16 Ağustos 2018 Perşembe

MİKROP YAZILARI 1: UCUZ ET, UCUZ HAYATLAR...

16.8.2018

(Bu yazı, Mikrop Dergi'nin Mayıs - Haziran 2018 tarihli dergisinde yayınlandı.)



Bu bir gerçek yaşam öyküsüdür...

Gezegenin bir ucundaki ülkede dünyaya gelen ve doğduğu andan itibaren mal olarak görülüp zulüm gören sığırlar, bir kamyona üst üste doldurulur. Sıcağa, soğuğa, rüzgara, her türlü hava koşuluna maruz kalarak, bacaklarında derman kalmadığında uzanacak yerleri bile olmadan, kendi dışkılarına bulanarak günlerce seyahat ederler. Yorgunluktan ağızlarından köpükler gelir. Bazısı hastalanır, bazısı yaşamını kaybeder.

Günler sonra bir limana varırlar. On binlerce hayvan dev bir gemiye zorla yüklenir. Aralarında direnen olursa onlara elektroşok uygulanır. Geminin metalden yapılma zemini kaygandır, hayvanlar yine daracık alanlara tıkıştırılır. Bir süre sonra gemide biriken dışkı ve idrar nedeniyle keskin bir amonyak kokusu gözleri ve genizleri yakar. Gemide yükselen sıcaklık yüzünden biriken atıklar bakteri ve mikrop dolu bir karışıma dönüşür.

İtiş tepiş gemide seyahat eden hayvanların bir kısmı suya ve yeme ulaşamaz. Hastalananlar diğerlerine mikrop bulaştırmasın diye yeme antibiyotik katılır ama bu koşullara dayanamayanlar can verir. Birkaç görevli, ölen hayvanları tutup gemideki bir düzeneğin içine atar. Bu şekilde rendelenen ölü bedenler, okyanusa savrulur... 

Gemi okyanusları geçip kıtalararası yolculuğunu tamamladığında farklı bir ülkede limana yanaşır. Hayvanların kamyonlarla yaptığı ilk yolculuğun başlamasından itibaren en az üç hafta geçmiştir. Yolculuğun son etabında Akdeniz’de atık bırakmak yasak olduğundan gemi, varış limanına dayanılmaz bir dışkı ve idrar kokusuyla gelir.

Liman kentinde yaşayanlar günlerce geçmeyen kokudan şikayet ederken, yorgunluktan bitap düşmüş hayvanlar tekrar kamyonlara yüklenip ülkenin farklı kentlerindeki mezbahalara gönderilir...

Sürekli tekrarlanan bu vahşet, 21. yüzyılın köle ticaretidir. Başta Brezilya olmak üzere farklı ülkelerle yapılan canlı hayvan ticareti, son aylarda Türkiye’nin “ucuz et” politikası yüzünden iyice yoğunlaştı. Öyle ki, bu yılın ilk üç ayında sadece Brezilya’dan 70.735 canlı hayvan Türkiye’nin farklı limanlarına geldi.

Ben, şubat ayında Mersin’e 28 bin büyükbaş hayvan getiren NADA gemisi ile ilgili skandalı başından beri izledim. Canlı hayvan ticaretinin boyutlarını medyada duyurmaya ve bu konuda kamuoyu yaratmaya çalışıyorum. Brezilya’da aktivistlerin kamyonların önüne yatarak engellemek istediği bu zulüm, çok çetin bir hukuki ve siyasi mücadeleye konu oluyor. Orada hayvan hakları hareketi çok örgütlü ve dernekler, hem hayvanlara yapılan eziyet hem de çevreye verilen zarar nedeniyle birçok dava açmış durumda. 

Şubat ayında Brezilya’daki bir mahkeme, içinde veteriner ve biyologların da olduğu teknik bir ekibin raporuna dayanarak NADA gemisinin limandan ayrılmaması kararını verdi ama siyaset ve ticaret yine el ele verip hukuku yendi! Sürece müdahalede bulunanlar, kendi de hayvancılık yapan Brezilya Tarım Bakanı, kongre üyeleri ve lobilerdi. Sonuçta Brezilya’nın limanlarını işleten şirketlere ayrıcalık sağladığı ve rüşvet aldığı gerekçesiyle soruşturma geçiren Brezilya Cumhurbaşkanı’nın da onayıyla yeni bir mahkeme kararı çıkarıldı ve NADA yola çıktı. 

Gemi Mersin’e geldiğinde HAKİM (Hayvan Hakları İzleme Komitesi) Koordinatörü Burak Özgüner ile oradaydık. Bu ticaretin hayvanlar, insanlar ve çevre açısından yarattığı vahim sonuçlar hakkında halkı bilgilendirmeye çalıştık. Limana girmemize izin yoktu. Elimizde hayvanların gemideki koşullardan nasıl etkilendiğine dair teknik rapor olmasına karşın, hiçbir sivil toplum kuruluşu ve hayvan hakları derneği harekete geçmedi. Mersin Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’nun ısrarlarım üzerine son anda gerçekleştirdiği suç duyurusunun da gereği yapılmadı.

Hayvanlar kamyonlara yüklenip mezbahalara gönderilirken şehirlerarası bir yolun üzerindeki köprüye çıktık. Burak, köprünün bir tarafında durup kamyon yaklaşırken bağırarak bana haber verdi; ben de elimde fotoğraf makinesiyle hazır bir pozisyonda bekleyip hayvanları görüntüledim. Hayvan özgürlüğünü savunan iki veganın o anda neler hissettiğini yaşam hakkına saygı duymayan kitlelere anlatabilir miyim bilmiyorum. İsyan, öfke, insanlıktan utanç ve derin bir üzüntü ile karışık bir ruh haliydi... 

Hadi siyasetçiler ve devletler ne insanların sağlığını ne de hayvanların yaşam hakkını düşünüyor, tek ilgilendikleri kâr ve rant diyelim... İnsanlar, niye kendileri gibi duyarlı canlı olan hayvanlara bu zulmün yapılmasını umursamıyor?

Daha önce bu konuda yazdığım bir yazıda sorduğum soruları yinelemek istiyorum. Lütfen bu iki soruyu kendinize sorup yanıtları arayın:

21. yüzyılda insan olmak bu kadar aşağı bir seviyeye inmek midir?

Ben bu vahşeti desteklemek istiyor muyum?


Hiç yorum yok: