14 Ağustos 2011 Pazar

Londra'daki İsyan

© Zülal Kalkandelen /Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 14 Ağustos 2011

Londra’da geçen hafta sonu 29 yaşındaki siyahi taksi şoförü Mark Duggan’ın kentin en yoksul semtlerinden Tottenham’da polis tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar sonunda isyana dönüştü. Olayın nasıl çıktığını izleyemeyenler için kısaca özetliyorum.

Dört çocuk babası Duggan, akşam saat 6 dolayında nişanlısını görmek üzere taksisine binmiş gidiyordu. Birden polis tarafından durdurulan araçtan indirildi ve vurularak öldürüldü. Polisler, Duggan’ın ateş ettiğini ve o nedenle kendilerini korumak için onu vurduklarını söylüyor. Görgü tanıkları ise, bunu reddediyor; Duggan’ın önce yere yatırılıp sonra ateş edildiğini söylüyor.

Ardından içinde çeşitli etnik grupların yaşadığı, Londra’nın en büyük siyahi nüfusu barındıran semti Tottenham’da protesto düzenlendi; çevredeki dükkanlar, arabalar, evler yakılıp yıkıldı. Karakolun önünde gösteri yapan gruba polisin sert müdahalesiyle olaylar çığırından çıktı; semtten semte yayılarak kenti sardı ve yağmalamaya dönüştü.

Bu aşamada ana akım İngiliz medyası ve onun etkisiyle çoğunluk, polisin uyguladığı ölçüsüz şiddeti bir yana bırakıp, yağmalamaya odaklandı. Yağmayı savunacak değilim. Elbette protestoların amacını aşan, kontrolden çıkmış bir grup insanın dükkanlara, mağazalara, bankalara saldırması da şiddettir ve şiddetin her türlüsünü reddeden bir insan olarak bunun da kuşkusuz karşısındayım.

Fakat buradan hareketle tüm suçu isyancılara yıkmak, ancak sorunu göz ardı etmeye neden olur. Açıkçası İngiltere’de sonunda isyan çıkacağını tahmin etmek hiç zor değildi. Mark Duggan’ın öldürülmesi fitili ateşledi ama o fitil orada halihazırda duruyordu.

***

İşçi Partisi, İngiltere’de geçen yıl yapılan seçimlerden sonra, 13 yıldır tek başına elinde tuttuğu iktidarı kaybetmişti. Muhafazakar Parti Başkanı David Cameron’ın koalisyon arayışlarının sürdüğü sırada, 16 Mayıs 2010 tarihinde bu köşede bir yazı yazmıştım.

Yazının sonu şöyleydi: “Hangi parti kurarsa kursun yeni hükümetin işi zor. Çünkü Danny Dorling’in de işaret ettiği gibi, ülkede bugün ortaya çıkan öfke, Marksist bir işçi sınıfının öfkesi değil; tam yolun ortasında duranların öfkesi. İlerlemek isteyenlerin önce o yolu açması gerek...

Adı geçen Danny Dorling, Sheffield Üniversitesi’nde beşeri coğrafya dalında yaptığı çalışmalarla tanınan bir profesör. Geçen yıl Britanya’da uzun süredir yaşanan sınıf mücadelesini ve eşitsizliği anlatan çok önemli bir kitap yazdı. “Injustice: Why Social Inequality Persists” adlı kitapta şu bilgileri veriyor Dorling:

1990-2000 arasında Britanya’da toplumun en varlıklı % 10’luk kesiminin paylaştığı servetin oranı, % 47’den % 54’e çıktı. En zengin % 1’lik kesimin aldığı pay ise, % 18’den % 23’e yükseldi. Aynı kritere göre Londra, dünyada eşitsizliğin en fazla olduğu kent. En zengin % 10’luk kesim, en yoksul durumdaki % 10’luk kesimin 273 katı servete sahip.”

Bu ne anlama geliyor?

Britanya’da gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin bu derece arttığı dönemin, en son 1854’te, Charles Dickens’ın ‘Zor Zamanlar’ı yazdığı Victoria dönemi” olduğu anlamına geliyor.

Ne yazık ki Rupert Murdoch’ın sağcı gazetesi The Sun’ın seçim öncesinde kapaktan “Tek Umudumuz” diye duyurduğu Cameron, İngiltere için umutsuzluğun işaretiydi. Göreve geldiği günden bu yana kamu harcamalarında yaptığı bütün kesintiler, ezilen kesimi daha da çok ezdi, işsizliği artırdı. İngiltere’de bir kangren haline gelen eşitsizlik daha da büyüdü.

Bu duruma bir çare bulunmaz, neoliberalizm bütün açgözlülüğüyle yoksul kitleleri ezmeye devam ederse bu tür isyanların olması kaçınılmazdır.

-












Hiç yorum yok: