olmaları verdikleri mesajı eskitmiyor. Çünkü eleştirdikleri sömürü düzeni, tüm şiddetiyle, üstelik küreselleşerek devam ediyor. Kapitalizmin tek amacının kar maksimizasyonu olduğunu biliyoruz. Ezme, yok etme, çiğneme, sömürme pahasına kar! Bir de bu hırs, tüm dünyaya egemen olup emperyalizm ile el ele verince siz düşünün gerisini...

***

Küresel kapitalizmin sonuçlarını gözle görmek zor değil. Hangi büyük kentte olursanız olun, gösterişli ana bulvarları geçip arka sokaklara daldığınızda tanık olursunuz o utanç verici ezilen/ezen, sömürülen/sömüren ayrımına...

Örneğin Paris’te cafcaflı Champs Elysées’de bir tur atıp sonra Cezayirlilerin ya da Arapların yaşadığı mahallelere giderseniz, dramatik bir fark görürsünüz. Oralarda yaşayan göçmenlerin maruz kaldıkları ayrımcılık, yıllar geçtikçe öyle derinleşti ki, sonunda isyan bayrağını kaldırdılar. Ama o berbat yaşam koşulları umurlarında bile olmayan Sarkozy gibiler, onları “haşarat” diye nitelemekte gecikmedi...

Aynı şekilde New York’un milyon dolarlık dairelerinin bulunduğu Madison Avenue’den çıkıp, İspanyol Harlemi’ne uğrarsanız, bambaşka iki dünyayla karşılaşırsınız. Manhattan’ın yukarı kısmında ve Brooklyn'in kimi bölgelerinde yollar ve binalar bakımsızdır. Fakirliğin yansımalarını görürsünüz oralarda...

İşin tuhaf yanı, zenginlik-fakirlik uçurumu sergileyen bu mahallelerin birbirine metro ile ancak 10 dakika mesafede oluşudur. Bu yüzden, New York, Paris, ya da Londra gibi Batılı kentlerin en zengin semtlerinde gezen turistlerin, “Ne uygar toplum!” diye iç geçirmelerini garip bir tebessümle karşılarım.

Uygarlığın ölçütü, lüks mağazalar, ışıklı caddeler, pahalı restoranlar değildir. Uygarlık, insan aklında yatar. O akıl ki, eşitliği, emeğe saygıyı, sosyal adaleti, paylaşımı ve hakça bir düzeni savunur.

Yanıbaşlarında yoksulluktan kırılanların yaşam savaşına duyarsız kalan insanların düzeni uygar olabilir mi?

Kendi ülkelerinin sınırları içinde yarattıkları yıkımla yetinmeyip, emperyalizmin kılıcını fakir halkların üzerinde şaklatanlar uygar görülebilir mi?

Elbette hayır...

Çünkü onların tek bir amacı vardır: Her koşulda önlerine geleni sömürmek ve böylece karikatürdeki gibi o altın liraları çuvala doldurmak!

Ama Chegodayev’in karikatürüne iyi bakmak lazım. Ya altta kütüğü omuzlayan emekçi dayanamayıp yıkılırsa ya da kütüğü şöyle bir silkelerse...

Hiç yorum yok: