© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Strateji Eki/ 26 Mart 2007 Yıl:3 Sayı: 143
Amerikan halkı, gelecek yıl George W. Bush’tan sonra görevi devralacak olan 44. başkanını ve Dick Cheney’den sonra göreve gelecek 47. Başkan Yardımcısını seçecek. 4 Kasım 2008’de yapılacak seçim için süreç şimdiden başladı. Demokrat Parti’den ve Cumhuriyetçi Parti cephesinden adaylıklarını erkenden açıklayanların kimlikleri, bunun Amerikan tarihinin en çekişmeli, renkli ve heyecanlı seçimi olacağını gösteriyor. Çünkü hem birçok ilk aynı anda yaşanıyor, hem de Amerikan tarihinde 1928’den bu yana ilk kez, ne görevde olan başkan ne de başkan yardımcısı seçime katılıyor. (İngilizce’de “open-seat” olarak tanımlanan durum.) Bu da demek oluyor ki, Beyaz Saray’ın ev sahipleri tamamen değişecek.
Öne Çıkan Adaylar Kimler?
2008 yılında Amerika, ilk kez bu kadar farklı köken ve gruplardan gelen adayların yarıştığı bir başkanlık seçimine sahne olacak. Her iki partiden öne çıkan adaylar şöyle: Başkanlık için aday olan ilk Afrikalı-Amerikalı senatör Barack Obama (Demokrat); seçilirse ilk kadın başkan olacak eski First Lady Hillary Clinton (Demokrat); ilk Latin kökenli aday New Mexico Valisi Bill Richardson (Demokrat); 2004’te Demokrat Parti’nin adayı olarak Bush’la yarışan John Kerry’nin başkan yardımcısı adayı eski senatör John Edwards; Cumhuriyetçi Parti’nin nihai adayı olarak seçilirse, bu partiden başkanlığa aday gösterilen ilk Katolik olarak tarihe geçecek olan eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani (Cumhuriyetçi); Irak’ta savaşı kazanmak için şiddetle asker sayısının artırılmasını savunan Arizona Senatörü John McCain (kampanyasına yardım toplamak için komite kurdu fakat adaylığını resmen nisan ayında açıklayacağını duyurdu); New Orleans kasırgasından sonra yaptığı bazı açıklamalar nedeniyle ırkçılıkla suçlanan Newt Gingrich (eski Temsilciler Meclisi Sözcüsü); sonradan Katolikliğe geçen eski bir Evanjelist, Kansas Senatörü Sam Brownback (Cumhuriyetçi); seçilirse ülkenin ilk Mormon başkanı ünvanını alacak olan eski Massachusetts Valisi Mitt Romney.
Her iki partiden adaylık için yarışacağını duyuran başka politikacılar olsa da, şu ana kadar partilerin kendi içinde yaptığı araştırmalara göre, tercihler özellikle bu adı geçen adaylar üzerinde yoğunlaşıyor. Önümüzdeki günlerde sürpriz bir büyük isim ortaya çıkmazsa, Amerika’nın yeni başkanı bu isimlerden birisi olacak. Fakat adayların önce kendi partileri içinde yapılacak eyalet kongrelerindeki önseçimleri kazanmaları gerekiyor. Seçim takvimine göre, bu kongrelerin ilki 14 Ocak 2008’de Iowa eyaletinde yapılacak. Daha sonra ülke çapındaki diğer eyaletlerde yapılacak önseçimlerde delegelerden en çok oyu alan aday, her partinin kurultayında resmi başkan adayı olarak belirlenecek. Demokrat Parti Kurultayı, 25-28 Ağustos 2008’de Denver’da, Cumhuriyetçi Parti Kurultayı ise 1-4 Eylül 2008’de Minnesota’da gerçekleştirilecek.
Seçilebilirliği Etkileyecek Temel Faktörler
A-Karakter
Söz konusu Amerikan başkanlık seçimi olduğunda, Amerikan halkının, adayların ülke meseleleri hakkında benimsedikleri politikalardan daha çok karakterlerine önem verdiği bilinmektedir. Mart ayının ilk haftasında Associated Press-Ipsos tarafından yapılan kamuoyu araştırması göre, % 55 oranındaki katılımcı, dürüstlük başta olmak üzere diğer değerleri ve karakteri, bir adayda aranan en önemli nitelikler olarak belirledi.
Araştırmaya göre, Demokratlar arasında % 38 ile Hillary Clinton başı çekerken, onu % 21’le Barack Obama, % 14’le Al Gore, % 10’la John Edwards izliyor. Karaktere önem verenler arasında Hillary Clinton, kamuoyundaki güçlü karakteri, zeki ve hırslı imajıyla ve önem verdiği konuların üzerine giden tavrıyla puan topluyor. Fakat kanımca, Hillary Clinton ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus, onun Demokratlar arasındaki popülaritesinin genel halk ölçeğine yansımayabileceği. Çünkü, Amerikalıların alışmadığı bir şekilde oldukça aktif olarak geçirdiği “First Lady”lik döneminde, ülkenin bir bölümünün kalbinde yer kazanırken, bir bölümünde de ona karşı büyük bir antipati gelişmiş durumda. Ya çok seviliyor ya da nefret ediliyor. Bu durum da, kararsız ve merkezdeki seçmenden fazla oy alamayacağını düşündürebilir. Ocak ayı başında açıklanan bir CBS News araştırması, toplam seçmenin % 38’inin ve Cumhuriyetçilerin % 78’inin Hillary Clinton’a olumlu bakmadıklarını ortaya koydu.
Barack Obama’nın Hillary Clinton ile baş başa geldiği nokta ise, henüz kısa olmasına karşın senatörlük döneminde yürüttüğü çalışmalar. Kamuoyunda yeterince tanınmaması bu aşamada handikap olarak ortaya çıkıyor. Çünkü diğer iki rakibi, Clinton ve Edwards, uzun yıllardır kampanya yürütüyorlar.
Fakat eğer adayların benimsedikleri politikalar ana kriter alınacak olursa, Clinton’ın bu konuda zorlanacağı söylenebilir. Senato’daki çalışmaları sırasında kimi zaman Cumhuriyetçilerle birlikte hareket ederek, büyük şirketler lehine desteklediği yasa teklifleri ve savunduğu merkezci politikalar nedeniyle de oportünist olmakla eleştiriliyor. Hatta, 1996 ve 2000 seçimlerinde Yeşil Parti’den, geçen yıl da bağımsız olarak başkanlık yarışına katılan Ralph Nader, dış politikada “Demokratik bir Şahin” olarak tanımladığı Hillary Clinton’ın büyük ticari sermaye ile ilgili konularda Cumhuriyetçilerle çok benzeştiğini, bu nedenle de Cumhuriyetçilerin karşılarında onun gibi bir aday olunca ne yapacaklarını şaşırdıklarını yazdı. Acaba bu oynak zemin, Clinton’ı nereye taşır? Sonuç olarak, Demokratların adayı olarak belirlense bile, karşısına Rudy Giuliani gibi halkın takdirini kazanmış bir aday çıktığında ne yapabileceği şüphelidir.
Cumhuriyetçi Parti’de ise, ilk üç sırayı Giuliani (% 35), John McCain( % 22), Newt Gingrich (% 11) paylaşıyorlar. Karakter ve liderlik niteliklerine önceliği verenler arasında Giuliani önderliğini sürdürürken, McCain, bir liderdeki en önemli özelliği deneyim olarak görenler arasında Giuliani’ye yetişiyor.
B- Seçim Kampanyası İçin Yardım Toplama Kapasitesi
Amerikan siyasetini yakından izleyen herkes bilir ki, seçim kampanyasında en çok yardımı kim toplarsa, onun kazanma şansı da en yüksektir. Amerika’da başkan adayları, en başta kampanyalarına para toplamak için yarışırlar ve hangisinin bu konuda kabiliyeti fazlaysa, o en şanslı aday durumuna gelir. Çünkü bu durumda kampanyasını yürütmek için en fazla parayı toplamıştır ve böylelikle, rekabetin acımasızca sürdüğü, şampuan ilaç seçiminden başkan seçimine kadar her şeyin reklama dayandığı bu ülkede, en çok reklamı da o yapacaktır. Yürütülen kampanyaların boyutları öylesine kapsamlıdır ki, internetten, televizyona, radyolardan gazetelere, el broşürlerinden evlere açılan telefonlara kadar, adaylar her yolu deneyerek seçmenlere ulaşmaya çalışır. Bu nedenle, başkanlık yarışına katılacak adayların şu andan itibaren Kasım 2008’e kadar milyonlarca dolar toplaması gerekmektedir.
Federal Seçim Komisyonu’nun (FEC) yaptığı açıklamaya göre, 2008 başkanlık seçimi için 1 milyar dolardan fazla para harcanacak. Yani seçimde Cumhuriyetçi Parti’yi ve Demokrat Parti’yi nihai olarak temsil edecek olan iki aday, 500’er milyon dolar para toplamış olacak. Kendilerinden önceki adayların önseçimler sırasında topladıkları paralar da eklenince, bu miktar 1 milyar doları aşacak.. FEC Üyesi Michael E. Toner’in verdiği bilgiye göre, “her bir adayın ciddi bir aday durumuna gelmesi için, 2007 sonuna kadar en azından 100 milyon dolar para toplaması gerekiyor.”
Durum böyle olunca, adaylar içinde en şanlısının Hillary Clinton olduğunu belirtmek gerek. Amerika’da Watergate skandalı sonrasında yolsuzlukları önlemek ve kampanyalara yapılacak yardımları sınırlamak için yürürlüğe konan 1974 tarihli FECA (Federal Seçim Kampanyası Yasası), başkanlık seçimini kısmen kamu finansmanına bağlıyor. Buna göre, kamu finansmanından yararlanmak isteyen adayların, alacakları yardımların miktarını sınırlamayı ve yapacakları harcamaları belli bir düzeyde tutmayı kabul etmeleri gerekiyor. Yasaya göre, bu limit önseçimler için 50, genel seçimler için 84 milyon dolar. Hillary Clinton, kamu finansmanı almadan bu miktardan daha fazla toplayabileceğini belirterek, hem önseçimler için hem de genel seçim için sistemden yararlanmayı reddetti. Böylece Clinton, 1974’te uygulama başladığından bu yana seçim süresince hiçbir şekilde kamu finansmanı sağlamayacağını duyuran ilk politikacı oldu. Bu şekilde, istediği kadar yardım toplayıp istediği kadar harcayacak. Clinton’ın ardından John Edwards da onu izleyerek aynı yönde açıklama yaptı. Fakat Barack Obama’nın Federal Seçim Komisyonu’na yaptığı önerinin kabul edilmesi üzerine, John McCain ve Obama başka bir yöntem belirlediler. Buna göre, her iki aday da, önseçimlerde kamu finansmanını kullanırken, genel seçim için bu sistem dışında para toplamaya başlayacaklar. Eğer önseçimleri kazanıp genel seçimde partiyi temsil edecek aday olurlarsa, karşı partinin adayının da aynı öneriyi benimsemesi durumunda topladıkları parayı iade edip, kamu finansmanını seçebilecekler. Henüz kesin bir karar açıklamayan Giuliani ise, genel seçime yönelik olarak para toplama çalışmalarına başlamış durumda.
Bu arada, Hillary Clinton’ın para toplama konusundaki kendisine güvenli tavrı, son günlerde Hollywood’dan gelen bir haberle bir miktar sarsılmış durumda. Geçmişte Bill Clinton’ı destekleyen Dreamworks’un kurucularından David Geffen, bu defa Barack Obama’nın kampanyasına destek verdi. Ayrıca seçim kampanyalarının yardım şampiyonu ünlü iş adamı George Soros, kamu finansmanı yasasına göre ferdi olarak yapabilecek en büyük yardımı yaparak, adaylığı açıklanır açıklanmaz Obama’nın kampanyasına 2100 dolar gönderdi. Diğer yandan, Bill Clinton eşinin yardımına yetişti ve haftada 1 milyon dolar toplamayı hedefleyen bir email kampanyası başlattı. Anlaşılan o ki, Amerikan tarihinin bu en pahalı başkanlık seçimi dolarların kıyasıya rekabetine sahne olacak.
C-Sosyal Konulardaki Tutumlar: Eşcinsel Evliliği, Kök Hücre Araştırmaları, Kürtaj, Silah Kontrolü
Amerikan toplumunda son yıllarda gündemi işgal eden sosyal konularda adayların almış olduğu tavırlar da seçimin sonucunu belirleyecek önemli faktörler arasında. Özellikle eşcinsel evliliği, kök hücre araştırmalarına izin verilmesi ve kürtaj konularında Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında derin görüş ayrılıkları bulunuyor. Demokratlar, bu konulara bireysel özgürlük temelinden yaklaşıp kişilerin tercih haklarına saygı duyulmasını savunurken, Cumhuriyetçiler, toplum ahlakı ve din açısından karşı çıkıyorlar.
Demokratlar arasında bu konularda herhangi bir anlaşmazlık görülmezken, Cumhuriyetçiler arasında farklı fikir ve tavırlar ortaya konulabiliyor. Örneğin, Cumhuriyetçi Sam Brownback, kürtaj hakkına ve eşcinsel evliliklerine karşı savaşmak için yarışa girdiğini açıklarken, Rudy Giuliani, “kürtaja ahlaken karşı olsa da, sonuçta bir kadının bu nedenle hapse atılamayacağını ve tercih hakkı olabileceğini” söylüyor. Bir zamanlar rahip olmayı düşünen ama sonradan kendini politikada bulan Katolik Giuliani’nin, bu tavrı almasının asıl nedeninin New York Belediye Başkanlığı’na aday olduğu sırada, çoğunluğu liberal olan eyalet nüfusunun oylarını alabilmek için yaptığı bir manevra olduğu da iddia ediliyor. Giuliani’nin muhafazakarlar tarafından eleştirilmesine neden olan bir diğer tavrı, silah kontrolünü savunması. Rudy Giuliani’nin Cumhuriyetçi politikalara ters düşen bu görüşlerinin, eğer inandırıcı olabilirse, son aşamada merkeze yakın bazı Demokratlardan ve kararsızlardan oy toplamasına neden olması da bir başka olasılık. Çünkü Amerikan halkı, onu 11 Eylül sırasında New York Belediye Başkanlığı sırasındaki başarılı yönetimiyle hatırlıyor. 2001 yılında Time dergisinin “Yılın Kişisi” seçtiği Giuliani, halk tarafından “Amerika’nın Belediye Başkanı” olarak tanımlanıyor.
Amerikan halkını bıçakla kesilmiş gibi ikiye ayıran bu konuların seçim sürecinde iyice kızışacağı anlaşılıyor. Fakat şurası kesin ki, eşcinsellerden Cumhuriyetçilere oy yok.
27 Mart 2007 Salı
12 Temmuz 2002 Cuma
New York Sıcağında Bunalanlara Alternatif Mekan: Kütüphaneler
© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 2002
Anlama yeteneğimizi bloke eden, gözlerimizi karartıp tansiyonumuzu fırlatan aşırı sıcak ve nemli havaya karşı uzmanların önerileri, doğal olarak dünyanın her yerinde aynı.
Bütün bu bilimsel önerilerin yanı sıra, eğer New York'ta yaşıyorsanız köklü bir çözüm daha var: Kütüphaneler.
"Neden benim ülkemde böylesine mükemmel kütüphaneler yok?" sorusunu birçok yabancının aklında döndürüp dolaştıran ve insanı derin bir kıskançlığa sevk eden kütüphaneler...
Plajda sıcağın altında bütün gün yatıp soğuk bir şeyler içerek serinlemeye çalışanların aldığı zevkten daha fazlasını öneriyor New York kütüphaneleri. İçeri adımınızı attığınız anda sizi karşılayan serinlik, gözünüzü açıp beyninizi onarıyor.
Bir iki adım sonra karşınızda sergi salonu...
İçerde bilmediğiniz ve ilk kez göreceğiniz neler var? Gezmeden bilemezsiniz.
Karikatürler, eski yazma teknikleri, gravürler...
Kütüphanenin bahçesinde biraz oturmak isterseniz, güzel bir kafeterya var. Üstelik fiyatlar turistik değil, oldukça ucuz.
İç mekanda raflar dolusu kitapsa, engin bir dünya sunuyor.
Okuma salonu, tam bir kitapsever mabedi; sessiz, serin ve alabildiğine büyük!
New York kütüphanelerinin mimarisi de oldukça ilginç. Yüksek tavanlar ferahlık duygusu yaratıyor. Aydınlatma gözün konforuna uygun tasarlanmış, tasarruflu olsun diye resmi dairelerde kullanılan floresan ışığının verdiği rahatsızlığı hissetmiyorsunuz.
Her masada kendi kendinize araştırma yapabilmenizi sağlayan bilgisayarlar var. Tarama yapmak için sıra beklemiyorsunuz.
New York'ta ücretsiz internete bağlanma olanağı veren yerlerden birisi de bu kütüphaneler. Bunun için hazırlanmış bir listeye adınızı yazmanız yeterli.
Raflar dolusu kitabın çekiciliği karşısında etkilenmemek olanaklı değil. Yılın en sıcak gününde bir çocuğa bütün dondurma çeşitlerini önermek gibi bir şey bu! İstediği kadar yiyebilir, üstelik ücretsiz!
Yukarı kata çıkıyorsunuz; etraf çok sessiz. Mikrofilm odasına girip araştırma yapabilirsiniz. Çeşitli kategorilere ayrılmış binlerce yayın var emrinizde.
Bir başka odada video kasetler ve DVD'ler var. Oldukça yeni filmleri hiçbir ücret ödemeden izlemeniz mümkün.
Bir kat daha yukarı çıkıyorsunuz; kütüphaneye gelir sağlamak üzere çeşitli hediyelik eşyanın satıldığı bir mağaza var.
Öylesine ilginç ve güzel eşyalar satıyorlar ki, dolaşmak epeyce vakit alıyor.
***
Peki kütüphane çalışanları neden bu kadar kibar? Acaba devlet çok mu para ödüyor onlara?
Ah, ülkemin kütüphanecileri... Kütüphanecilik benim ülkemde neden en az tercih edilen mesleklerden birisi?.. Niye üniversite giriş sınavlarında açıkta kalmamak ya da askerlikten kaçmak için işaretlenen bir seçenek?..
Kütüphanede çalışmak zevkli olamaz mı?
Öğretmenlerle kütüphanecilerin kaderi aynı. Karşılığında alabileceğiniz maddi kazanç miktarının, mesleğimizin saygınlığını belirleyen tek etken oluşuna neden şaşırıyoruz ki? Materyalist dünyanın kuralları işliyor durmadan...
New York kütüphaneleriyle ilgili bir gözlemim de şu: Sabah kapılar açılmadan önce mutlaka sıra oluyor; içeri girmek isteyenlerin oluşturduğu sıra... Bir parçası olmaktan mutluluk duyacağınız sıra...
Ziyaretçilerin yaş aralığı ise çok geniş. Gençlerin ve yaşlıların vakit geçirdikleri ortak bir mekan burası!
New York kütüphaneleri hayran olunacak kadar interaktif. Şiir okuma günleri, çocuklar için masal okuma seansları, anadili İngilizce olmayanlar için yoğunlaştırılmış dil kursları, tartışma grupları, film izleme ve yorumlama grupları, bilgisayar eğitim sınıfları, bu interaktif çalışmalardan bazıları...
Kurslar ücretsiz ve herhangi bir alanda deneyimi olan uzmanların eğitimci olarak katılımına açık.
Çocuğunuzun okul sonrası gidecek yeri mi yok? Bunun için ayrıca para harcayıp özel kurslara ödeme yapmanıza gerek yok. Kütüphanelerde okul sonrası yaratıcı aktiviteler yapılıyor.
Okuyucudan beklenen yalnızca ilgi. Ama beklediğinin de fazlasını alıyor New York kütüphaneleri. Okuduğu kitapları ve diğer materyalleri bağışlamak için gelenler hiç eksik olmuyor.
Otobüste ya da metroda okuyanların ellerindeki kitaplara baktığınızda, "The New York Public Library" damgasını görüyorsunuz sürekli...
Kütüphaneye gidip düzenli olarak kitap alma ve okuma, New Yorklu'nun günlük alışkanlığı, hayatın vazgeçilmezlerinden birisi. Markete gidip alışveriş yapmak ya da çamaşır yıkamak gibi...
Toplum yaşamıyla bütünleşen kütüphane bir hayal değil. New York kütüphaneleri, böyle bir örneği kendi ülkesinde görmeyenleri büyüleyecek cinsten birer kurum...
***
Dışarda serin bir gün mü yaşanıyor ya da hava dayanamayacağınız kadar soğuk mu?
Fazla paranız da yok...
Buyrun New York kütüphanelerine! İçerde derin ve konforlu bir dünya var!
Not: Bu yazı, Remzi Kitabevi'nden çıkan "New York'u Yaşamak" adlı kitabımda yayınlanmıştır.
Tweet
Cumhuriyet/ 2002
Anlama yeteneğimizi bloke eden, gözlerimizi karartıp tansiyonumuzu fırlatan aşırı sıcak ve nemli havaya karşı uzmanların önerileri, doğal olarak dünyanın her yerinde aynı.
Bütün bu bilimsel önerilerin yanı sıra, eğer New York'ta yaşıyorsanız köklü bir çözüm daha var: Kütüphaneler.
"Neden benim ülkemde böylesine mükemmel kütüphaneler yok?" sorusunu birçok yabancının aklında döndürüp dolaştıran ve insanı derin bir kıskançlığa sevk eden kütüphaneler...
Plajda sıcağın altında bütün gün yatıp soğuk bir şeyler içerek serinlemeye çalışanların aldığı zevkten daha fazlasını öneriyor New York kütüphaneleri. İçeri adımınızı attığınız anda sizi karşılayan serinlik, gözünüzü açıp beyninizi onarıyor.
Bir iki adım sonra karşınızda sergi salonu...
İçerde bilmediğiniz ve ilk kez göreceğiniz neler var? Gezmeden bilemezsiniz.
Karikatürler, eski yazma teknikleri, gravürler...
Kütüphanenin bahçesinde biraz oturmak isterseniz, güzel bir kafeterya var. Üstelik fiyatlar turistik değil, oldukça ucuz.
İç mekanda raflar dolusu kitapsa, engin bir dünya sunuyor.
Okuma salonu, tam bir kitapsever mabedi; sessiz, serin ve alabildiğine büyük!
New York kütüphanelerinin mimarisi de oldukça ilginç. Yüksek tavanlar ferahlık duygusu yaratıyor. Aydınlatma gözün konforuna uygun tasarlanmış, tasarruflu olsun diye resmi dairelerde kullanılan floresan ışığının verdiği rahatsızlığı hissetmiyorsunuz.
Her masada kendi kendinize araştırma yapabilmenizi sağlayan bilgisayarlar var. Tarama yapmak için sıra beklemiyorsunuz.
New York'ta ücretsiz internete bağlanma olanağı veren yerlerden birisi de bu kütüphaneler. Bunun için hazırlanmış bir listeye adınızı yazmanız yeterli.
Raflar dolusu kitabın çekiciliği karşısında etkilenmemek olanaklı değil. Yılın en sıcak gününde bir çocuğa bütün dondurma çeşitlerini önermek gibi bir şey bu! İstediği kadar yiyebilir, üstelik ücretsiz!
Yukarı kata çıkıyorsunuz; etraf çok sessiz. Mikrofilm odasına girip araştırma yapabilirsiniz. Çeşitli kategorilere ayrılmış binlerce yayın var emrinizde.
Bir başka odada video kasetler ve DVD'ler var. Oldukça yeni filmleri hiçbir ücret ödemeden izlemeniz mümkün.
Bir kat daha yukarı çıkıyorsunuz; kütüphaneye gelir sağlamak üzere çeşitli hediyelik eşyanın satıldığı bir mağaza var.
Öylesine ilginç ve güzel eşyalar satıyorlar ki, dolaşmak epeyce vakit alıyor.
***
Peki kütüphane çalışanları neden bu kadar kibar? Acaba devlet çok mu para ödüyor onlara?
Ah, ülkemin kütüphanecileri... Kütüphanecilik benim ülkemde neden en az tercih edilen mesleklerden birisi?.. Niye üniversite giriş sınavlarında açıkta kalmamak ya da askerlikten kaçmak için işaretlenen bir seçenek?..
Kütüphanede çalışmak zevkli olamaz mı?
Öğretmenlerle kütüphanecilerin kaderi aynı. Karşılığında alabileceğiniz maddi kazanç miktarının, mesleğimizin saygınlığını belirleyen tek etken oluşuna neden şaşırıyoruz ki? Materyalist dünyanın kuralları işliyor durmadan...
New York kütüphaneleriyle ilgili bir gözlemim de şu: Sabah kapılar açılmadan önce mutlaka sıra oluyor; içeri girmek isteyenlerin oluşturduğu sıra... Bir parçası olmaktan mutluluk duyacağınız sıra...
Ziyaretçilerin yaş aralığı ise çok geniş. Gençlerin ve yaşlıların vakit geçirdikleri ortak bir mekan burası!
New York kütüphaneleri hayran olunacak kadar interaktif. Şiir okuma günleri, çocuklar için masal okuma seansları, anadili İngilizce olmayanlar için yoğunlaştırılmış dil kursları, tartışma grupları, film izleme ve yorumlama grupları, bilgisayar eğitim sınıfları, bu interaktif çalışmalardan bazıları...
Kurslar ücretsiz ve herhangi bir alanda deneyimi olan uzmanların eğitimci olarak katılımına açık.
Çocuğunuzun okul sonrası gidecek yeri mi yok? Bunun için ayrıca para harcayıp özel kurslara ödeme yapmanıza gerek yok. Kütüphanelerde okul sonrası yaratıcı aktiviteler yapılıyor.
Okuyucudan beklenen yalnızca ilgi. Ama beklediğinin de fazlasını alıyor New York kütüphaneleri. Okuduğu kitapları ve diğer materyalleri bağışlamak için gelenler hiç eksik olmuyor.
Otobüste ya da metroda okuyanların ellerindeki kitaplara baktığınızda, "The New York Public Library" damgasını görüyorsunuz sürekli...
Kütüphaneye gidip düzenli olarak kitap alma ve okuma, New Yorklu'nun günlük alışkanlığı, hayatın vazgeçilmezlerinden birisi. Markete gidip alışveriş yapmak ya da çamaşır yıkamak gibi...
Toplum yaşamıyla bütünleşen kütüphane bir hayal değil. New York kütüphaneleri, böyle bir örneği kendi ülkesinde görmeyenleri büyüleyecek cinsten birer kurum...
***
Dışarda serin bir gün mü yaşanıyor ya da hava dayanamayacağınız kadar soğuk mu?
Fazla paranız da yok...
Buyrun New York kütüphanelerine! İçerde derin ve konforlu bir dünya var!
Not: Bu yazı, Remzi Kitabevi'nden çıkan "New York'u Yaşamak" adlı kitabımda yayınlanmıştır.