16 Ağustos 2018 Perşembe

ULUSLARARASI İSTANBUL VEGAN FESTİVALİ HAKKINDA AÇIKLAMA...

16.08.2018

Yaklaşık 25 yıldır Türkiye’de hayvan hakları ve veganizm mücadelesinin içinde yer alıyorum. Veganlığın son birkaç yıldır moda olmaya başlamasından çok önce bu ülkede “uzaylı” gibi görülen birkaç kişiydik. O zamanlar özel vegan ürünler yoktu; veganlık da ticari bir faaliyet alanının konusu değildi, tüketim toplumunun yarattığı bir "trend" gibi algılanmıyordu. Hayvanlar için vegan olmuştuk; bizler için tüm mesele, insanın etik devrimi ile politik bilincinin kesiştiği noktada insan olmayan duyarlı canlıların da yaşam hakkı olduğunu savunmak ve sömürü karşıtlığına dair bilinci toplumda geliştirmek ile ilgiliydi. 

Hayvan özgürlüğü aktivistleri olarak, bu doğrultuda birçok farklı eylem yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Kimi zaman sokaktayız, kimi zaman üniversite kampüslerinde, kimi zaman da barınaklarda ve mahkeme salonlarında... Ben, bugüne kadar içinde yer aldığım her platformu, her oluşumu aktivizm için en etkili şekilde kullanmaya çalıştım; bazen konferanslarda konuştum, bazen de protestolarda yürüdüm ya da kampanyalar için imza toplayıp megafonla slogan attım... ve çoğunlukla da yazı yazarak bu alandaki yazılı kaynakların çoğalmasına katkıda bulundum. 

2013’te Can Başkent ile ilk Türkçe veganizm kitabını yazdığımızda herkesin bu konuda aklına gelen soruları yanıtlamaya çalışırken temel amacımız, veganlığın sadece bir diyet şeklinde gösterilip içinin boşaltılmasını önlemek ve etik yanını öne çıkarmaktı. Bu yıl yayınlanan Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü, kendi alanında ilk Türkçe telifli eser oldu. Kitapta temel olarak, veganizmin Aydınlanma’nın son aşaması olarak gördüğüm hayvan özgürlüğü ile birlikte anılmasının altını çizdim ve hayvan hakları aktivizminin geliştirilmesinin önemine vurgu yaptım. 

Şimdi tüm bunları niye anlatıyorum? Gelecek ay ülkemde ilk uluslararası vegan festivali düzenleniyor. Ancak festivalde aktivizm ve etik veganizm konusunda Türkiye’den bir katılımcının da görüşlerini paylaşması olanağı sağlanmamış durumda. Bu ülkede zorlu koşullara rağmen hayvan özgürlüğü mücadelesine hayatlarını adayan aktivistler var ama onların yeterince medyatik bulunmadıkları için görmezden gelinmesi çok üzücü ve onur kırıcı... Uluslararası etkinliklerde kendi neferlerini, yerli aktivistlerini desteklemeyen hiçbir hareket başarılı olamaz. Bu yüzden festivalde gerçekleştirmeyi planladığım imza günümü iptal etmemin yerinde olduğunu düşünüyorum.



Zülâl Kalkandelen

MİKROP YAZILARI 1: UCUZ ET, UCUZ HAYATLAR...

16.8.2018

(Bu yazı, Mikrop Dergi'nin Mayıs - Haziran 2018 tarihli dergisinde yayınlandı.)



Bu bir gerçek yaşam öyküsüdür...

Gezegenin bir ucundaki ülkede dünyaya gelen ve doğduğu andan itibaren mal olarak görülüp zulüm gören sığırlar, bir kamyona üst üste doldurulur. Sıcağa, soğuğa, rüzgara, her türlü hava koşuluna maruz kalarak, bacaklarında derman kalmadığında uzanacak yerleri bile olmadan, kendi dışkılarına bulanarak günlerce seyahat ederler. Yorgunluktan ağızlarından köpükler gelir. Bazısı hastalanır, bazısı yaşamını kaybeder.

Günler sonra bir limana varırlar. On binlerce hayvan dev bir gemiye zorla yüklenir. Aralarında direnen olursa onlara elektroşok uygulanır. Geminin metalden yapılma zemini kaygandır, hayvanlar yine daracık alanlara tıkıştırılır. Bir süre sonra gemide biriken dışkı ve idrar nedeniyle keskin bir amonyak kokusu gözleri ve genizleri yakar. Gemide yükselen sıcaklık yüzünden biriken atıklar bakteri ve mikrop dolu bir karışıma dönüşür.

İtiş tepiş gemide seyahat eden hayvanların bir kısmı suya ve yeme ulaşamaz. Hastalananlar diğerlerine mikrop bulaştırmasın diye yeme antibiyotik katılır ama bu koşullara dayanamayanlar can verir. Birkaç görevli, ölen hayvanları tutup gemideki bir düzeneğin içine atar. Bu şekilde rendelenen ölü bedenler, okyanusa savrulur... 

Gemi okyanusları geçip kıtalararası yolculuğunu tamamladığında farklı bir ülkede limana yanaşır. Hayvanların kamyonlarla yaptığı ilk yolculuğun başlamasından itibaren en az üç hafta geçmiştir. Yolculuğun son etabında Akdeniz’de atık bırakmak yasak olduğundan gemi, varış limanına dayanılmaz bir dışkı ve idrar kokusuyla gelir.

Liman kentinde yaşayanlar günlerce geçmeyen kokudan şikayet ederken, yorgunluktan bitap düşmüş hayvanlar tekrar kamyonlara yüklenip ülkenin farklı kentlerindeki mezbahalara gönderilir...

Sürekli tekrarlanan bu vahşet, 21. yüzyılın köle ticaretidir. Başta Brezilya olmak üzere farklı ülkelerle yapılan canlı hayvan ticareti, son aylarda Türkiye’nin “ucuz et” politikası yüzünden iyice yoğunlaştı. Öyle ki, bu yılın ilk üç ayında sadece Brezilya’dan 70.735 canlı hayvan Türkiye’nin farklı limanlarına geldi.

Ben, şubat ayında Mersin’e 28 bin büyükbaş hayvan getiren NADA gemisi ile ilgili skandalı başından beri izledim. Canlı hayvan ticaretinin boyutlarını medyada duyurmaya ve bu konuda kamuoyu yaratmaya çalışıyorum. Brezilya’da aktivistlerin kamyonların önüne yatarak engellemek istediği bu zulüm, çok çetin bir hukuki ve siyasi mücadeleye konu oluyor. Orada hayvan hakları hareketi çok örgütlü ve dernekler, hem hayvanlara yapılan eziyet hem de çevreye verilen zarar nedeniyle birçok dava açmış durumda. 

Şubat ayında Brezilya’daki bir mahkeme, içinde veteriner ve biyologların da olduğu teknik bir ekibin raporuna dayanarak NADA gemisinin limandan ayrılmaması kararını verdi ama siyaset ve ticaret yine el ele verip hukuku yendi! Sürece müdahalede bulunanlar, kendi de hayvancılık yapan Brezilya Tarım Bakanı, kongre üyeleri ve lobilerdi. Sonuçta Brezilya’nın limanlarını işleten şirketlere ayrıcalık sağladığı ve rüşvet aldığı gerekçesiyle soruşturma geçiren Brezilya Cumhurbaşkanı’nın da onayıyla yeni bir mahkeme kararı çıkarıldı ve NADA yola çıktı. 

Gemi Mersin’e geldiğinde HAKİM (Hayvan Hakları İzleme Komitesi) Koordinatörü Burak Özgüner ile oradaydık. Bu ticaretin hayvanlar, insanlar ve çevre açısından yarattığı vahim sonuçlar hakkında halkı bilgilendirmeye çalıştık. Limana girmemize izin yoktu. Elimizde hayvanların gemideki koşullardan nasıl etkilendiğine dair teknik rapor olmasına karşın, hiçbir sivil toplum kuruluşu ve hayvan hakları derneği harekete geçmedi. Mersin Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’nun ısrarlarım üzerine son anda gerçekleştirdiği suç duyurusunun da gereği yapılmadı.

Hayvanlar kamyonlara yüklenip mezbahalara gönderilirken şehirlerarası bir yolun üzerindeki köprüye çıktık. Burak, köprünün bir tarafında durup kamyon yaklaşırken bağırarak bana haber verdi; ben de elimde fotoğraf makinesiyle hazır bir pozisyonda bekleyip hayvanları görüntüledim. Hayvan özgürlüğünü savunan iki veganın o anda neler hissettiğini yaşam hakkına saygı duymayan kitlelere anlatabilir miyim bilmiyorum. İsyan, öfke, insanlıktan utanç ve derin bir üzüntü ile karışık bir ruh haliydi... 

Hadi siyasetçiler ve devletler ne insanların sağlığını ne de hayvanların yaşam hakkını düşünüyor, tek ilgilendikleri kâr ve rant diyelim... İnsanlar, niye kendileri gibi duyarlı canlı olan hayvanlara bu zulmün yapılmasını umursamıyor?

Daha önce bu konuda yazdığım bir yazıda sorduğum soruları yinelemek istiyorum. Lütfen bu iki soruyu kendinize sorup yanıtları arayın:

21. yüzyılda insan olmak bu kadar aşağı bir seviyeye inmek midir?

Ben bu vahşeti desteklemek istiyor muyum?


LAHEY'DE HAYVAN HAKLARI BULUŞMASI: İDEALİZM, YENİ REALİZM!

16.8.2018

Haziran ayında Hollanda’nın Lahey kentinde 22 ülkeden hayvan hakları aktivistlerinin bir araya geldiği, “Hayvancılık ve Gezegenimizde Değişim Yapmak” başlıklı uluslararası bir konferans gerçekleşti. Hollanda Hayvan Partisi’ne bağlı olarak çalışan Hayvan Politikaları Vakfı’nın (Animal Politics Foundation) düzenlediği toplantıya Türkiye’den Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) ve Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu adına ben katıldım. Üç gün boyunca basının davet edilmediği, toplantı yerinin gizli tutulduğu bir mekanda salona kapanan yaklaşık 40 kişi, hayvanlar için uluslararası alanda neler yapabileceğimizi, nasıl bir işbirliği yaratabileceğimizi konuştuk. 

Hayvan hakları, toplumsal adaleti geliştirmeyi hedefleyen Batı ülkelerinde 21. yüzyılda politikanın temel ilgi alanlarından biri haline gelmiş durumda. Konferansta temsil edilen 22 ülkenin 13‘ünde hayvan haklarını korumak amacıyla kurulan aktif hayvan partileri varken, diğerlerinde sadece sivil toplum örgütleri ve dernekler aracılığıyla faaliyet gösteriliyor. Bu nedenle Lahey toplantısı, hayvan haklarını programlarının ana mücadele alanı olarak belirleyen siyasi partiler ile STK’lar arasındaki işbirliğini güçlendirmek açısından yararlı bir buluşmaydı. Hollanda Hayvan Partisi’nden Niko Koffeman’ın belirttiği gibi, hayvanlar için kurulan siyasi partide siyasetin doğası gereği oy alabilmek için partiyi odak noktası yapmanız gerekiyor ama gerçekte yaptığınız tüm çalışmalar hayvanlar için. Hayvan Partisi Milletvekili Esther Ouwehand’in sivil toplum örgütleri ile siyasi partilerin çalışma yöntemlerindeki farkları ortaya koyan sunumu da aynı doğrultuda oldukça bilgilendiriciydi. 

Konferans boyunca dinlediğimiz konuşmacıların bir kısmı oldukça yararlı bilgiler paylaşırken; bir bölümü, toplantıya katılan herkesin bildiklerini tekrarlamaktan öteye geçmedi. Hollanda Hayvan Partisi Milletvekili Christine Teunissen, et endüstrisinin son 30 yılda üç katı büyüklüğe ulaştığını vurgulayıp, bununla mücadele için hem vergi sistemlerini değiştirmek gerektiğini hem de orta sınıf radikalizmi üzerine teoriler geliştiren İngiliz sosyolog Frank Parkin’in görüşlerinden hareketle, adaletsizlikle mücadelenin altını çizmek gerektiğini belirtti. 

1913 yılında vejetaryen otel olarak hizmete giren ama sonradan bu özelliğini yitiren Park Hotel’de bu konuşmaların yapılması da ilginçti. Teunissen’i dinlerken, bir politikacının hem hayvanlar için çırpınışını, hem de yılda 8 milyar insanın açlıktan öldüğü, Amerika gibi bir ülkede çiftçiden çok mahkum bulunduğu bir dünyada, iklim değişikliğinin verdiği sinyalleri görmezden gelen insanoğlunu uyarmak için çabalayışını görüyorsunuz.

Compassion in World Farming’in kurucusu Geert Laugs’un konuşması, benim için hayal kırıklığı oldu. Çünkü hayvanların çektiği zulmü anlatıp bunu azaltmak için “insani kesim” önerme noktasına geldi. Refahçı bir yaklaşımı yansıtan başka konuşmacılar da vardı. Hayvan hakları ile hayvan refahı kavramlarının farkını, Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü adlı kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. Acıyı azaltma odaklı bir hayvan hakları mücadelesi olmaz. Nitekim gördüm ki, hayvan partileri, yasalarda istedikleri değişiklikleri sağlamak ve karşı tarafla diyaloğu sürdürebilmek için hayvanların yaşam hakkını temel alan kampanyalara ağırlık vermiyor. “Önce hayvanların içinde bulunduğu koşulları iyileştirelim, bu arada insanlar belki daha az et tüketir, hem de hayvanlar daha az acı çeker” anlayışının çözüm getireceği düşüncesinde değilim; aksine bu yöntemle “böylece hayvanlar daha az acı çekiyor, o zaman vicdanımız rahatsız olmadan onları yemeye devam edebililiriz” diyenlerin sayısının artması muhtemeldir. Konferans boyunca konuşmacılar iklim değişikliği, sağlık, insanlara bulaşan hastalıklar, enerji dönüşümü, çevre sorunları vb. insan odaklı sorunlara değinirken, hiçbir konuşmacının hayvanların yaşam hakkına açık vurgu yapmaması, bu alandaki yasal çalışmaların hayvan refahı ile sınırlı kaldığını bir kez daha ortaya serdi.

Hollanda’da bitkisel protein alanındaki çalışmalarıyla tanınan girişimci Jeroen Willemsen’in hedefini toplumların % 50 bitkisel proteine geçmesi olarak açıklaması da, konferanstaki yaklaşımla uyumluydu. Tüketiciyi etkilemek ve algı değişimi için izlenecek kampanyalar hakkında bilgi verirken kâr maksimizasyonunun altını çizdi; hükümetlerin bitkisel proteindeki kârı görmesi gerektiğini, talep ve tüketim yaratmanın önemli olduğunu anlattı. 

Avrupa Parlamentosu’nda Hayvan Hakları Mücadelesi

Hollanda Hayvan Partisi’nden Avrupa Parlamentosu’na seçilen milletvekili Anja Hazekamp, konferans boyunca bize eşlik ederek hem çok bilgilendirici bir konuşma yaptı hem de özel olarak ikili konuşmalarda herkese içtenlikle yol gösterdi. Hazekamp, AP’de diğer senatörlere sürekli daha çok üretmeye devam edilemeyeceğini, bunun bir halüsinasyon olduğunu anlattıklarını, AB bütçesinin yarısının tarıma ayrıldığını ve bu bütçenin % 80‘inin en tepede yer alan az sayıdaki çiftçiye gittiğini (% 20), insanların gıda seçimlerinin Avrupa Birliği politikalarının etkisinde kaldığını, tütün ve hayvancılık endüstrisinin büyük destekler aldığını, sistemin şeffaf olmadığını, lobicilerin parlamentoda baskın olduğunu, görüş alınan uzman kurumların da lobiciler tarafından etkilendiğini, büyük paralar verilerek üretilen yanlı çalışmaların medyaya servis edildiğini ve bu hastalıklı sistemin mutlaka değişmesi gerektiğini söyledi. Anlaşılıyor ki, Avrupa Parlamentosu’nun cam ve aynadan oluşan şeffaf görüntüsü epey yanıltıcı...

Hazekamp, ayrıca Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin bağlı olduğu yasalara göre, hayvanların duyarlı canlı olarak kabul edildiğini, üye ülkelerin hayvan refahının korunması için belirlenen kurallara uymak zorunda olduğunu ama bununla birlikte dini törenler, gelenekler ve kültürel mirasa da saygı gösterildiğini anlattı ve bu istisnaların kaldırılması gerektiğini söyledi. 

Hayvan Partisi Başkanı Marianne Thieme’in Etkileyici Konuşması

Konferans kapsamında otelden çıkarak Leiden Üniversitesi kampüsünde dinlediğimiz tek kişi Hayvan Partisi Başkanı Marianne Thieme oldu. 2006’da tarihte ilk kez hayvanlar için kurulan bir parti, ulusal bir parlamentoya girdi; parlamentoya iki milletvekili sokan Hollanda Hayvan Partisi’nin bugün senatoda 5 milletvekili, bölgesel yönetimlerde 18 temsilcisi, yerel yönetimlerde 33 temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu’nda 1 temsilcisi var. Hayvan hakları, Avrupa’daki siyasi hareketler içinde en hızlı büyüyenler arasında. 

Thieme, şu anda dünyada toplam 19 siyasi parti olduğunu söyleyerek, amaçlarının evrendeki tüm duyarlı canlılar için mücadele etmek olduğunu, daha iyi bir gezegen yaratmak istediklerini anlattı. İdealizmin yeni realizm olduğunu söylerek parlamento bütçesinde hayvanlara daha fazla kaynak sağlanması için çalıştıklarını vurguladı. Bugüne kadar birçok politikacının konuşmasını dinledim ama şunu hiç kuşkusuz söylemek isterim ki, hepsinin içinde diğerlerinden tamamen farklı bir toplum hayali olan tek siyasetçi Marianne Thieme’di. “Dalga geçilmek, çoğunluk tarafından hafife alınmak, bu siyaset oyununun bir parçası ama biz buna boyun eğmiyoruz” dedi. Her siyasetçi, kitlelere hitap edip iktidarı ele geçirmeyi hedefler ama Thieme gibi yürekli siyasetçiler, insan türü dışındaki duyarlı canlılar için azınlığın desteğiyle de yol alabiliyor! Buna ancak saygı duyulur. 

Canlı Hayvan Ticaretini Sonlandırmak İçin Ortak Mücadele

Uluslararası canlı hayvan ticareti, konferansın en önemli başlıklarından biriydi. Türkiye’nin de özellikle bu konu nedeniyle konferansa davet edildiği anlaşılıyordu. Farklı ülkelerin temsilcilerinden oluşan 4-5 kişilik atölye gruplarında canlı hayvan ticaretinin sonlandırılması için yapılabilecek işbirlikleri konuşuldu. Düşünülen yöntemleri burada yazmam doğru olmaz ama şu açık ki, bu işkencenin ortadan kaldırılması için dünyanın birçok ülkesinde ciddi çalışmalar yapılıyor ve yakın gelecekte önemli adımlar atılacak. 

Özellikle Avustralya’da canlı hayvan ticaretinin yasaklanması için çarpıcı gelişmeler yaşanıyor. Animals Australia adlı sivil toplum örgütünün kısa bir süre önce tüm dünyaya yaydığı gizli çekim videosu, büyük yankı uyandırdı. Ülkede önemli politik meselelerden biri haline gelen bu ticaret, Avustralya Parlamentosu’nun gündeminde. Animal Justice Party’nin Başkanı Bruce Poon, konferansta yaptığı sunumda canlı hayvan ticaretinin yasaklanması için parlamentoda yaptıkları girişimleri anlattı ve gelecek yıl bu konuda başarı elde edeceklerini umduğunu söyledi. 

Sonuç olarak, konferanstan daha çok işbirliği için temenninin ötesinde somut kararlar alarak ayrıldık. Hayvan hakları, herhangi bir ülke ile sınırlanamayacak evrensel bir mücadele ve aktivistlerin, STK temsilcilerinin, hayvan partisi üyelerinin birbirleriyle teması güçlendirip her alanda birbirlerine destek olması gerekiyor. Bu açıdan konferansın yararlı olduğu kuşku götürmez. Dünyanın her yerinde hayvanlar için mücadele eden insanların olduğunu bilmek çok güzel. 


Etkinlik boyunca yemeklerin vegan olması ise, elbette benim için önemli bir noktaydı. Aslında insan, hayvan hakları ile ilgili böyle bir toplantıya katılan herkesin vegan olmasını bekliyor ama ne yazık ki, sabah oteldeki açık büfe kahvaltılarda bazı katılımcıların hayvan sömürüsüne devam ettiğine tanık olduk. Et, süt ve yumurta endüstrisinin hayvanları nasıl katlettiğini bileceksiniz ve hayvan hakları için çalıştığınızı iddia edip sonra o endüstrileri destekleyeceksiniz... İşte tam kopuşun başladığı yer burası. Hayvan haklarından söz ediyorsanız ilk önce kendiniz hayvan sömürüsünü sonlandırmalısınız. Bu kadar basit ve net. Değişim istiyorsanız önce kendinizle başlayın!

(Bu yazı ilk olarak Gaia Dergi'de yayınlandı.)




RÖPORTAJ @ ÖZGÜRÜZ.ORG

5.8.2018

Özgürüz platformundan Zübeyde Sarı'nın hayvan hakları konusunda benimle yaptığı ve Periscope üzerinden canlı yayınlanan röportajın linki.

https://www.pscp.tv/Ozguruz_org/1rmxPNbyoLqGN?t=2s

EKOLOJİK ODAK @ ARTI TV

11.7.2018

Artı TV'de canlı yayınlanan Pelin Cengiz'in hazırladığı programa konuk olarak hayvanlara yönelik şiddet, yasal durum, canlı hayvan ticareti, aktivizm, veganlık, Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü adlı kitabım ve Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu hakkında konuştum.



22 Mart 2018 Perşembe

YEŞİL BÜLTEN @ AÇIK RADYO - 22.3.2018

22.3.2018

Bugün Açık Radyo'da yayınlanan Yeşil Bülten programını hazırlayıp sunan Utku Zırığ'ın stüdyo konuğu oldum. "Ucuz Et" gerekçesiyle yapılan canlı hayvan ticareti ve Brezilya'dan Mersin'e gelen NADA Gemisi vakasını konuştuk. Podcast linkinden dinlenebilir: acikradyo.com.tr/podcast/202766ilir:

7 Kasım 2017 Salı

MARX GÜNÜMÜZDE YAŞASA VEGAN OLUR MUYDU?

13.9.2017

ULUSLARARASI HAYVAN HAKLARI KONFERANSI'NDAN İZLENİMLER


7-10 Eylül tarihlerinde Lüksemburg’da yedinci kez gecekleştirilen Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’na (IARC), bu yıl ben de Sivil Düşün AB Programı’nın desteğiyle katıldım. Aktivist ve gazeteci kimliğimle yer aldığım konferans, hayvan özgürlükçülerinin arasında kendimi daha güvende hissetmemi sağlamasının yanı sıra, dünyada hayvan hakları alanındaki yaklaşımları daha net görmeme neden oldu. 

Böyle geniş çaplı bir organizasyonun yapılmasını sağlayan 6 ana sponsor var: ALPA (Lüksemburg Hayvan Hakları Derneği), ARIWA (Animal Rights Watch - Almanya merkezli aktivist grup ), Bite Back (Belçika merkezli hayvan hakları örgütü), VegFund (Veganlığın yayılması için eğitim odaklı çalışmalar yapan Amerika merkezli STK), A Well-Fed World (Dünyada açlıkla mücadele, insanların iyi beslenmesi ve hayvanların korunması için çalışan Amerika merkezli STK), die tierbefreier e.V. (Hayvan haklarını savunmak için doğrudan eylemler gerçekleştiren Almanya merkezli aktivist grup). Bunun dışında vegan üretim yapan 8 adet yeme/içme ve ürün sponsoru katkı sağlıyor.

