18 Mayıs 2009 Pazartesi

Gerçekler ve Utanç...

© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 17 Mayıs 2009

Mardin’deki katliam hakkında yapılan yorumlar hala havada uçuşuyor... Ama olayın üzerinden biraz zaman geçince, bu topraklarda yaşanan diğer felaketler gibi, o da gündemden düşecek...

Malum; faciaların, kavgaların hiç eksik olmadığı bir ülkede yaşıyoruz... Bir süre sonra Anayasa değişikliği nedeniyle siyasi tartışmalar yine kızışacak; Ergenekon denilen soruşturma kapsamında hukuk ihlalleri devam edecek; Mardin işsizlikte rekor kırarken, iktidar yine, “Kriz teğet geçti,” diyecek...

Bu ortamda, reyting kavgasına düşen medya, ilgisini sıcak konulara çevirecek ve Bilge köyünün halkı, yaşadığı felaketin acısını içine gömecek...

Birileri yaz geldi deyip, neşeyle Ege ve Güney’deki lüks otellere akın ederken; birileri de, Doğu’daki yokluğun kıskacında yaşayıp gidecek...

***

Bütün bu olanlar, aklıma iki sözü getiriyor... Birincisi, T.S. Eliot’a ait. “İnsanoğlu gerçekliğin yüküne pek fazla tahammül edemiyor,” diye yazmıştı ünlü şair... Dört uzun şiirden oluşan “Dört Kuartet” adlı eserinin ilki olan “Burnt Norton”da geçer bu dize...

Eliot, bu ifadesiyle, insan psikolojisinin en zayıf noktalarından birisine parmak basıyor. Gerçekten de, baş edemeyeceğini düşündüğü gerçeklerden kaçma yoluna sapar insanoğlu... Bir tür savunma mekanizmasıdır bu.

Bu mekanizmanın toplumsal boyutta uygulanışı ise, büyük faciaların ardındaki temel nedenlerdendir. Çünkü yıllarca görmezden gelinen haksızlıklardan kaçış yoktur; büyük patlama sonunda bir gün olur...

Bir yanı Avrupa, bir yanı Afrika koşullarına sahiptir Türkiye’nin... Aradaki uçurum bir gerçektir. Doğu'da okulu, üniversitesi, hastanesi olmayan, cahilliğin hüküm sürdüğü köylerde yaşar insanlar... Tarikatlar, aşiretler, cemaatler yönetir bu köyleri...

Toplumsal gelirin bu ölçüde dengesiz dağıtıldığı, ekonomik fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede hakça bir düzen kurulup barış sağlanabilir mi? Hayır...

Toplum sözleşmesinin temeli olması gereken toplumsal adalet kavramının ayaklar altına alındığı bir ortamda eşitlik ve özgürlükten söz edilebilir mi? Hayır...

İşte bu yüzden, geri kalmışlığın pençesinde kıvranan bu köylerde görülen felaketler, ne yazık ki, şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, gerçekle yüzleşmeye tahammül edemeyen toplumun öngörüsüzlüğünün, duyarsızlığının derecesidir.

***

Mardin'de meydana gelen katliamdan bu yana aklımdan çıkmayan ikinci söz ise, J.M. Coetzee’ye ait. Üç hafta önceki yazımda romanlarından söz ettiğim, Nobel ödüllü bir yazar kendisi. “İnsanların haksız yere çektikleri acılara şahitlik edenler, şahit oldukları acıların utançlarını da taşırlar,” diyor Coetzee...

İnsanlık onurunu yitirmemiş olanlar için ağır bir söz... Ve bir gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

İnsanların haksız yere acı çektikleri bir ortamda, o acılara tanık olup susuyorsak, gerçeklere duyarsız kalıyorsak, masum kalabilir miyiz? Hayır...

İnsanlık, o tanık olunan acıları durdurmak ve bir daha olmaması için çaba göstermeyi gerektirir. Bu anlamda, bu toplum, halkıyla, devletiyle, sivil toplum örgütleriyle, bir bütün halinde, Doğu’daki acıyı sona erdirmek ve aydınlanma ışığını ülkenin tümüne taşımakla görevlidir. Atatürk Cumhuriyeti’nde vatandaş olmanın, halk olmanın, devlet olmanın gereğidir bu...

Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebileceğimiz, gerçeklerle yüzleşmekten kaçabileceğimiz bir noktada değiliz. Bilge köyü katliamına tanık olduk... Bu utanç, bu ülkenin tarihine yazıldı... Sessiz ve tepkisiz kalmak, o utancı bireylerin de alnına kazır...

1 yorum:

Nevin dedi ki...

Cok guzel bir yazi.....

Seninle yuzde yuz ayni fikirdeyim. Bu kadar ucurumlarin oldugu bir ulkede huzur aramak biraz zor. Cahil milyonlarca insan bir yanda, hirsiz ve namusuz politikacilar bir yanda, kendini ulkesinin tum gerceklerinden koparmis kucuk bir zengin zumre bir yanda, yozlasmis ve hangi cikarlar icin calistigi belli olmiyan medya obur yanda...

Ulkemizde yuzlerce haksiz yere oldurulen gazetecilerimizin katileri tarihe gomuldu gitti.

Halkimizi egitmedikten sonra, basimiz pislikten kurtulamaz....

Halan daha en basit ozgurluk kavramlarinda bile karmasa yasiyoruz. Kadinlar haklarini bilmiyorlar, erkekler hadlerini bilmiyorlar....