27 Şubat 2011 Pazar

Wisconsin'de Sınıf Savaşı

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 27 Şubat 2011

Başlıkta adı geçen Wisconsin, Amerika’nın Ortabatı bölgesinde bir eyalet. Nüfus açısından Amerika’nın 20. büyük eyaleti; kişi başına düşen ortalama yıllık gelir açısından 15. eyalet.

Bugünlerde Wisconsin kaynıyor; her yerde onbinlerce insanın katıldığı protesto gösterileri yapılıyor. Öğretmenler hasta olduklarını bildirerek derslere girmiyor. Bu nedenle okullar üç günlüğüne kapatıldı. Üniversite öğrencileri, kamu çalışanları, sendikalar protesto eylemlerine destek veriyor.

Bütün bu gerginliğin nedeni, eyaletin yeni valisi Scott Walker’ın bütçe açığını kapatma bahanesiyle önerdiği yasa tasarısı. Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak geçen yılki ara seçime giren Walker, rakibini yüzde altı farkla yenip, 3 Ocak 2011’de görevine başladı. Başlar başlamaz da eyaletin huzuru kaçtı.

Vali Walker’ın hesabına göre, eyaletin 137 milyon dolarlık bütçe açığını kapamanın yolu, kamu çalışanlarının toplu sözleşme haklarını ellerinden alıp, emekli aylıklarını tırpanlamaktan geçiyor...

Ancak Vali bunu önerirken, bir bölüm kamu çalışanını ayrı tutuyor; diyor ki, kamu güvenliğini sağlamakla görevli memurlar, örneğin polisler, bu yasa kapsamına alınmayacak. Oysa bu grup, diğer kamu çalışanlarına kıyasla en yüksek geliri elde ediyor. Ama Vali için asıl önemli olan, o grubun büyük çoğunlukla Cumhuriyetçi Parti’yi destekleme eğilimi göstermesi...

Yani sözün kısası, Walker, bütçe açığını, varlıklı kesime uygulanan vergi indirimlerini ya da diğer harcama kalemlerini yeniden düzenleyerek değil, çalışanların 50 yıldır sahip olduğu toplu sözleşme hakkını çiğneyerek gidermeyi düşünüyor!

Emekçiyi sömürmek, haklarını gasp etmek gibi vahşi yöntemler kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde şaşılacak bir şey değil elbette. Ama bu çağda toplu sözleşme hakkını yok etmeyi, ancak kapitalin kölesi olmuş, emek düşmanı bir fanatik düşünebilir.

Scott Walker’ın geçmişine göz atınca kendisinin tam da bu tarife uyduğunu görüyoruz. Politik kariyerinin baş destekçileri Charles ve David Koch. Kim bunlar?

Bağımsız Mother Jones dergisinin yazdığına göre, aşırı zengin, çok muhafazakar, sendika karşıtı petrol ve gaz kodamanları. Özellikle kamu sektöründeki sendikalara karşı sürekli ve şiddetli bir şekilde saldırmayı iş edinen Americans for Prosperity, The Cato Institute, The Competitive Enterprise Institute ve The Reason Foundation gibi kurumlara milyonlarca dolar destek yapan iş adamları...

Tabii ki Koch kardeşler Scott Walker’ın seçilmesi için kabarık çekler yazmaktan da geri durmamış. Koch Industries adına kurulan siyasi faaliyet komitesi (PAC), Vali’ye tek bir seferde yapılan en yüksek ikinci bağışı (43.000 dolar) yapmış.

Ama bununla da kalınmamış ve yasanın etrafından dolanıp yardım sınırını aşmanın yolu bulunmuş. Cumhuriyetçi Valiler Birliği’ne 1 milyon dolar vermişler ki, onlar da Walker’a yardım etsin. Birlik de bu parayı alınca başlamış Walker’ın rakibine karşı TV reklamları vermeye. 3.4 milyon dolarlık karşı reklam kampanyası sonucunda Demokratik Parti adayı kaybetmiş seçimi.

Tabii şimdi Wisconsin Valisi’nin bütün bunların karşılığını vermesi bekleniyor. O da kendisine arka çıkan büyük sermayeye borcunu emekçinin hakkını satarak ödüyor. Koch gibilerse, yaptıkları yatırımın karşılığını alıyor. Bunun adı kapitalizmdir; daima emek sömürüsüne dayanır.

Geçenlerde Mısır’daki olayları yazdığım yazıda Marx’ı anıp şöyle demiştim: “Bütün yaşananlar, sınıf savaşımlarının tarihidir.

Kapitalizm var oldukça Ortadoğu’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Asya’ya sınıf savaşımı devam edecek...

-

20 Şubat 2011 Pazar

"Sahte Solcu" yazıma tepkiler

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 20 Şubat 2011

Geçenlerde yazdığım “Sahte Solcu” başlıklı yazıma çok sayıda okuyucudan yorum geldi. (Yazıyı daha önce okumamış olanlar, bu linkten okuyabilir: http://www.zulalkalkandelen.com/2011/01/sahte-solcu.html )

AKP’ye verilen “liberal sol” desteğin nedenini irdelediğim o yazıda, Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmadan söz etmiştim. Siyaset bilimci Brendan Nyhan’ın başkanlık ettiği bu araştırma, gerçeklerin mutlaka insanların önceden sahip oldukları fikirlerin değiştirmesine yol açmadığını; üstelik ters yönde bir etki yarattığını ortaya koyuyor.

Nyhan’ın belirttiğine göre, “yanıldığını itiraf etme düşüncesi insanlar için ürkütücü.” Böyle bir durumda, “bilişsel uyumsuzluktan kaçınmak için ‘geri tepme’ denilen savunma mekanizması devreye giriyor.

Ben, bu bilgilerden yola çıkarak, araştırmanın bulgularının AKP’ye destek veren “liberal sol” denilen kesimin siyasal davranışını açıklamakta kullanılabileceğini yazmış ve bazı yorumlar yapmıştım.

***

Yazım üzerine okurum Sayın Cumhur Mumcu’dan toplu bir gönderi olarak çok sayıda kişiye iletilen bir e-posta aldım. Sayın Mumcu’nun görüşlerini, konuyla ilgilenen okuyucularla paylaşmamın etik bir davranış olacağını düşünüyorum.

Uzunluğu nedeniyle kısaltarak vermem gerekiyor ama ana hatlarıyla şöyle diyor Cumhur Mumcu:

Öncelikle belirtelim ki, gazete yazılarının artık bilimsel araştırmalardan faydalanılarak yazılması hem gazeteciliğin hem de bizzat Sayın Zülal Kalkandelen'in adına hürmete değer bir eylem. Tanıtımın amacı, hiçbir gerçek solcunun iktidara destek vermeyeceği şeklinde veriliyor.

İktidara desteğin bireysel bir çıkış noktası olduğu düşünülürse, araştırmanın tamamı okunduğu zaman, bu sahte diye nitelenen solcuların yerine, birçok grup veya ideolojik siyasal davranış tiplerinin de konulabileceğini görmek zor değil. Yani konu sadece solcuların sahte olması değil. Yanıldığını kabul etmemek için kendini kendini kandıran milliyetçiler de olabileceği gibi, Atatürkçüler veya Zülal Kalkandelen'in ifadesiyle liberal solcular da var. Araştırma nesnel. Bir başka deyişle tüm siyasal davranış tipleri için geçerli.

Ama Sayın Kalkandelen, ondan çok öznel sonuçlar çıkarıyor. Bu tür araştırmaları bulunduğu teorik mekandan alıp bir tek zümrenin yanlışı diye pratik bir alana taşımak doğru bir düşünce değil. Bunu bir Atatürkçü olarak söylemek bana ne kadar rahatsızlık verse de, bugün eleştirdiğimiz yanlışların benzerlerinin geçmişte Atatürkçüler tarafından da yapıldığını gözlemliyoruz.


***

Bunun üzerine Sayın Mumcu’ya gönderdiğim iletide, bir bilimsel çalışmanın sonuçlarını AKP yandaşı solcular için yorumladığımı; ancak bunun, araştırmanın başka siyasi düşünceler için de uygulanamayacağı anlamına gelmediğini belirttim. Elbette aynı araştırmadan yola çıkarak diğer siyasi görüşler için de yorumlar yapılabilir ama bu benimkini geçersiz kılmaz.

Sayın Mumcu, takıldığı konunun tam da bu noktada; eleştirisinin o "de" kipinin içinde saklı olduğunu söylüyor. Çünkü yazımda, bu "de" kipini belirtecek bir sözcük olmadığı görüşünde...

Sonuç olarak, sözü geçen araştırma elbette doğrudan AKP’yi destekleyen “liberal sol” üzerinde yapılmış değildir.

Ben yazımda, siyasal davranışlar üzerindeki bilimsel bir çalışmayı kullanarak, konunun bir yönüne ışık tutan bir yorumda bulundum. Ama bu yorumu yaparken, aynı araştırmanın başka siyasi görüşlere de uygulanabileceğini ayrıca belirtmedim. Çünkü bu zaten Sayın Mumcu’nun dediği gibi açıkça belli...

Bu hafta bu konuyu yeniden gündeme getirme gereği hissettim. Çünkü herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermek istemem. Şu kesin ki, Cumhur Mumcu ile bilime saygı konusunda ortak bir tavır içindeyiz.

