19 Eylül 2010 Pazar

Sol değil, onlar döndü!

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 19 Eylül 2010

Referandum öncesinde Habertürk TV’de Başbakan’la yapılan söyleşiler, Türk medya tarihine geçti. Ama olumlu bir örnek olarak değil; bir gazetecinin iktidar karşısında nasıl diz çöktüğünü göstermesi bakımından olumsuz bir örnek olarak geçti. Üzerinde de çok yazılıp çizildi. Ben sadece söyleşinin bir yönüne dikkat çekeceğim...

Şöyle bir diyalog geçiyor Yiğit Bulut ile Başbakan arasında...

Y.B.: "Ben dışardan gelsem sizi sol politikacı sanırım. Çünkü anlattığınız bütün politikalar aşağıdaki sınıfların yukarıya doğru evrimleşmesine katkıda bulunacak politikalar."

RTE: "Bunu sol olarak değerlendirmeyin de, biz biliyorsunuz Türkiye'de siyasetin merkezine geldik. Geldik yerleştik. Biz aslında sosyal adaletli bir politikayı istiyoruz."

İktidar yandaşlığında çığır açılan bir andı bu... Düşünün; haklarını arayan işçileri terörist diye damgalayan, üzerlerine kış günü tazyikli su ve gaz bombası atan bir iktidarın lideri “sol politikacıya” benzetiliyor...

Uluslararası sermayenin desteğiyle işbaşına gelen, işçilerin haklarını vermek şöyle dursun gasp eden, kamu emekçisine grevsiz toplusözleşme öneren, sendika seçimlerine müdahale edip iktidar yanlısı işbirlikçileri göreve getiren, en büyük kamusal değerleri özelleştirme adı altında uluslararası sermayeye peşkeş çeken bir iktidar “sol” gösterilme aymazlığına düşülüyor...

***

AKP iktidarı ve sosyal adalet arasındaki ilişkiyi -daha doğrusu ilişkisizliği- tek bir örnekle açıklayabilirim.

Son aylarda devlet hastanelerinde epeyce zaman geçirdim. Ne oluyor biliyor musunuz?

Paranız varsa kıdemli doktorlara ulaşabiliyor, yoksa poliklinikte saatlerce bekleyip uzman doktorları görüyorsunuz. Sonra doktorun istediği testleri yaptırabilmek için yine vezneye gidiyorsunuz. Bir dar gelirlinin ödemesinin mümkün olmadığı kadar yüksek meblağlar tutuyor bunlar.

Testleriniz daha önce çıksın istiyorsanız, ek ücret yatırıyorsunuz. Sırada önünüzde duran sigortalı emekçinin parası olmadığı için boynunu büküp testleri iptal ettirişini izliyorsunuz...

Sonra yazılan ilaçları almak için eczaneye gidiyorsunuz; sigortanız da olsa “katkı payı” adı altında yüklü miktarda para veriyorsunuz.

Kısacası, paranız yeterse tedavi oluyorsunuz; daha çok varsa daha iyi ve hızlı oluyorsunuz. Bunların yaşandığı bir ülkede iktidardaki parti, sosyal adaletli bir politika izlediğini iddia edemez!

Sosyal adaletin ilk ve en temel şartı, sağlıkta eşitlik ilkesidir. Sağlık hizmetlerinin eşit, nitelikli ve herkesin ulaşabileceği bir şekilde sunumudur bu. Bunun sağlanması, insan haklarına saygılı, demokratik ülkelerde devletin sorumluluğundadır.

Hadi diyelim politikacılar gerçekleri çarpıtmaya alışkın... Ya sağlıkta eşitlik ilkesini sermayenin çıkarı için ortadan kaldıran bir iktidarı “sol” diye niteleyen “gazeteciye” ne demeli? O noktada artık onun “gazeteciliği” tartışılmaz mı?

***

Bir de yeri gelmişken, neden sağ politikacıları sürekli sol gösterme gayreti var merak ediyorum...

Sol onlara göre bu kadar iyiyse, neden sağdalar? Neden liboşlaşan eski solcular, kendilerini “liberal sol” diye tanımlayarak sol yelpazenin içinde görünmeye çalışıyor? “Artık sağdayım” demek ağırlarına mı gidiyor, yoksa onlara göre de sağ iyi değil mi?

Sağ politikaları savunuyorsanız, durduğunuz yeri kabul etmek daha dürüst bir tavır olmaz mı? Siz döndünüz diye sol politikalar da mı dönmeli? Sömürüyü, kapitalizmi kucaklamak için “yeni sol”, “liberal sol” gibi isimler uydurmak zorunda mısınız?

Sosyal adalet sorununu iktidar açıklasın; bu sorular, kendisi bile cesaret etmezken Başbakan’ı “sol” diye niteleme aymazlığına düşenlere...
_

Hiç yorum yok: