24 Mayıs 2012 Perşembe

Kafka'nın Maymunu

© Zülal Kalkandelen / Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi / 3 Haziran 2012

Bencillik / Acımasızlık / Duyarsızlık / Vahşilik / Zalimlik...

***

İnsanoğlunun doğası aklımı her zaman meşgul eden konulardandır; üzerinde çok düşünürüm. Yukarıda sıraladığım özelliklerine tanık oldukça da, insan türüne karşı duyduğum inancın giderek azaldığını söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bu konudaki inancım azaldıkça, içimde daha büyük fırtınalar kopuyor, sarsılıyorum. Dün akşam izlediğim (Bu yazıyı 20 Mayıs’ta yazdım ama gazetede bugün yayınlanıyor) bir tiyatro oyunu da, beni tam anlamıyla alıp önce duvara, sonra yere çarptı.

Sahnede bir anda fraklı bir maymun belirdi. Kafasında şapkası, elinde bavulu ve bastonuyla karşımızda yürüyen canlı, insan mıydı, yoksa gerçekten insan gibi konuşan bir maymun mu? Sakın “maymun” kelimesini hakaret amacıyla kullandığım sanılmasın. Sürekli okuyucularım bilir; ben hayvanları asla küçümsemem, aksine bir vegan olarak çok etkileyici bulurum onları.

Soruyu sormaktaki amacım, İngiliz oyuncu Kathryn Hunter’ın Kafka’nın Maymunu adlı oyundaki Kırmızı Peter karakterini canlandırmaktaki olağanüstü başarısına dikkat çekmek. Ufak tefek, incecik bir kadın Hunter ama bir saatlik performansı boyunca benim gördüğüm konuşan bir maymundu.

18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Young Vic Theatre Company tarafından sahnelenen oyun, Kafka’nın 1917 yılında kaleme aldığı “A Report to an Academy” (Bir Akademiye Rapor) adlı öyküden uyarlanmış.

Batı Afrika ormanlarında avcılar tarafından vurularak yakalanan ve bir gemiyle Avrupa’ya götürülen Kırmızı Peter, hayatında ilk kez bir kafese konur. Kafes o kadar dardır ki, hareket etmesi olanaksız hale gelir. İçinde bulunduğu köle durumundan kurtulup özgürlüğünü kazanmak için, son çare olarak insanları taklit edip onlar gibi davranmayı dener. Uzun zaman etrafındaki insanları gözlemler, iğrense de rom içmeyi öğrenir.

Avrupa’ya vardıklarında iki seçeneği vardır: Ya hayvanat bahçesinde yine kafese konacak ya da eğlence dünyasının içine girecektir. Sonunda eğitmenlerin yardımıyla şov yapacak hale gelir ama acı gerçek şudur ki; Kırmızı Peter artık duygularını bir maymun gibi ifade edip yaşayamamaktadır. Dönüşmüş, kimliği değişmiştir! Mutsuzdur; insan gibi olmak istemediğini, sadece kafesten kurtuulmak için bu yöntemi bir araç olarak kullandığını haykırır.

***

Kafka’nın bu hikayesini, varlıklarını sürdürmek için çabalayan Musevilerin Batı’da maruz kaldığı asimilasyona bir referans olarak yorumlayanlar vardır. O bakış açısına ve metnin içerdiği yan anlamlara hiçbir itirazım olmamakla birlikte, kendisi de bir vejetaryen olan Kafka’nın yaşadığımız gezegende hayvanlara uygulanan zulmün de altını çizmek istediği kanısındayım.

Nitekim Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee da, “Elizabeth Costello” adlı romanında, ana karakterin bir bilimsel kongrede hayvan hakları konusunda yaptığı konuşmayı anlattığı bölüme “A Report to an Academy” adını verdi.

Oyunu izlerken benim aklımdan bir toplumda ayakta kalabilmek için çoğunluğun değerlerini benimsemek zorunda bırakılan azınlıkların yaşadığı korku, yüzyıllardır insanların mal olarak gördüğü hayvanların çektiği zulüm, bir kazanç elde etmek adına başkalarına çektirilen acı, insanoğlunun benmerkezci duyarsız bakış açısı geçiyordu.

Ardında zulüm olan hiçbir şeyden zevk almamayı ilke edinmiş bir insanım. Kırmızı Peter’in yaşadığı dram öylesine etkiledi ki beni, Kafka’nın defalarca okuduğum öyküsü bir kez daha çarptı. Harbiye’den Taksim’e gözlerimde yaşlarla yürüdüm. Teşekkürler Kafka, teşekkürler Kathryn Hunter...

1 yorum:

Ahmet Dizioğlu dedi ki...

Dinozorlar, 165 milyon yıl boyunca dünyaya hakim oldular, bizim türümüz insansı maymunlar aşağı yukarı 2 milyon yıldır gözüküyor, modern insan (Homo Sapiens) in 160 bin yıllık bir geçmişi var ve dünyaya hakimiyetide ise 5000 yılı bile geçmez, yani tür olarak evrimde henüz bir nokta bile değiliz, yok olup gitsek bir izimiz bile kalmaz, bakmayın öyle kendi kendimize böbürlenip duruyoruz, kiminin kanadı var, kimini gücü veya cüssesi, bizimde beynimiz daha gelişkin olmuş vahşi bir hayvanız sadece. Ama bir potansiyelimiz olabilir, belki beynimizle şu anki ilkelliğimizden kurtulup gerçekten her canlıya karşı sorumluluk besleyen bir seviyeye gelebiliriz, o zamanda zaten Tanrı oluruz.