_

13 Şubat 2011 Pazar

Mısır'a Diyalektik Bir Bakış

© Zülal Kalkandelen/ DÜNYALI YAZILAR
Cumhuriyet Pazar Dergi/ 13 Şubat 2011

Bütün dünya haftalardır Tunus ve Mısır’da olanları izliyor. Gazetelerin köşelerinde her gün çeşitli değerlendirmeler yazılıyor. İnsanlar, Arap halklarının diktatörlere başkaldırışını konuşuyor. Gelişmelerin bölge ülkelerine ve Amerika’ya olası etkileri tartışılıyor.

Haber akışı o kadar hızlı ki, yetişmek gerçekten zor. Kimisi bütün gün interneti tarayıp çeşitli kaynakları gözden geçiriyor; kimisi de televizyonun başından kalkmadan haber kanallarına bakıyor. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyor...

Aslında olanı iki cümleyle diyalektik aracılığıyla anlatmak olanaklı:

1. Tüm toplumların bugüne kadarki tarihi, sınıf savaşımlarının tarihidir. (Karl Marx)

2. Hiçbir şey olmadan geçen yıllar vardır ve bir de içine yıllar sığan haftalar... (Lenin)

***

Son haftalarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşananlar, onlarca yıldır adeta sessiz duran halkların uyanışına sahne oldu.
Tunus’un 23 yıllık Devlet Başkanı Bin Ali devrildi. Mısır’ın 30 yıllık diktatörü Mübarek’in saltanatı kökünden sallandı. Ürdün’de Kral Abdullah korkusundan hükümeti feshetti.

Gerçekten de Lenin’in dediği gibi, bu kadar kısa zamana adeta yıllar sığdı...

Lenin’in 1917’de Rus Devrimi’nin 12. yılında yazdığı şu satırları da dikkatle okumak lazım. İnanılmaz ama Avrupa için söylediği aşağıdaki sözleri, bir ay önce fırtınadan önceki sessizliği yaşayan Arap toplumları için de söylemek olanaklıydı.

Avrupa’ya şu anda çöken ölüm sessizliği bizi yanıltmamalı. Avrupa devrime gebedir. Savaşın korkunç dehşeti, hayat pahalılığının neden olduğu perişanlık devrimci bir ruh yaratıyor. Yönetici sınıflar, burjuva ve onların uşakları, hükümetler, giderek çok büyük bir ayaklanma olmadıkça asla içinden çıkamayacakları kadar karanlık bir yola doğru sürükleniyorlar."

Bu görüşleri Marx’ın Komünist Manifesto’daki o ünlü cümlesiyle bir arada ele alırsak durum netleşiyor. Toplumların tarihi, 1848’de sınıf savaşımlarının tarihiydi. Bugün de aynısı geçerli; bütün yaşananlar sınıf savaşımlarının tarihidir.

***

Mısır’da halk neden ayaklandı? Tepkiler doğrudan kapitalizme değil, demokrasi talebiyle diktatörlüğe yöneliyor ve protestocular arasında emekçiler olsa da örgütlü değiller. Ama sorunun en önemli kaynağı yine ekonomiktir.

2007-2008 dünya gıda krizinden en çok etkilenen ülkelerden biriydi bu ülke. Halkın yüzde 40’ından fazlası, yoksulluk sınırının altında, günde 2 dolara yaşamaya mahkum. İşçilerin ayda ancak 60 dolar kazanabildiği Mısır'da, gençler arasında işsizlik yüzde 20-25’lerde.

Peki maden, doğalgaz, tarım ve turizm gibi çeşitli kaynakları olan, her gün 700 bin varil petrol üreten, petrol rezervleri 4 milyar varili aşan bir ülkede halk neden bu kadar fakir?

Mısır’da yaşanan, aşırı zengin ve dar bir yönetici sınıfın halkı sömürmesinden başka bir şey değil. Bunlara o fırsatı veren ne? Amerika’nın desteklediği Mübarek’in halka zulmeden neoliberal politikaları!

Şimdi IMF Başkanı çıkmış şöyle diyor: “IMF, Mısır’ın bozulan ekonomisini düzeltmek için yardıma hazırdır!

Ben size ne olacağını söyleyeyim: Sular biraz durulunca IMF ve Dünya Bankası devreye girecek, Mısır’a borç verecekler ve Şok Doktrini (Naomi Klein'ın ortaya koyduğu şok terapisi) yapılacak...

Tabii bunların olabilmesi için önce Mübarek’in yerine Amerika ile iyi geçinecek bir yönetimin gelmesi sağlanacak. Böylece düşen Mübarek’e bir tekme de pragmatizmiyle ünlü Amerika’dan gelirken, aşırı varlıklı sınıf aracılığıyla kontrolü elinde tutan küresel kapitalizmin çarkı işleyecek...

Bundan sonra soru şudur: Bu şartlar altında emperyalizm Mısır’dan elini çeker mi? Emekçilerin örgütlenemediği Mısır’a demokrasi gelir mi?

-