TÜRKİYE İLGİ ODAĞI OLDU


Lüksemburg’un yaklaşık 33.000 nüfuslu ikinci büyük kenti Esch-sur-Alzette’de, ironik bir şekilde 19. yüzyıldan kalma bir mezbahada yapılan konferansa katılanlar, ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerindendi ama Amerika, Brezilya, Ermenistan, Türkiye gibi farklı bölgelerden katılımcılar da vardı. Vize alamayan Pakistan ve Kenya aktivistleri gelemeyince, konferansta ana ilgi odağı Türkiye oldu. 

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Başkanı Fatma Biltekin ve HAKİM Koordinatörü Burak Özgüner, çocuklara yönelik yaptıkları çalışmayı “Genç insanlara ulaşmak” başlıklı bir kampanya tartışmasında anlattılar. “Türkiye’de Hayvan Haklarının Durumu” konulu ülke sunumuna, onların isteğiyle ben de katıldım. Sunum için bize verilen zaman 15-20 dakika ile sınırlıydı ama HAKİM’in hazırladığı hayvan hakları ihlalleri görselleri, Türkiye’nin siyasi durumuyla ilişkili olarak aktarılınca büyük ilgi gördü. Taksim’de katledilen Kınalı, sokak hayvanlarına uygulanan şiddetin artışı, hayvanları korumayan “Hayvan Koruma Yasası”, hepsine değinildi. 

Ben yaptığım kısa konuşmada, insan haklarını rafa kaldıran bir ülkede hayvan haklarını savunmanın zorluğundan söz ettim. Siyasi iktidar ve yasal durumdan kaynaklanan sorunların yanı sıra, Türkiye’de hayvan haklarını savunanların “hayvan haklarının ne olduğuna dair” ortak bir anlayışa sahip olmamalarının ve sürekli hayvan refahcılığına odaklanılmasının temel sorun olduğunu söyledim. Hayvan hakları aktivistleri ve dernekleri arasındaki işbirliğini geliştirerek, yaşam hakkı odaklı bir mücadelenin güçlendirilmesi gerektiğini ve ne olursa olsun yılmayacağımızı da ekledim. 

Sunumdan sonra konferans boyunca bize gösterilen ilginin dozu, kuşkusuz Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda yarattığı endişe verice görüntü ile ilgiliydi. Hatta, “Sizi takdir ediyoruz, Biz sizinki gibi bir ülkede yaşasak, hayvan hakları mücadelemizi sürdüremez ve bırakırdık,” diyenler oldu. Oysa insan hakları ve hayvan hakları mücadeleleri, ancak bütüncül bir yaklaşımla verilebilir; hayvan özgürlükçüsü birini diğerinden ayrı tutmaz.

KONFERANSTA ORTAYA ÇIKAN İKİ FARKLI YAKLAŞIM


Çeşitli atölyelerin ve panellerin düzenlendiği konferansta hayvan hakları alanında ün kazanmış isimler de konuşma yaptı. İnsan olmayan hayvanların yasal statüsü ve birey olma hakkı konusunda çok başarılı çalışmalar yapan avukat, Nonhuman Rights Project’in kurucusu Steven Wise’ın ufuk açıcı konuşmasını bu alanda çalışan tüm avukatların dinlemesini isterdim. 

Karnizm kuramına dair “Neden Köpekleri Seviyoruz, Domuzları Yiyoruz ve İnekleri Giyiyoruz” adlı kitabıyla tanınan sosyal psikolog Melanie Joy ise, bu kez veganlar, vejetaryenler ve et yiyenler arasındaki iletişimin geliştirilmesi üzerine yazdığı yeni kitabını tanıtan bir konuşma yaptı. Kendi uzmanlık alanı olduğu için, “karşınızdakini anlamaya çalışın, sabırlı olun” tavsiyesini teorik bir anlatımla aktardı. Joy’un konuşması, konferans boyunca karşımıza çıkan iki farklı yaklaşımdan birini temsil ediyordu. Ben, hayvan haklarını bir toplumsal adalet mücadelesi olarak gördügüm için, “sadece ikna ile olmaz, sokağa çıkın, eylem yapın, hayvan kurtarın” diyen diğer yaklaşımın tarafındayım. 

Aynı durum, her yıl milyonlarca hayvanın katledilmesine yol açan hayvan deneyleri konusunda da oldu. Brezilya’da Santa Catarina Üniversitesi’nde görev yapan Profesör Paula Brügger, bilimsel verileri kullanarak toplumu hayvan deneylerinin işe yaramadığı ve alternatif yöntemlerin kullanılabileceği konusunda ikna etmeyi önerdi. 90‘lardan bu yana İngiltere’deki hayvan hakları hareketinin içinde yer alan, London Action Resources Centre’ın kurucusu Jimmy Lester ise, ALF eylemlerinin hayvanların hayatını kurtarmada ne kadar etkili olduğunu anlattı. Kanımca etkiyi artırmak için iki yöntemin aynı anda yürütülmesi gerekli.

MARX, BUGÜN YAŞASAYDI VEGAN OLUR MUYDU?


Dinlediğim ilginç konuşmalardan bir diğeri de, Basel Üniversitesi’nde sosyal teori dalında doktora öğrencisi olan Tobias Rein’a aitti. Karl Marx’ın felsefesini etik ve hayvan hakları açısından eleştirdiği sözlerinin benzerlerini Can Başkent ile yazdığımız “Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi” adlı kitapta sol siyaset için biz de söylemiştik. Solun sadece insan odaklı çözüm önerileri, 21. yüzyıl dünyasında yeterli değil; diğer duyarlı canlıları sömürmeyi sürdürürken sadece insanı kapsayan özgürlük, eşitlik mesajları verildiğinde tutarsız oluyor. Rein’a konuşmasından sonra Kulturfabrik’te rastlayınca espri ile karışık, “Marx günümüzde yaşasaydı vegan olur muydu?” diye sordum. “Hayır, olmazdı; çünkü o insanların mutluluğuna odaklı olduğu için bunu yine onların hakkı olarak görürdü. Ama tabii tam olarak bilemeyiz,” dedi gülerek...

EKSİLER VE ARTILAR


Konferansta dikkatimi çeken bir eksiği de belirtmem gerekli. Lüksemburg’a gitmeden önce programa baktığımda heyecan verici konuşma ve panellerin daha çok olacağını düşünmüştüm. Fakat konuşmacıların çoğu, hayvan hakları ve veganizm alanında teorik bilgileri vermekle yetindi. Oysa katılımcıların çoğu, zaten bu konularda gerekli kişisel gelişimini gerkçekleştirmiş deneyimli aktivistlerdi. O nedenle kampanyaların gerçekleştirilmesi ve taban örgütlenmeleri hakkında pratik bilgiler içeren sunumlar yapılsaydı, çok daha faydalı olabilirdi. 

Yine de Lüksemburg’daki konferans, birçok farklı ülkeden aktivistlerle tanışıp iletişim ağı kurmak ve görüş alışverişinde bulunmak için çok işlevsel bir platform işlevi görüyor. Önümüzdeki yıllarda katılmayı düşünüyorsanız, Kulturfabrik’e ücretsiz otobüslerle ulaşım sağlanan bir kampta kalabilir ya da trenle 23 dakika uzaklıktaki Lüksemburg kentinde bir otelde konaklayabilirsiniz. Ayrıca etkinlik alanında her gün uygun fiyata kahvaltı yapıp, öğlen ve akşam yemeklerini yiyebilir; bir gece ücretsiz verilen konsere katılabilir ve çeşitli hayvan hakları belgesellerini izleyebilirsiniz. Ama en önemlisi, zulümsüz bir dünya için mücadele eden, bu ideale gönül vermiş hayvan hakları aktivistleriyle bir arada olmanın huzurunu yaşayabilirsiniz! Orada geçirdiğim dört gün boyunca duyduğum huzur hissini daha önce hiç duymadım. 

7-10 Eylül tarihlerinde Lüksemburg’da yedinci kez gecekleştirilen Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’na (IARC), bu yıl ben de Sivil Düşün AB Programı’nın desteğiyle katıldım. Aktivist ve gazeteci kimliğimle yer aldığım konferans, hayvan özgürlükçülerinin arasında kendimi daha güvende hissetmedim!

(Bu yazı ilk olarak Journo haber sitesinde yayınlandı. https://journo.com.tr/marx-vegan-olur-muydu)

(Fotoğraflar bana aittir.)